Sıkıntı çeken birini gördüğümüzde duygulanır hemen yardımına koşarız. Hatta cebimizdeki paradan verebileceğimiz kadarını hiç düşünmeden çıkarırız. İhtiyaç sahibinin yakınımızda olması da gerekmez çoğu zaman. Somali, Pakistan, Haiti… Dünyanın farklı bölgelerindeki milyonlarca mağdur için bile seferber oluruz gerektiğinde. Hem zekât hem de sadaka niyetiyle verdiğimiz bu maddî destek şüphesiz çok önemli ancak yeterli değil. Ama ne yazık ki bizler en yakınımızdaki insanlar için sadece paranın yetebileceği düşüncesiyle hareket eder olduk. Tek ihtiyaçları maddî destek midir acaba?
Yetimin başını okşamak, hastalara geçmiş olsun demek, yaşlıları ziyaret etmek ya da sadece yanağına bir tebessüm konduruvermek... Şüphesiz bunların hepsi birer sadaka ve biz farkında olamasak da çevremizdeki pek çok insan, sıkıntılı dönemlerinde maddî şeylerden çok sevgimize ihtiyaç duyuyor.
Bu noktada Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, dikkatlerimizi ‘duygusal doyum’ kavramına çekiyor. Bu boşluk da ancak çocukken ve ‘anne’ tarafından doldurulabiliyor.
Tarhan, “Son yapılan beyin çalışmalarında insanın dil öğrenirken beyninde oluşan networkun bir benzeri duygusal okuryazarlığı öğrendiğinde de oluşuyor ve çocukken duygusal doyumu yapılmamış çocuklar hiç anadilini öğrenmemiş gibi diğer gelişmeleri de sağlayamıyor ve problemler kaçınılmaz oluyor.” diyor. Peki anne-babası olmayan çocuklara bekledikleri sevgiyi kim verecek? Burada amca, hala, dayı, teyze gibi en yakınlara büyük sorumluluk düşüyor. Akrabaları dahi olmayan çocuklara ise devlet sahip çıkıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı yurt ve yuvalarda binlerce çocuk kalıyor. Devlet, son yıllarda onlara birçok olanak sunuyor. Yapılan çalışmalar sonucunda ise fizikî şartlardaki iyileşmeler gözle görünür oldu. Eskiden çocuklar koğuş usulü kalabalık odalarda kalırken şimdi 5-6 kişilik odalarda yaşıyor. Ayrıca önceki yıllarda 20-30 çocuğa bir bakıcı düşerken şimdi 7-8 kişinin bir bakıcısı var yurtlarda. Sosyal sportif aktiviteleri, ebru, resim, gitar gibi hobi kursları, yarıyıl ve yaz tatilleri de mevcut. Belki de ailelerin dahi sağlayamadığı birçok maddî imkâna sahipler. Ancak yine de çok önemli bir eksikleri var: Aile sıcaklığı. Bu eksiklikten olsa gerek kurum yöneticilerine ‘müdür baba’, çalışanlara ‘bakıcı anne’, gönüllü emekli öğretmenlere bile ‘anneanne-dede öğretmen’ diye hitap ediyorlar.
Rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a göre devlet korumasındaki çocukların mutsuzluğu, duygusal ihtiyaçlarının doyurulamamasından kaynaklanıyor: “Devlet, kurum ve kuruluşlarında fiziksel ihtiyaçları karşılıyor.
Fakat çocukların ders başarıları düşük, sosyalleşemiyorlar, mutlu değiller, sorunlar yaşanıyor. Bu sebeple ideal olan annelik kavramının çocuğun hayatına geçirilmesi. Annenin çocuğa verdiği güven ve sevgiyi de ancak gönüllü bir kimse verebilir.” Kısacası yaşadıkları olumsuzluklara rağmen hayatlarına en güzel şekilde devam etmeye çalışan çocukların ihtiyacı kendilerine rehberlik edebilecek, onlarla her şeyi paylaşarak özgüvenlerinin gelişmesine yardımcı olabilecek gönüllüler.
Aile eksikliği çeken bu çocuklara verilen sevginin iyi idare edilmesi gerektiği için Prof. Dr. Tarhan, bu bağlamda gönüllülerin de annelik eğitimi almalarını öneriyor. Kurdukları ‘Mutlu Yuva Mutlu Yaşam Derneği’ aracılığıyla çocuklarla ilgilenen Tarhan, devlet korumasındaki çocuklara, anne-babaları olsa dahi ‘yetim’ gözüyle bakıyor. O, bu sebeple bir yetimin ağladığı yerde 10 tane çocuğun mutlu olmasının insanı sevindirmediği kanaatinde. Zira toplumun yetimi de sayılabilecek bu çocukları mutlu görmeyi herkesin tatması lazım. Gönüllü anne olanlar sadece Allah katında kazanmıyor, burada da peşin olarak ödül alıyorlar. Çünkü Tarhan’a göre kurumlardaki gönüllülüğün; sadece ölüm ötesi kazanım değil, bu dünyada da verdiği bir iç huzur, dinginlik var. Devlet korumasındaki kimsesiz çocuklar, onları sevecek, sarıp sarmalayacak, aile sıcaklığı yaşatacak gönüllülere ihtiyaç duysa da verilere göre yurt ve yuvalardaki gönüllülük faaliyetlerine katılım oranı, Avrupa’nın bazı ülkelerinde yüzde 70’lere ulaşırken ülkemizde sadece yüzde 1,7 seviyesinde. Bir başka istatistiğe göre, Avrupa’da korunmaya muhtaç her 100 çocuktan 75’i koruyucu aile yanında barınırken, Türkiye’de bu rakam son yıllarda ancak yüzde 4’lere çıkarılabildi.
Her ne kadar gönüllülük konusunda sınıfta kalmış olsak da bireysel inisiyatifler sayesinde bu insanlık açığımızı kapatacağımız ümidine kapılıyoruz. Eyüp esnafı, yetim çocukların farkına erken varanlardan. İlçelerindeki yuvadan haberdar olan esnaf, 1884 yılında dernek kurup gönüllü olmuş. O dönemde devlet imkânlarının kısıtlılığı sebebiyle yuvaya ilk iş çamaşır makinesi almışlar. Şimdilerde devletin ödenek sağlamadığı farklı konularda çocuklara destek oluyorlar. Esnafın ilgisinden memnun olan çocuklar da Eyüp’ten kopamıyor. 18 yaşını doldurup kendi hayatlarını kurduklarında tercihleri yine yuvanın civarı oluyor. İş sahibi olanlar başı sıkıştığında ‘Musa Baba’larının kapısını çalıyor. Eyüp Çocuk Yuvası Derneği Başkanı Musa Akkaya, “Haberlerini alıyoruz, öğretmen, doktor, avukat olmuşlar. Çocuklarımızın başarısı mutluluk kaynağımız. Hepsi bizim evlatlarımız, toplum olarak onlara sahip çıkmalıyız.” diyor.
ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ İLGİ ÇOK ÖNEMLİ
Üç yıl önce yuvada çalışmaya başlayan Aynur Karabulut, ilk olarak yuvadaki çocukların doğum günü için organizasyon düzenlemiş. Karabulut’a göre, gönüllülüğün olmazsa olmazları; çocuklara önemli olduklarını hissettirmek ve bunda süreklilik sağlayabilmek. Genç kadın, çocukların aile boşluklarını doldurmaya yetmediğini düşünse de, onlara önemsendiklerini hissettirmenin her şeye değdiği kanaatinde. Şimdi yetişme yurdunda genç kızların gönüllüsü olan Karabulut’a göre özellikle ergenlik çağındaki çocukların özel ilgiye ihtiyacı var: “Aslında bütün yaş gruplarının gönüllüye ihtiyacı var. Ama bence yuvalardan yetiştirme yurtlarına geçen 14-18 yaşların, gönüllü ilgisine daha çok ihtiyacı var. Çünkü ergenlik geçiş süreci ve hata yapma payının yüksek olduğu bir dönem.”
Üniversite birinci sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Zülal Arslan da çevresine nasıl faydası olur düşüncesinde iken kuzeni aracılığıyla tanışmış yuvayla. Genç olmanın sadece gezmek, eğlenmek olmadığı kararıyla başlamış gönüllülüğe. Artık yuvada bir kardeşi olduğunu dile getiriyor Zülal. Hedefinde 8 yaşındaki kardeşine iyi örnek olmak var: “Devlet ve yuvadaki görevliler gerçekten güzel çalışıyorlar, imkânları güzel çocukların. Ama aile yok maalesef. Bu da onları hayata yenik başlatıyor. Ben de üzülmekle değil, onlarla birlikte omuzlanarak bir nebze aşabileceğimizi anladım bunu.”
YENİ BAHAR
Okunma : 5123