Prof. Dr. Nevzat Tarhan kitabında insanın inandığı konunun gerçek olup olmadığını merak etmemesi olarak tanımlıyor “İnanca İman Sendromu” nu. Çünkü Tarhan’a göre inanan bir insan, inandığı şeyin gerçekliğini merak etmiyor ve araştırmıyorsa bu inancı temel bilimsel ilkelere uymayacaktır. İnanma ancak sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı oluyor.
Timaş Yayınlarından okuyucusuyla buluşan “İnanç Psikolojisi” isimli kitabında Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan,” Dünyanın yaradılış gayesi nedir? İnanç geni var mı? Din bir takıntı mı? Ruh nasıl bir programdır? Bilim ne zaman dinin alanına müdahale eder?…vs. birçok konuya açıklık getiriyor.
Rektör Tarhan bunun yanında bir de inanca iman sendromuna dikkat çekiyor. İnanan bir insanın, inandığı şeyin gerçekliğini merak etmiyor ve araştırmıyorsa; bu inancı temel bilimsel ilkelere uymayacağından bahseden Tarhan, inancın hakikatine dair sorgulama olmadan o bilginin yaşamı şekillendirmesinin zor olacağına vurgu yapıyor.
İnanca İman Sendromu başlığında Tarhan;
“Bu konuda Tanrı Yanılgısı kitabının yazarı Evrimsel Biyolog Richard Dawkins’n haklı bir yaklaşımı vardır: Dawkins, “Hıristiyan inanışlarının gerçek olup olmadığına dair en ufak bir ilgi duymadığını” söyleyen İngiliz politikacı Tony Benn için, Filozof Daniel Dennett’in “İnanca İman Sendromunun tipik bir örneği”, demektedir. Bu sözle kastedilen mananın, insanın inandığı konunun gerçek olup olmadığını merak etmemesidir. Dinî inanışları yalnızca ahlakî boyutuyla değerlendiren, etik açıdan rehber edinilemeyecek bir inancın bilimsel dahi olsa değersiz kılınacağı bu görüş; geleneksel, klasik diyebileceğimiz din anlayışıdır.
Taklidî diye nitelendirebileceğimiz bu inanışın kişiye, topluma, siyasete, ticarete dair faydalarını görüp, diğer taraflarını sorgulamadan kabullenme prensibini savunanlar; Dawkins gibi güçlü fikirleri olan kişiler karşısında cevapsız kalırlar. Zira inanma, sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olur. Akla yatkın, bilime uygun bir dini öğretiyi onaylamak daha kolaydır. Ayrıca yalanlar üzerine kurulu bir din anlayışına karşı çıkmak, ilahi hedefe de uyar. Ampirik verilere ters düşen dini öğretilerin itikat değil cehalet olduğunu kabul etmek, bilimin inancı zenginleştirmesini sağlar.
Diğer yandan kendi inancının sağlamasını yapan ve buna güvenen insan, inancını başkalarıyla tartışmaktan kaçmaz. Dinin etik değerine, güçlü ahlaki pusula olmasına, insanların içini rahatlatmasına, teselli gücüne, hayata anlam katma özelliğine hiç bir bilimsel görüş karşı çıkmamaktadır. İnanç sisteminin gerçekliğinden ve hakikati tartışmaktan korkmayan kişiler, çağımızın yöntemini kullanmış olurlar. İnançlarına güvenen kişiler teslimiyetle inanmanın hoşnutluğunu terk etmeden, teemmülle yani derin düşünme ile inanmanın sağlamlığını da yaşayan çağdaş dindarlardır.”
Şaban Özdemir (NPGRUP)
Okunma : 6128