Bu bayram günü yazıya Mesnevi’den sözle başlayayım:
“Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı, fikirli adam, gönül çarpılması vardır. (V., 111)”
‘Vaktiyle bir ülkenin yönetimini üstlenmiş olan Hükümdar, yanında has adamları olduğu halde ava çıkmıştı. Seyisin seçtiği en çevik ve en güzel ata binmiş, yanına burnu her türlü kokuya duyarlı av köpeklerini almış, av mevsiminde, ormanda av kolluyordu. Bir orman köyünden geçerken güzellikte cennet kızlarını aratmayan bir cariye gördü. Görünce hemen gönlünü kıza kaptırdı.
Adamlarına:
“Kabul ederse derhal bedelini ödeyin, bizimle gelsin” diye emretti.
Sordular, cariye, sahibinin de rızasıyla katıldı Hükümdar’ın heyetine. Av bitince saraya döndüler. Hükümdar, eş edindi ve tutkuyla bağlandı ona. İnsandı bu, hep aynı kararda durmuyordu. Kadın hastalandı, şiddetli bir ateşle yataklara düştü. Ülkede ne kadar ün yapmış doktor varsa çağrıldı.
Hükümdar:
“Benim sağlığım önemli değil, şimdi sizi canımın canı için çağırdım. O hasta. Her kim onun iyileşmesini sağlarsa, hazinemin kapıları ona sonuna kadar açılacaktır” dedi.
Hekimler aralarında bir heyet seçerek derhal işe koyuldular.
Hastayı defalarca muayene ettiler. Doğru teşhis koyabilmek için çabaladılar. Hekimbaşı, merak içinde bekleyen Hükümdar’a:
“Sultanım...” dedi. “Siz kaygılanmayın, onu tedavi edeceğiz, elimizde çeşitli ilaçlar var.”
Aradan günler geçti. Cariye bir türlü iyileşmiyor, günden güne eriyip gidiyor, sararıp soluyordu. Hükümdar, doktorların çaresizliğini görünce, iki rekat namaz kılarak istiğfarda bulundu, ellerini açıp dua etmeye başladı. Bu haldeyken uyuyakaldı.
Düşünde ak saçlı bir ihtiyar:
“Müjdeler olsun ey Hükümdar!” diyordu. “Dileğin kabul edildi. Yarın sarayına bizden biri gelecek, onu hemen kabul et ve hastanı göster.”
Hükümdar sevinçle uyandı.
Sabahı pencereden gözledi.
Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte bir pir çıkageldi. Hükümdar hemen kapıları açtırdı, buyur etti adamı. Hal hatır sorup söyleştikten sonra kadının yanına götürdü. Adam, kadını muayene etti:
“Hekimleriniz onu mahvetmiş!” dedi. “Şimdi herkes çıksın odadan, onunla yalnız kalmalıyım.”
Odayı boşalttılar.
Adam, kadının nabzını tuttu, kadına kim olduğunu, memleketini, hayatını, ailesini sordu. Bütün sırlarını öğrendi.
Nabzını tutarken hangi adı söylediğinde fazla atıyorsa onun üzerinde durarak daha ayrıntılı sorular sordu. Kadın, Semerkand’dan ve altından söz edilince heyecanlanıyor, nabzı fırlıyordu.
Adam, Hükümdar’a giderek, “Senin cariye...” dedi. “Semerkandlı bir kuyumcuya âşık. Buna gönül hastalığı denir. Sevgilisine kavuşmazsa kesin ölür, artık sen bilirsin.”
Hükümdar, gönül hastalığının önü alınmazsa ölümcül olduğunun farkındaydı. Derhal adamlarına emir verdi.
Semerkand’daki kuyumcuyu bulup getirdiler. Onları evlendirdi.’
............................
Tıp üzerine yazıları Ortaçağ Avrupa’sında hatta daha sonraları da tıp eğitimi alan öğrencilere okutulan filozof, hekim, yazar İbn-i Sina için de bir öykü vardır.
İbn-i Sina kendi döneminde Horasanlı vezirin hasta kızını tedaviye çağırılır.
Kızın âşık olduğunun farkına varan İbn-i Sina kızın sevdiğini bulmak için nabzını tutar.
Çeşitli isimler söyler.
Söylenen isimlerden birini duyan kızın nabzı yüksek atmaya başlar.
Nabız ile hastalık ilişkisine İbn-i Sina “gönül hastalığı” adını verir.
.............................
Kıssadan hisse...
İnsan gerçekten seviyorsa onun mutlu olması için en zorlu özverilerde bulunmayı bilmelidir.
Sevginin hası budur.
.............................
Benim son sözüm: Bayram günü eğer varsa kibri, boş gururu, inadı bırakın, dikenli kaktüs psikolojisinden bir güle ya da kaktüs çiçeğine verilen adla “sabra”ya dönüşün ve yüreğinizin dibindeki sevgi bırakın çıksın dışarı, onu izleyerek sevdiklerinizle kucaklaşın.
............................
Yukarıdaki satırlar “Haydi dikenlikten dön, gül bahçesine gel!” -Mesnevi Terapi- kitabındandır.
Yazarı Prof. Dr. Nevzat Tarhan. Timaş Yayınları. Mayıs 2012.
MİLLİYET
Okunma : 5358