Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 24TV’de yayınlanan Deniz Uğur ile Hafta Sonu programının canlı yayın konuğu oldu. Tarhan, yeni kitabının da ismi olan “Kötülük Psikolojisi ve Toksik İlişkiler” e dair dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Son yıllarda dürüstlüğün herkeste olması gereken bir temel bir değer gibi değil de meziyet olarak algılandığını vurgulayan Tarhan, kanser hücresine benzettiği kötülüğe karşı psikolojik ve sosyal bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesi gerektiğini söyledi. Tarhan, kötülük aşısının küçük yaşta yapılması gerektiğini de ifade etti.
“Hepimizin içinde kötü bir parça var”
Timaş Yayınlarından okuyucusuyla buluşan yeni kitabın konu edildiği programda insanın içindeki kötü parçaya vurgu yapan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, empati yoksunluğuna değindi. Tarhan; “Hepimizin içinde kötü bir parça var. Psikiyatri bunu yok sayıyordu, hümanizm diyordu. ‘İnsan iyidir. Kötülük insandan gelmez. Kötü dışarıya aittir.’ diyordu. Hâlbuki içimizde kötü parça var. Bu, ‘Şeytan nerede?’ sorusunun cevabıdır. İçimizdeki kötü parçayı beslersek büyüyor, hayatımızı esir ediyor. Birçok şeye sahip olduğu zaman ne oluyor? Bilgili canavarlar, acımasız psikopatlar yetişiyor. Şu anki kapitalist sistem bunu yetiştiriyor. Dünya literatüründe kötülükle ilgili kitapların işlediği tek nokta empati yoksunluğu. Sadece empati yoksunluğu değil, kötülük de var. Empati yoksunluğu, merhametsizlik, acımasızlık, hak duygusu kendine yönelik olmak. Sadece kendi çıkarını, kendi ihtiyaçlarını düşünmek, başkalarının ihtiyacını düşünmemek. Bu çok önemli bir şey ama sadece bu değil. İnsanda başka özellikler de var. Anadolu irfanının bize öğrettiği, yıllardır gelen bizi koruyan değerler var. Bunları yeniden inşa etmek, yeniden canlandırmak gerekiyor. Yani burada yeniden keşfetmek değil, yeniden inşa gerekiyor. Eski sorulara eski cevaplar yetmiyor. Eski sorulara yeni cevaplar gerekiyor. Kötülük konusunda da öyle. Bilimsel sağlamlıkla yaklaşmamız lazım.” ifadelerini kullandı.
“Dürüstlük meziyet değil, herkeste olması gereken temel bir değer”
Doğruların akıl süzgecinden geçirilerek anlatılması gerektiğini söyleyen Tarhan; “Özgürlükçülük, sorgulayıcılık küresel değerlerdir. Bunlar fırsat olabilecek, iyi yönde kullanılabilecek özelliklerdir. Tehdit değil fırsattır. Yeni kuşak her şeyi sorguluyor, anlamadan kabul etmiyor. Akıl süzgecinden geçmeden kabul etmiyor. O hâlde bizim bu doğruları akıl süzgecinden geçirerek anlatmamız gerekir. İşte kötülük konusu da aynı şekilde. Şu anda dürüstlüğü sanki bir meziyet gibi görüyoruz. Hâlbuki dürüstlük herkeste olması gereken temel bir değer. Şimdi değerler yer değiştirdi, bu küresel bir salgın. Bizde de çok fazla etkisi görüldü. Bu salgından etkilenmeyenler de var mesela Kuzey Avrupa ülkeleri. Yalancılıkta bizden daha dürüstler, başkasının haklarına saygı konusunda daha iyiler. Onlarda genellikle refah seviyesi yüksektir. Orada bir hukuk düzeni var. Hukuka güven var. Hukuk düzeni olduğu için onları koruyor.” şeklinde konuştu.
“Adalet, şeytanın sevmediği şeydir…”
Adaletsiz bir ortamda iletişim çatışmalarının yaşandığını belirten Tarhan; “Adaleti en iyi anlamak için bir aile düşünün. Ailede anne veya baba bir çocuğuna hep en iyi yemeği, en iyi harçlığı veriyorsa, en iyi şeyleri yapıyorsa o evde huzur olur mu? Kardeş onu kıskanır, gider onu çimdikler, oyununu bozar. Onunla rekabetçi bir ilişkiye girer ve evde huzur kaçar. En küçük birim olan ailede adaletsizlik bu şekilde huzuru, barışı ve güveni bozuyor. İletişim çatışmaları yaşıyor. Bu şirketlerdeki yönetimlerde var. Adalet kötülüğün, şeytanın hiç sevmediği şeydir. Adaletin olduğu yerde denge vardır. Hak, fırsat, menfaat paylaşımında, kaynak yönetiminde ne bir fazla ne bir eksik. Mutlak eşitlik adalet değildir. Adalet, kişinin yeteneklerine göre dengeli bir şekilde dağıtabilmektir. Sevginin bile adaletli olması gerekiyor.” dedi.
“Kötülükle mücadele, kanserle mücadele gibidir”
Kötülüğü kanser hücresine benzeten Tarhan; “Kötülükle mücadele, kanserle mücadele gibidir. Mesela karaciğerimizde bir kanser hücresi üremeye başladı. O hücre, yanındaki hücreyi de yutarak büyür. Kanser hücresinin üç özelliği vardır. Sınırsız, sorumsuz ve doyumsuzdur. Birincisi sınırsızdır, yani normalde dokulara saygı duyması lazım. Diğer hücreler başka dokulara zarar vermeden büyür ama bu diğerlerini yutarak büyür. İkincisi, sorumsuzdur. ‘Bana ne vücudun geleceğinden.’ der. Açgözlüdür, öyle büyür ki, 3 milimetreye gelince içerisinde özel damar geliştirir. Kanser hücresi böyledir. Böyle insanlar toplumda birer kanser hücresi gibidir. Hatta bununla ilgili Dante’nin güzel bir sözü var, ‘Cehennemin en derin yeri, kötülükler karşısında sessiz kalanlar için ayrılmıştır.’ diyor. Kötülüklere ayrılmış demiyor, sessiz kalanlara ayrılmıştır diyor. Karanlıkla mücadeleyle kötülükle mücadele aynı şey. Karanlıkla mücadele için, ‘Karanlık kötüdür.’ deyip lanet okumaktansa bir tane mum yakacaksın. Kötülüğe karşı bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek gerekiyor. O hâlde biz psikolojik ve sosyal bağışıklık sistemimizi kuvvetlendireceğiz. En güzel yol o. Bunu yapmak için de ‘Kötülük şöyle kötüdür böyle kötüdür.’ diye anlatmaya lüzum yok. Pozitifi pekiştirme yöntemiyle iyi, doğru ve güzeli artırma yöntemiyle çalışacağız.” ifadelerini kullandı.
Kötülük aşısı küçük yaşta yapılmalı!
Anne babanın çocuğa kılavuz kaptan olması gerektiğine dikkat çeken Tarhan; “Kötülüğün aşısı var. Kötülük aşısını çocuğa küçük yaşta yapmamız gerekiyor. Kötülükten korumak değil. Kötülükten izole, sera çiçeği gibi büyütmek değil. Kötülük aşısı yapmak. Aşının özelliği nedir? Sulandırılmış virüsü verdiğiniz zaman vücut bağışıklık kazanır, öğrenir. Biz çocuğumuzu büyütürken, ‘Çocuğumuz kötülüklerden uzak dursun!’ diyoruz. Hâlbuki o hayatın gerçeğidir. Yani okula gidecek, arkadaşı onun oyuncağını alacak, kavga edecek ve oradan kendini savunmayı öğrenecek. Bırakacaksın hayatı öğrenecek. Ona hissettirmeden rehber olacağız. Annelik, babalık, çocuğun yerine geçip onu korumak değil, onu mutlu etmek değil onu hayata hazırlamaktır. Yani ebeveynler kaptanlığı çocuğa bırakıp kılavuz kaptan olacaklar. Yani fanus içinde yetiştirmek değil. Öyle olursa çocuk stres aşısı almadığı için sosyal ortama girdiği zaman bağışıklığı olmadığı için hemen hastalık kapar. Steril büyütülen çocuklar okula gider gitmez hastalıktan kurtulamaz ya bu da aynı ona benziyor.” şeklinde konuştu.
“Ferdi Tayfur, insanların damarından girmiş kalbine dokunmuş bir sanatçı”
Sanatçı Ferdi Tayfur’un vefatı hakkında konuşan Tarhan, ilk olarak sevenlerine baş sağlığı diledi. Müzik alanında dayatmacı devlet politikası arabeskin önünü açtı yerel doğal ve samimi Ferdi Tayfur sembol oldu diyen Tarhan; “Ferdi Tayfur, insanların damarından girmiş kalbine dokunmuş bir sanatçı. Ferdi Tayfur’un hayatına baktığımız zaman, sanat yönünün dışında başka yönleri de var. Mesela onda yerellik var. Yerel olmadan evrensel olamıyorsun. Yerel değerlerimizi almış, yerel değerlerimizle günümüzün, insanların ihtiyaçlarını işleyebilmiş. Duyguları ifade etme, hüzünlerini ifade etme, eşiyle, dostuyla, ailesiyle bağlarını ifade etme ihtiyacını karşılayabilmiş bir sanatçı. Mesela insanlar ‘Emmioğlu’ şarkısında bir şeyler duyuyor. ‘Bunda beni ifade etti.’ diyor. Orada zaten müzikle beyin aynı anda dans ediyor. Eş zamanlı... Beyin, coşku oluşturuyor. Yerellik, içtenlik ve doğallık var. Ferdi Tayfur’da yapmacıklık yok. Yerel olması, doğal olması, içten olması, insanlarda da çok olumlu bir etki yaptı. Şu anda vefat ettiği hâlde, arkasındaki böyle izlenim bırakması çok önemli. Allah’tan kendisine rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyorum.” dedi.
“Sosyolojik olarak ergenlik dönemindeyiz”
Kültürün doğru öğrenilmesi gerektiğini vurgulayan Tarhan; “Biz toplumda sosyolojik olarak ergenlik dönemindeyiz. Ergenler, ‘Ben kimim, nereye aitim, niçin?’ sorularını sorar. Türkiye’de çok uzamış bir ergenlik var. Ergenliğimizi sosyolojik olarak bitiremiyoruz. Sosyolojik olarak ergenliğimizi bitiremediğimiz için kendi kimliğimizi bulamıyoruz. Halbuki kişi kendine, ‘Ben kimim, nereye aitim, niçin?’ sorularını sorduğu zaman kendi kimliğini bulur, ergenliğini tamamlar. Ondan sonra kişi hayatındaki olumluluk dönemine geçer. Biz ona geçemiyoruz, hep çatışmalı bir toplum söz konusu. Bu coğrafya travma coğrafyası. Burada ayakta kalmak kolay değil. Kültürel olarak şu anda kültürel emperyalizm var. Elli sene sonra dünyada birçok kültür yok olacak. Şu anda yapay zekâ ile aynı şey yapılıyor. Dijital platformlarla aynı şeyler yapılıyor ama kendi kimliğimizi koruyalım, o platformlarda en iyi şekilde kendimizi ifade edelim. Çünkü batılılar bizim kültürümüze hayranlar. Anadolu’da hem maddi kültür hem somut kültür hem soyut kültür var. Biz kültürü somut kültüre indirgedik. Halbuki asıl kültür soyut kültürdür, felsefesidir, irfanıdır. Asıl kültür binaların içinde dolaşacak insanların kimliğini doğru inşa etmektir.” şeklinde konuştu.
Beyinde doğal serotonin için anlamlı bir yaşam!
Anlam mutluluğunun uzun vadeli mutluluğu hedeflediğini belirten Tarhan; “Batı dünyası bireyselliği bencillik olarak algılıyor. Hatta buna medeniyet krizi Kaliforniya sendromu deniyor. Kaliforniya sendromunun belirtisi Hedonizmdir. Hedonizme göre yaşamın amacı haz peşinde koşmaktır. Aristoteles 2 bin 500 yıl önce bunu söylemiş. ‘İki mutluluk var; hedonistik mutluluk ve ödomanik mutluluk’ diyor. Hedonistik mutluluk, haz mutluluğudur. Ödomanik mutluluk ise anlam mutluluğudur. Fikir, ideal, anlam peşinde koşan insandır. Hedonistik mutluluk, nörobilimin yeni bilgileriyle beyinde dopamin salgılıyor ve bitince tekrar istiyor. Anlam mutluluğu ise uzun vadeli mutluluğu hedeflediği için beyinde serotonin salgılatıyor. Kişi, anlam peşinde koşarken bir engelle karşılaşsa bile serotonin salgılamaya devam ediyor çünkü hedefi var. Dopamin, kokaine benzer bir şeydir. Haz verir. Beynin ödül sistemi, dopaminle çalışıyor. Bitince beyin tekrar dopamin ister. Serotonini ise antidepresanlar yükseltiyor, kaybı karşılıyor. Beyindeki doğal serotonini karşılayan şey, insanın anlamlı bir yaşam sürmesi, anlam mutluluğuyla yaşamasıdır. Uzun vadeli hedefi olan bir kimsedir. Hedef ve strateji odaklı düşünenlerin beyni serotonin salgılıyor. Sadece hazzı düşünen insanların beyni dopamin salgılıyor.” dedi.
“Anlam ve amaç yoksunluğu kişiyi ruhsal olarak zayıflatıyor”
Hayattaki zorluklara karşı onurlu bir duruş gösterilmesi gerektiğini aktaran Tarhan; “Anlam ve amaç yoksunluğu kişiyi ruhsal olarak zayıflatıyor, kırılgan yapıyor. Amaçsız insan, ufak bir çeldiriciden yoldan çıkıyor kolaylıkla yanlışa kapılıyor. Anlam ve amacı olan bir kimse hedefine doğru gider. Trafikte yola çıkıyorsun, nereye gideceğini bilmezsen bir yerde takılıp kalırsın. Tavşanla kaplumbağa gibi... Tavşan hedefini unutursa kaplumbağa onu geçiyor. Hayatta da böyle... Hayatın sonunda nasıl bir insan olmak istiyorsun, nasıl anılmak istiyorsun? Bu amaç önemlidir. İnsan amacını hedeflemezse limandan çıkmış, rüzgâr nereye eserse oraya giden bir gemi gibi oluyor. Uçurtmayı uçurtan rüzgâr değildir, uçurtmayı uçurtan rüzgara karşı uçurtmanın duruşudur. Onun rüzgâra karşı pozisyon almasıdır. Onun için asıl başarı hayattaki zorluklara karşı onurlu bir duruştur. Zafer kazanmak değildir. Zafer yolunda onurlu duruş gösterebilmektir. Bunu da ancak hedefi olan kişi yapabilir.” ifadelerini kullandı.
“Toksik ilişkilerden korkup gemiyi terk etmemek lazım”
Sabır kavramının önemine vurgu yapan Tarhan; “Toksik ilişkiler insanı geliştirir. Toksik ilişkilerden korkup gemiyi terk etmemek lazım. O toksik ilişkiler insanı olgunlaştırır. Burada çok önemli bir kavram var şu andaki insanların çok unuttuğu kavram, dayanıklılık eğitimi. Sabır kavramı. Bu zamandaki en önemli beceridir. Sabır kenara çekilip beklemek değil, meditatif bir eylemdir. Doğanın hız ve ritmine uymaktır. Aktif sabırdır. Amaca ulaşmak için beklemeyi başarabilmektir. Amacı unutmadan tahammül edeceksin. Böyle sabırlar acıdır ama meyvesi tatlıdır. Tahammül etmek zordur ama sonuçları çok güzeldir.” şeklinde konuştu.
Okunma : 68
ÜHA