TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Modernizm, Anneliği Değersizleştirdi…

Aile üzerine yaptığı çalışmalar ile bilinen Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu ay Anadolu Gençlik'in sorularını yanıtladı. Halen Üsküdar Üniversitesi rektörlüğünü yürüten Tarhan, aile içi iletişimin tek taraflı olmaması gerektiğini söylüyor.

Aile kurulurken eş algısı sağlıklı bir şekilde nasıl oluşturulabilir?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan Biz, aile kurulurken eş seçimi ile ilgili; evlilikten önce gözünü dört açmasını evlendikten sonra da yarım açmasını söylüyoruz kural olarak. Çünkü evlilikten önce mantıktan çok duygular baskın oluyor. Karar verilirken hisleriyle karar verme eğilimi fazladır. Hayatımızda da bu böyledir, insan sevdiği şeye daha fazla yatırım yapar daha fazla ilgi gösterir. Fakat o sevdiği şeyi hesaplanabilir bir riskinin olup olmadığını bilemez insan. Evlilik kararı da böyle kararlardandır. Duygular önemli ama duygularla birlikte aynı zamanda kişinin kar, zarar analizi de yapması lazım, akıl muhakemesini de kullanması gerekiyor. Bunu yapabilmek için algılarını açması gerekiyor. Evlilikten önce hisleri önemli ama muhakemesini kullanarak bunları önemli kılması gereklidir. Evlilikten sonra, yani hislerin değiştiği andan itibaren eşlerin birbirlerinin kusurları ile uğraşmaması, eleştirel bakmayı ikinci plana alması... Bu evlilik açısından daha sağlıklı olur tabi ki.

Rızık endişesinin kadının eş rolüne etkisi nedir?

Rızk endişesi derken genellikle, insanın temel ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamaması kastediliyorsa, bunun evlilikteki etkisi sınırlıdır, insanlar; şu zamanda evlenirken temel ihtiyaçların ötesinde marka merakı var mı, bir elitist duyguları var mı, beklenti seviyesinde bir yükseklik var mı, hayat standartları konusunda kafasında bir planlama var mı gibi sorularla uğraşıyor. Bakıyorsunuz kişinin maddi olarak seviyesi evlilik kararında çok önemli. Özellikle kız, erkek tarafının bu boyutu ile ilgilenme eğiliminde. Temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra diğerleri ikinci planda olması gerekiyor. Rızık endişesi temel ihtiyaçlarla sınırlandırılıp sonrasını kişinin kendi durumuna bırakılması gerektiğine inanıyorum.

Bununla paralel giden başka bir sorun var. Şükürsüzlük ve konformizm... Bu ikilem arasındaki sorunu nasıl çözebiliriz?

Şükürsüzlükten anladığımız şey; kişinin az ile yetinmemesi, sürekli olarak halinden şikâyet etmesi... Şükürsüzlüğün en büyük alametlerinden biridir bu. Sürekli her şeyi yetersiz görüyor, her şeyin daha fazlasını istiyorsa bu insan şükür kelimesini kullansa bile dili şükrediyor ama davranışları şükretmiyor manasına gelir. Bu tarz davranışların arka planında da genellikle şu vardır; kendilerinin egoları yüksektir, kendilerini çok iyi şeylere layık görme eğilimindedirler. Hayat felsefeleri de konformizme yakındır. Egoizm ile konformizm burada birleşmektedir. Birleştiği zaman lükse düşkünlük oluyor, medeniyet fantezilerine düşkünlük artıyor ve bu kişide sürekli bir mutsuzluk hali oluşturuyor. Bunun çözümü yaşam felsefesini belirlemekten geçer. Sıradan şeyler ile mutlu olmayı öğrenmeliyiz, sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilmeliyiz. Her insan hayat standartları iyi bir şekilde yaşamak ister ama gücümüzün yeteceği şey var yetmeyeceği şeyler var. Eş, gücünün yetmediği şeyleri hedeflerse, bunun için borca girip birçok şeyini feda ederse kendi psikolojik sermayesini yanlış kullanıyor demektir. Rahatına düşkün olma, konformizm, bu çağın hastalıklarından birisidir. Bunun arka planında da şükürsüzlük vardır.

Bu nedenle bizim bu çekirdek aileler konfederasyonu Türkiye'ye arabesk bir çözümdür ama faydalı bir çözümdür, yani herkes kendi evinde özgür ama komşuluk ilişkileri sosyal dayanışma ilişkileri devam ediyor.

Eşler arasında başka bir boyut... Cinsel manada eşlerin birbiri ile olan iletişimi nasıl olmalı? Bununla ilgili özellikle muhafazakâr Müslüman bireylerin birbirlerine bakışı nasıl olmalıdır?

Bu tarz iletişimin iki ayağı vardır; birincisi sözel ayağı, birisi bir şey söyler karşı taraf da bir şey söyler bu söz aktarımıdır. Bu sözel ayak ikili iletişimin %20'sini kapsar, ikinci ayağı ise normlarla iletişim denilen sözsüz iletişimdir ki bu da %80'nini kapsar. Ses tonu, söyleyiş tarzı, seçtiği kelimeler, beden dili bütün hepsi ile aktarılır. Bu genellikle erkelerde sözel iletişim olarak görülür, kadın beyni ise duygusal iletişime yatkındır. Cinsel iletişimde duygusal iletişimin katmanlarından birisidir. Bu tarz iletişimi erkek görsellikle uyarılır, kadın ise karşı cinsin fiziksel teması ile uyarılır. Kadın, erkek gibi cinsel olarak uyarılmalı, öyle olmadığı için orgazm geç olur kadınlarda. Bunu erkekler bilmediği için eşinin cinsel duygularını göz ardı ediyor. Eşin uyarılması geç olur. Onun için erkeğin ona sarılması, dokunması, sevmesi, rahatlatması lazım ama bunu yapmıyor, horoz gibi davranıyor. Böyle durumlarda ne oluyor kadın cinsellikten bir haz alamadığı için bunu vatani görevi gibi yapıyor. Yaşayamadığı şey içinde kalıyor, böyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Bundan dolayıdır ki kadın erotizm verir, ama romantizm ister. Erkek de erotizm ister ama romantizm de vermesi lazımdır. Sevdiğine değer verdiğine rahatlatıcı şeyler söylemesi lazımdır. Romantizm verirse ancak karşı taraftan erotizm alabilir. Cinsel ilişki kalitesinin iyi olması lazım. Cinsel ilişki denildiği zaman sadece seks olarak algılamamalı. Cinselliğin romantizm ayağı da vardır. Eşler bu konuyu birbirlerine karşı silah gibi kullanıyor, bunlarda eşler arasındaki iletişime zarar veriyor.

Şehirleşmenin aile üzerindeki etkisini olumlu yönde nasıl artırabiliriz?

Şehirleşmenin bireye getirdiği şeyler nelerdir dersek, bireye getirdiği 3 şey vardır; birincisi hızlı yaşantı... Köy hayatında yaşayana göre daha hızlı yaşıyor, ikincisi beklentiler yükseliyor. Köyde yaşayan bireyin ihtiyacı 2 ise şehirde yaşayanın 10 ihtiyacı vardır. Üçüncüsü ise şehirde sosyal dayanakların zayıf olması, yani bir apartmanda birbirini tanımayan komşular var artık. Köyde ise sosyal dayanaklar daha yüksek. Bundan dolayıdır ki şehirleşince insan yalnızlaşmaya başlıyor. Yalnızlaşınca strese daha fazla açık hale geliyor, daha fazla mutsuz, daha fazla depresif hale geliyor. Şehirleşmeyi nasıl çevirebiliriz? Mesela Batılı sosyologlar Türk modernleşmesini, Türk şehirleşmesini şaşkınlıkla izliyorlar. Çünkü biz şehirleşiyoruz ama apartmanda alt katta anne kalıyor, üst katta amca kalıyor. Bakıyorsun 5-6 aile aynı apartmanda kah-yor. Ama şehirleşmede modernizmin 18. Ve 19. yy' larda sunduğu aile modeli, geniş aileden çekirdek aileye geçiştir. Bunun üzerine çekirdek aileler oluşmaya başladı. Mirasta bile annesini mahrum etti, bu böyle bir sistemdi. Bunun arkasındaki etmen Darvvin'in materyalizm teorisini oluşturan biyolojik sistemdir. Bu sistem, bir hayvan ne kadar bireysel yaşarsa o kadar masrafı azalır, yani büyüdükten sonra herkes kendi ailesini kuruyor. Mesela kurt kendi ailesini ayrıca kuruyor, insanın da böyle olması gereklidir diyor, karıncalar gibi geniş aile olmamalıdır diye belirtiyor. Bunun böyle olması gerektiğini söyledikten sonra Türkiye'ye geliyor ve aile yapısını inceli- ; yor bir sosyolog. Türkiye'deki aile yapısına çekirdek aile konfederasyonu diyor, hala sosyal yapılarını korumakta olduğunu belirtiyor. Ama Türkiye'nin bu durumu korumaması halinde Batı'nın düştüğü yalnızlığa düşeceğini de söylüyor. Bu nedenle bizim bu çekirdek aileler konfederasyonu Türkiye'ye arabesk bir çözümdür ama faydalı bir çözümdür, yani herkes kendi evinde özgür ama komşuluk ilişkileri sosyal dayanışma ilişkileri devam ediyor. Şehirleşmenin diğer bir riski de; hızlı yaşantı, lüks arabalar, gece hayatı... Buna karşılık kendi kültürünü koruyarak insan şehirleşmelidir. Kişi kendi kültürünü korursa şehir insana zarar vermiyor. Burada bireyin yaşam felsefesini doğru olması çok önemli... Zaten bulduğumuz çözümlerde buna benzer. Mesela İstanbul'da bakıyorsun Göremeliler dernek kurmuş, Şebinkarahisarlılar dernek kurmuş, kahveleri de var orada bir araya geliyorlar. Bu şehirleşmeye hasar oluşturdu. Bu böyle olmasaydı biz dağılırdık çoktan, krizlere dayanamazdık yani. Bu tip kuruluşlar şehirleşmeye karşı iyi bir çözümdür. Modernizme karşı kendi modernizmimizi oluşturmuş olmanın göstergesidir.

Peki ailenin kutsallığı nasıl algılanmalıdır, ailede toplu ibadet nasıl yapılmalıdır?

Biz toplum olarak aile kutsal diyoruz. Batı ise insan kutsal diyor. Aile kutsal diyen biri, sonradan bireyi kutsal yapınca eşinin başı derde girdiği zaman "sen öncesin bırak aileyi" diyor. Aile bireylerinde bir sorun olduğu, kendi menfaatinden bir şeyler vermek gerektiği zaman, adam "ben kutsalım" deyip aileyi, evliliği bitiriyor. Öbür taraftan aile kutsal derken bireyi ezenler de oluyor. Ben öyle bir Doğulu aile biliyorum, bir inşaat işi vardı. Onlara iş veren usta onları dolandırmış, baktım aralarında örgütleniyorlar kardeşlerinden birisine "Git o adamı öldür" diyorlar. Ben de "Dolandırıldınız, haksızlığa uğradınız ama öldürünce kardeşiniz hapse girecek veya oda onu öldürecek yani kaybeden ailecek siz olacaksınız" dedim. Bana cevaben "Biz 9 kardeşiz birisi eksik olsun" dedi. Burada aile bireyi eziyor, Bu aile sistemi sağlıklı değil. Burada birey de kutsal, aile de kutsal. Kişiler kutsal değildir, insan hata yapabilir, kurumlar kutsaldır. Aile ve birey algısı arasında dengeyi kurabilmemiz lazımdır, ikisini de korumamız lazımdır. Burada bunu algılarken ailenin duygusu önemli... Hatta çift terapilerinde bakıyoruz takım oluşturmayı başarıyorlar mı başara-mıyorlar mı? Yani "biz" derlerse takım oluşturmayı başarabilmişlerdir. Takım oluşturabiliyorlar, kolektif davranıyorlar ve ortak çözüm üretebiliyorlar... Takım oluşturmanın önemli unsurlarından bir tanesi de aile içerisinde toplu ibadetlerdir; yani toplu kitap okumalardır, toplu tatile gitmektir, yani birlikte zaman geçirmektir. Birlikte zaman geçirmenin bir yönü ise toplu ibadetlerdir. Eğer bu ailede varsa çocuklarda ritüel oluşuyor, kişilik haline geliyor ve bu ailede bir çok diyalog oluşmaya başlıyor, insan sadece biyolojik varlık değil. Sadece psikolojik, sadece sosyolojik bir varlık da değil. Aynı zamanda spiritüel bir varlıktır insan. Evren içerisinde aşkın bir boyutu var insanın.

Oi aşkın boyutu içerisinde ortak bir alan oluşturuyorsunuz. Dini ve manevi alanda ortak bir bağ oluşturur bunlar. Bu sayede aile bağlarında olumlu bir gelişme olur. Aynı hayat felsefesinde aynı inanç değerlerinde olması bir ailede kriz dönemlerinde gerekli olan bir şeydir.

Özellikle modern çağ içinde teknolojinin gelişimiyle kadının ciddi şekilde pazarlandığı bir noktaya gelindi. Bu da doğal olarak evli erkeklerin kendi eşlerinden ziyade onlara daha çekici gösterilen kadınlara yönelmelerine sebep oluyor bazen. Bunun sonucunda da boşanmalar ayrılıklar başladı. Burada eş olarak bir kadın kocasını bu tür sorunlara karşı nasıl koruyabilir?

Ben Merzifonluyum, bizim Merzifon'da ermeni nüfus da varmış, Cumhuriyet döneminin başlarında göç etmişler. Onlardan kalan evler var. Ermeni'lerin evleri ile Müslümanların evleri arasında şöyle bir fark var; Müslüman nüfusun evlerinde cumbalar var, cumba binanın çıkıntısı olarak duruyor. Ermeni evlerinde ise balkon var, yani cumba yerine açık bir alan var. Erkek giderken cumba kısmına kadın çıkıyor gidene kadar onu uğurluyor, cumbadan bakıyor kendisini dışarıya göstermiyor. Ama Ermeni'lerin kültüründe bu yok. Kadın,eşini uğurlamak için balkona çıkıyor ve onu uğurluyor, aynı anda sokakta da görünmüş oluyor. Yani asırlardır böyle bir gelenek oluşmuş. Kadının mutluluğunu evde arayan bir kültür oluşturmuşuz. Hatta bu yüzden geniş evi biz çok yüceltiriz, evin konforunu çok önemseriz. Ama modernizmde bu böyle değil. Evi otel gibi kullanan bir anlayış var. Eve sadece yatmak için geliniyor, dışarıya dönük bir hayat var ve modern zamanda evde ortak, birlikte zaman geçirme terk edilmiş durumda. Batı kültüründe evde birlikte zaman geçirme yüceltilmez. Ama evde hep birlikte vakit geçirmek bizim kültürümüzde, hatta aile terapilerinde çok önde gelen bir konu. Evin çekici hale gelmesi, evin sevimli hale gelmesi... Bu çocuk yetiştirmede de önemli bir etkendir. Ama şimdilerde bu durumun zayıfladığını görüyoruz. Kadının cinsel olarak etkileme gücü var. Kadın kendini sergileyip sergilememe noktasında nefsini kontrol eder. Erkek ise karşı cinse bakıp bakmama konusunda nefsiyle bir mücadele içerisindedir. Böyle durumlarda geleneksel yapı içinde ne olmuş; kadın çıkmasın erkekler dışarıda rahat çalışsın... Ama bu kadar yoğun bir şekilde kadın erkek eşitliği kadın özgürlüğü, kadının üretkenliğinin önemli olduğu bir çağda eski geleneği devam ettirmek mümkün değil. Bu halde ise kadının eşi ile olan ilişkisinde sadakat zarar görmeye başladı. Günümüzde kadın kendini sergilemeyi karşı tarafı etkilemek için yapmıyor moda diye yapıyor, herkes öyle yapıyor diye yapıyor. Erkek ise bunu cinsel olarak yorumluyor ve eşi ile şiddet yaşıyor. Bir erkek nasıl ki karşı cinse bakmada kendini tutamıyorsa kadında da kendini sergileyip sergilememe noktasında sergilemeyi tercih ediyor. Bunun için ilişki kaliteli ise kadın eşine sadık olduğu zaman kendini güvende hisseder. Feminizmin dünyadaki savunucusu olarak bilinen bir kadın var, Betty Fredan isimli Musevi bir kadın, ufak tefek bir kadın. Onun bir kitabı var, kitabın içinde bir röportajda şöyle diyor; kadının konforu nerededir diye soruyorlar, o da diyor ki tek eş ve sadakate dayanan bir birlikteliktedir. Bak düşünün, feminizmin savaşçısı olarak kendini tanıtan birisi 70 yaşlarına geldiği zaman kadının konforunu tek eşli ve sadakatli bir ilişkiye bağlıyor. Demek ki insanın biyolojik doğası da bunu söylüyor, insanın fıtratı da bunu söylüyor. Sadakate dayalı bir beraberlik güven oluşturuyor, mutluluk oluşturuyor. Bazı kadınlar var mesela eşini kızdırmak için kıskandırırlar. Kendince ilgi çekmeye çalışıyor. Adam çıldırıyor böyle durumlarda ama eşinin amacı onu aldatmak değil onu kendisiyle ilgilendirtmek. Bu davranış tabii ki ilişkiye zarar veriyor. Buna sebebiyet vermemek için eski zamanlarda kadın erkek birbirine yarım saat zaman ayırıyorsa, bu çağ da bir saat zaman ayıracak. Kadın erkek ilişkisinde birbirine zaman ayırma artarsa dış etkiler ailede en aza iner. Erkek de kadını eve hapsederek kendini güvende hissetmesi gibi bir yaklaşım yerine tahrik olmamaya dikkat edecek, yani kendi içindeki şeytanı kadına yansıtmasın. "Ben kendim karşı cinse kötülük yapıyorsam benim eşime de başkaları yapıyor" diye düşünüyor. Bunun yerine eşi ile nitelikli beraberlik varsa, ilişki kaliteli olursa cinsellik uyumu oluşuyor, kişilik uyumu oluşuyor. Güven oluşan yerde muhakkak dışarıdaki etkilere karşı daha dayanıklı hale gelir.

Bununla ilintili başka bir konu var tabi. Kadının çalışması... Bu durum eşi ile ilgili ilişkiyi nasıl etkiler?

Çocuklar küçükken kadının çalışması pek tercih edilmiyor. Çocukların 0 ile 3 yaşları arasında hiçbir şey annenin yerini tutmuyor. Bunu bilmek lazım... Eğer ki anne çalışmak zorunda ise annenin yerine geçen kişinin anne kadar yeterli olması lazım. Burada anneanneyle babaanneyle kendi kültürümüz üzerinden bir çözüm üretiyoruz. Onlar da yoksa bakıcılar bulunuyor. Bakıcıların doğru kişiler olmasına özen göstermeniz lazım. Kadının çalışması en çok kadına zarar veriyor. Çünkü erkek bir kariyerli, kadın iki kariyerli oluyor. Çalışıyor. Bir mesleği var, eve geliyor, ev hanımlığı devam ediyor. Bulaşığı o yıkıyor, yemeği o yapıyor, ev işini o yapıyor. Eşi ise geldikten sonra hemen ayağını uzatıyor. Eğer çalışan bir eşle evlenmek istiyorsa bir erkek; o zaman bulaşık yıkamayı, yemek yapmayı göze alacak. Kadın yıpranıyor, sonra sadakatsizlikler başlıyor. Bu da aile yapısı açısından risk oluşturuyor. Ev hanımlığı da en zor meslektir.7/24 bir meslektir. Modernizm ev hanımlığını değersizleştirdi. Aileye en büyük zararı burada yaptı, anneliği değersizleştirdi. Böyle olunca biz testlerde anne rolünden bir kadın rahatsız oluyor mu olmuyor mu onu araştırıyoruz. "Bu çocuk nereden çıktı, baş belası" gibi sözler sarf ediyorsa bir kadın annelik rolünü reddediyor demektir. Annelik yapamıyor demektir. Kadının çalışması anneliği yapabildiği derecede uygundur, evine yetebildiği kadar uygundur. Bu, baba için de geçerlidir. Eşler arasında roller tam manası ile götürülemiyor.

Son olarak bir gencin kariyer oluşumunda ailenin yönlendirmesi nasıl olmalı?

Meslek seçiminde aile ya iyi bir rol model oluyor yada kötü bir rol model oluyor. Mesela babası işinden dolayı çok çalışıyor ve evle hiç ilgilenmiyorsa babanın mesleğini seçmiyor, tam tersini seçiyorlar. "Ben böyle yapamam" diyor ve daha rahat, daha kolay meslekleri seçiyor. Mesleği ile babalığı birleştirmişse çocuk onu seçiyor. Yani sözlü yönlendirmeden çok davranışsa yönlendirme önemli. Bir de baskın konum ne, o önemli ailede. Mesela bir evde baskın konum para ise, para konuşuluyorsa, kıyafet konuşuluyorsa o evin kutsalı odur. Evin kutsalı en çok ne konuşuluyorsa o konuşulan şeydir. Çocukların yanında sohbet esnasında hangi meslek yüceltiliyorsa çocuk ona karşı bir öykünmeye başlar ve ona benzemeye, onu kabullenmeye başlar. Direk şu meslekten ol diyerek yönlendirmekten ziyade, çocuğa o mesleği özendirmek lazım. Ama son kararı yine de çocuğun kendisine bırakmalı. Sevdiği şeyi yapabilmesi önemlidir. Bu doğrultuda başarısı artar ya da eksilir.

Anadolu Gençlik Dergisi/Aralık-2013

 

Okunma : 5346

 

İlgili

23 Mayıs 2016
"Psikiyatrist" içerisinde

Haberler

Foto Galeri