TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Ruhu kalemiyle işleyen yazar Nevzat Tarhan...

Rektör Tarhan ALA Dergisi Hasbihal'in bu ayki konuğu oldu...

P1160496            Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Modern toplumun yalnızlaştırdığı insana kalbî bir muhabbet ve aklî bir çözüm sunan Mevlana'nın öğretisine Prof. Dr. Nevzat Tarhan, dünyada bir ilk olan yaklaşımıyla bugünden Mevlana'nın zamanına gidip onun değerlerini çağa uygun yöntemlerle işleyerek okuyucusunun dünyasına kalemini her oynatışında değer kattı.

Nöropsikiyatri Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı ve Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Mevlana Hazretleri'nin öğretisiyle aşkın dilinden kelâm etmeye, Mesnevi Terapi'den ruhun inceliklerine, tüm hanımefendilerin ruhuna işleyecek bir sohbet gerçekleştirmek üzere Âlâ hanımefendileriyle…

Alâ: Mesnevi Terapi'yi yazarken nasıl bir yöntem uyguladınız? Mevlana'nın yolu üzerinde mi durdunuz yoksa kitabınızda Mevlana ve öğretisinden mi yola çıktınız?

Nevzat Tarhan: Mevlana'da bütün bilge kişilerde olduğu gibi, verdiği bir mesaj kısmı bir de kullandığı metot kısmı vardır. Bu ikisinin bir esas yönünü ve bir de usul yönünü gözeterek Mevlana'yı ele aldım. Hz. Mevlana'nın mesajını ve Hz. Peygamberin mesajını birlikte düşündüğümüzde, mesaj aynı mesaj muhteva olarak, fakat Hz. Mevlana'nın kullandığı metot bulunduğu çağda daha etkili bir metot; o zamanın insanlarının ihtiyaçlarına uygun bir metot. Mevlana'nın vermek istediği mesajın özünü nasıl veririz, Mevlana'nın metodundan günümüze neler uygulanabilir sorularını sorarak Mesnevi Terapi'yi yazdım. Mevlana'yı geçmişten alıp bugüne getirdiğimizde ve Mevlana'yı sanki bugün yaşıyormuş gibi düşünüp aynı onun uyguladığı metodu, insanlarla ilişki biçimini ele aldığımızda çok ayrı bir kitleye ulaşılır diye düşünüyorum.

Daha çok kimseye ulaşmak için bu zamanın araçlarının kullanılması gerektiği görüşündeyim. Mevlana o zaman sadece kendisini ziyarete gelenlere ulaşabiliyordu; o zaman için ulaşım imkânları sınırlıydı. Şuanda Mevlana'nın sadece Konya'ya gelenlere değil, bütün dünyada insanlara ulaşabilmesi için bilimin kullandığı metodolojiyi, çağın getirdiği yenilikleri Mevlana'ya adapte etmek gerekiyordu.

Şu zamana kadar uygulanan, Mevlana'yı alıp mumyalayıp sanki bugüne getirirmişçesine bir yaklaşım, Mevlana'yı ancak tarihi kişilik olarak tarihteki değeri itibariyle ele alan, bu yöntemi benimseyenler açısından faydalı ve güzel. Ancak Mevlana'yı daha büyük kitlelere ulaştırmak ve Mevlana'yı dünya değeri yapmak gerekiyor. Bunun için de burada bilimsel metodoloji ve çağın getirdiği teknolojiyi kullanmak önemliydi.

Ben Mevlana'yı alıp bugüne getirmek yerine, Mevlana'nın zamanına gidip Mevlana'nın fikirlerini, yöntemlerini alıp bugünkü kıyafetlere ve yöntemlere uyarlamayı hedef aldım. Bu aynı zamanda psikolojide kullanılan bir terapi metodudur; bir insanın geçmişte yaşadığı olaylar, travmalar veya üzüntüleri varsa, klasik psikoterapi yöntemiyle kişinin yaşadığı olaylar bugüne getirilip günümüzde yaşatılır ve o kişiye de bir terapi uygulanır. Geçmişe giderek geçmişteki ritüelleri orada bırakıp özünü alarak günümüze getirmekti bizim amacımız. Mevlana'yı bu şekilde ele almak, daha önce okuduğum kitaplar arasındaki ilk yaklaşım.SONY DSC

Hatta bu tasavvufta da vardır, rabıta-ı mevt; ölüm rabıtası. Kişi sanki ölmüş, mezara konuyormuş gibi o kişiye bütün cenaze ritüelleri yaşatılır. Rabıta-ı mevt, kişinin ölümü hatırlaması, yaşarken ölümden dersler çıkartması için uygulanan bir metottur. Ama bunun için muhakkak bir tören gerekiyor. Ölümü hatırlatmanın, bir kimsenin hayatında başka bir metodu da var ki, kişi aklen ve kalben kendi geçmişine gider ve geçmişini düşünür, ölümü hatırlar, ölüm olayını fiilen değil, zihnen de düşünerek kendini ölümle bağlar. Böyle bir durumda kişinin muhakkak bir ritüele girmesi gerekmiyor; kişi, isterse o özü alıp bugünde yaşantının içerisinde uygular. Mesnevi Terapi'de, Mevlana'yı anlamak için muhakkak semâ yaparak anlarız, demek yerine kişinin aklen ve kalben Mevlana'yı kendi haritasına yerleştirip onun hayatına değer katan her değeri bugüne getirebilmeyi amaç edindim. Mesela Türk kahvesini yapmak zor bir ritüel gerektiriyor. Kahveyi tüm dünyaya Türkiye tanıttı ve buna karşılık insanlar, neskafe diye kolay ve hazır bir çözüm buldular. Kahve deyince en çok neskafe içiliyor, neden? Çünkü neskafe, hazır ve kolay bir yöntem. Muhakkak bir şeyin aynısını yapacağız, dediğiniz zaman yaygınlaşamıyorsunuz; özü koruyarak yaygınlaşmanın da bir metodu var. Mevlana'yı bir bakıma bütün dünyaya anlatabilmek için kullandığım metodun, yine bütün dünyada işe yarayacağını düşünüyorum. Çünkü bu kitapta hikâyeler var; bunlar, herkesin kendi hayatından yaşam payı bulabileceği hikâyeler.

Ruh dünyasıyla bilim birleştiğinde doğru düşünce ve doğru hareket elde ediliyor. Ruh dünyasını yönetebilmemizin ilk basamağı nedir?

Ruhun tam ne olduğunu bilemiyoruz. Zihin, beden ve beyin ayrı ayrı ele alınıyor. Beynin üzerinde bir zihin var ve bu zihin, beyni yönetiyor; zihin de bu kuantum dinamiği içerisinde. Evrende paralel bir beyin var sanki, 'kuantum beyni' diyebileceğimiz. Dünyayı kuşatan elektromanyetik bir enerji var. Enerji tavanlı bir evren var şuanda. Asıl olan, insanın beyni üzerinde bir zihin var ve bu zihni eğitmek kişiye bırakılmış. Bir ata, kediye, aslana baktığımız zaman, genlerinde ne kopyalanmışsa onu yapıyorlar. Bir örümcek. 1000 sene önceki yuvası neyse yine aynısını yapıyor, ama insan öyle değil; insan gelişebilen bir canlı. Böyle bir tekabül var insanda; mükemmele doğru bir gelişme var. Yemek içmek, üremek gibi temel özelliklerin dışında insanda soyut, sembolik ve kavramsal düşünce var. Düşünce üzerine kafa yorabiliyor ve teori üretebiliyor insan. Bu özellikler nedeniyle insanın madde üstü bir gerçekliği var. İşte bu gerçeklik, 'ruh' olarak tanımladığımız durum.

Şu zamana kadar uygulanan, Mevlana'yı alıp mumyalayıp sanki bugüne getirirmişçesine bir yaklaşım, Mevlana 'yı ancak tarihi kişilik olarak tarihteki değeri itibariyle ele alan, bu yöntemi benimseyenler açısından faydalı ve güzel. Ancak Mevlana 'yı daha büyük kitlelere ulaştırmak ve Mevlana'yı dünya değeri yapmak gerekiyor. Bunun için de burada bilimsel metodoloji ve çağın getirdiği teknolojiyi kullanmak önemliydi."

Nasıl davranacağı ile ilgili insana özgür irade verilmiş. Bunu iyi ve kötü bir spektruma benzetirsek aydınlıktan karanlığa siyahtan beyaza gibi bir benzetme yaptığınızda kişi verdiği kararlarla, attığı adımlarla, tercihlerle ilerliyor. Hayatın sonunda da belli bir birikim oluşuyor. İşte ruh yapımız, burada kendimize ve madde dünyasına yukarıdan kuşbakışı bakan bir bakışa sahip. Bu nedenle, ruh hastalıklarına 'marazı ruhî' deniyor. Bunun dışında 'aklî, kalbî hastalıklar' da deniliyor. Hangisi kalbî hangisi ruhî hastalıklar bunları ayırt etmek ayrı bir konu. Genlerimizde rol haritamız yazılmamış. Bu noktada anne babanın rehberliği, yaşadığımız toplumun rehberliği ve ilahî rehberlik var. İnsana hayatta kılavuzlar lâzım; Mevlana onlardan birisi. Semaî öğretiler, kutsal metinler neler söylemiş, o dönemde bunlara bakıyorsunuz, kendi yol haritanızı çiziyorsunuz. İşte bu ruhun gelişimi oluyor. İnsan, sonsuz iyiye ve sonsuz kötüye gitmek konusunda özgür bırakılmış. Bu özgürlük içerisinde doğru rehberlere ihtiyacımız var. Bu çağda da maalesef çirkine, yanlışa, kötüye çağıran çok rehber var ve iyiye, güzele davet eden çok az. Mevlana, olumluya, güzele davet eden bir rehber. Çünkü modernizm, bir ahlâk kuramı geliştiremedi; iyi kötü, doğru yanlış kavramını tanımlayamadı, çünkü varoluşun üzerine çıkamadı.

Modernizm, varoluş bunalımını çözemedi. Mevlana, varoluş bunalımını çözdüğü için Batı, Mevlana'yı bir seçenek olarak düşünüyor. Batı, Buda'ya çok yöneliyor. Buda'da olmayan bir şeyi Mevlana sunuyor;

Buda, 'Dünyayı terk et, mutlu ol!' diyor, Ferrari'sini satan bilge imajı veriyor, Mevlana'ya bakıyorsunuz, dünyayı terk et değil, dünya elinde olsun, ama gönlünde olmasın, diyor. Dünyayı fiilen terk et demiyor, kalben terk et diyor.

Hz. Mevlana, insanı bir gemiye, dünyayı da denize benzetiyor. Eğer denizi içine almazsan özgürce hareket edersin, içine alırsan batarsın. Dünya muhabbetini içine aldığın zaman gemi su alır, ama almazsan da okyanuslar senin olur. Mevlana, ilahi aşkı hedef ediniyor; ilahi aşkı hedef edinirsen gemi senin oluyor ve dünya sevgisini içine almadığın için gemiyi terk etmene gerek kalmıyor, Ferrari'ni satmana gerek kalmıyor. Mevlana'nın bu bakışı.

Batı için sihirli bir formül. Bunu anlatmamız lazım, yoksa Budizm'e yöneliyorlar. Materyalizmin de varoluş bunalımına çözüm üretememesi nedeniyle Batı insanı intihar ediyor. Mevlana'nın bu öğretisi, aslında Kur'an öğretisi ve bunu alıp bugün sosyal medyayı ve diğer yöntemleri kullanarak dünyayı bir bakıma bir sohbet odası hâline getirmemiz gerekiyor. Dünyayı sohbet odası hâline getirdiğimizde insanların Budizm'e yönelmesine ihtiyaç kalmayacak. Modernizm hastalığına maruz kalan insanın modernizmin getirdiği kazanımları kullanarak Mevlana'nın öğretisinin özünü de hayatına geçirmesi mümkün. Böylece insan, dünyayı amaçlamaz, ama dünyayı kendi amacı doğrultusunda yönlendirir. Bunu çağımızın insanına anlatmak için Mevlana bir fırsat diye düşünüyorum.

Mevlana duygu DNA'sını şifrelemiş, diyorsunuz. Peki, Mevlana'yı insanı tanımada bu kadar başarılı kılan neydi?

Mevlana'nın motivasyonu, Allah'a kavuşmak ve her şeyde onu düşünmektir. Mesela 'satan' kelimesi, uzaklaştırmak anlamındadır. Şeytanın amacı, insanı Allah'tan uzaklaştırmaktır. Bunun karşılığında Allah dostları ne yapar? Allah dostları, Allah'a yakınlaştırırlar. Şeytan, insanı Allah'tan nasıl uzaklaştırırım diye düşünürken, Mevlana, "ben ne yaparım da bu insanı Allah'a yaklaştırırım" diye kafa yormuştur. Bunu yaparken çağın yöntemini kullanmıştır. O çağın insanlarını etkileyecek en büyük şey, 'duygu temelli toplumdur.

 Özellikle Doğu toplumları, 'duygu temelli bir toplumuz biz' demiştir. O çağda bu daha da baskındır. Duygu sermayesi üretiyorsun, o sermayeyi ekonomik bir değer gibi ürettikten sonra, onu bir kaynak yönetimi gibi yönetiyorsun. Mevlana, ilk başta sevgi cömertliği yapmıştır. Allah'ın rızasını ve muhabbetini gaye edinmiştir. Daha sonra önüne Şems çıkmıştır. Şems'in onunla oynaması, ona acı çektirmesi Mevlana'yı pişirmiş, 'hamdım, piştim, yandım' derken çektiği acılardan sonra duyguların şifrelerini bu şekilde bulmuştur. Mevlana'nın en üstün tarafı ise, bunu kendine saklamamış olmasıdır. Bunu hep anlatmış, kendi çevresi de Mevlana'nın öğretisini aktarmış ve şanslı bir takipçisi de onları kaydetmiştir. Duyguları yönetmeyi, eğitmeyi Mevlana öğretmiştir. Şuanda bizim duygusal zekâ dediğimiz, duyguların eğitimi dediğimiz programa bakıyorsunuz. Mevlana kendi çağında bunu öğretmiştir. Önce bol miktarda aşkı, sevgiyi almış, sonra vahşi bir atı terbiye eder gibi onu terbiye etmiştir. Duyguları, ilahi rıza boyutuyla kullanmış, hakiki aşka mecazî aşkları aracı yapabilmiştir; insanları sevmiş, ama aşkın aşkını bulduğu için diğer duyguların şifrelerini keşfedebilmiştir. Mevlana, önce Allah'a ulaşmak için insanlarda bir istek oluşturmuş, sonra burada kalbî duygulan kullanma yönetimini sunmuştur. Bunu yaparken de Şems geliyor, ondan ney öğreniyor, kendi ritüellerini geliştiriyor. Mevlana'nın kullandığı bu üç özellik, terapide kullanılacak metotlar hâline geliyor. Sema törenlerinde kullanılan 3 özelliğin birincisinde dönme, ikincisinde müzik, üçüncüsünde felsefe var. 

"Modernizm, varoluş bunalımını çözemedi. Mevlana, varoluş bunalımını çözdüğü için Batı, Mevlana'yı bir seçenek olarak düşünüyor. Batı, Buda'ya çok yöneliyor. Buda'da olmayan bir şeyi Mevlana sunuyor; Buda, 'Dünyayı terk et, mutlu ol!' diyor, Ferrari'sini satan bilge imajı veriyor, Mevlana'ya bakıyorsunuz, dünyayı terk et değil, dünya elinde olsun, ama gönlünde olmasın, diyor. Dünyayı fiilen terk et demiyor, kalben terk et diyor. "

Kadın beyniyle erkek beynini kıyasladığımızda en belirgin farklar hangi noktalardadır?

İnsan beyninde sol beyin; mantık, muhakeme, analiz, konuşma ve hesaplamayla ilgili, sağ beyin; duygular, heyecanlar, mantık ve sanat ile ilgili. Burada erkek beyni, sol beyin; mantık, muhakeme, analiz, hesaplama gibi daha renksiz bir beyin. Sağ beyin; müzik, sanat, resim gibi heyecanlarla ilgili olduğu için duygusal kararların daha çok verildiği beyin. Ön beyne gelince, ikisi arasında dengeyi sağlayan beyin. Mevlana, sadece sağ beyni (duygusal beyni) harekete geçirmiyor. Mesela filozoflar, sadece sol beyni kullanıyorlar, edebiyatçılar ya da klasik tasavvufla uğraşanlar kalp dediğimiz sağ beyni kullanıyorlar. Burada ideal olan, ön beyni kullanmak, ikisi arasında denge kurmaktır. Bu nedenle kişi, aklı yücelten bir kişiyse akıldan kalbe yolculuk yapılır. Erkek beyninde olduğu gibi kişi, eğer duygulan yücelten bir kişiyse kalpten hareketle aklı eğitirsiniz ve ön beyin böyle eğitilir.

Erkeklerde akıldan kalbe bir gidiş, kadınlarda kalpten akıla doğru bir gidiş vardır. Mevlana, bu nedenle eril beyni değil, dişil beyni kullanmıştır; daha çok duygusal beyni kullanarak aklı öyle yönlendirmiş ve ön beyni yönetmiştir. Mevlana'nın yaptığı, kalpten hareketle aklı eğitmektir. Aşkı sınırsız ve sorumsuz bir aşk olarak ele almayarak aşka bakıyorsunuz, değerler katıyor ve insanları gerçeklerle yüzleştirerek aşkı terbiye ediyor.

Mevlana'yı bir şair, bir edebiyatçı, sadece insanın hoşuna giden şeyler söyleyen birisi olarak ele almak, Mevlana'yı anlamamaktır. Mevlana'nın sadece ritüel kısımlarına bakarak Mevlana'yı ve semâsını ele almak, müziğini ele almak, insanda uyandırdığı hoş duyguları ele almak yine Mevlana'yı anlamamaktır.

Âlâ okuyucusu hanımefendilere, son derece hassas olan kalplerini teskin ve kadın ruhlarını muhafaza etmelerine yönelik tavsiyeleriniz neler?

Mevlana'yı kadınlar çok daha iyi anlar. Mevlana'nın bize verdiği duyguların içine değerler kattığımızda, dürüstlük, sözünde durmak, empati bir değerdir. Bunları kattığımızda verdiği psikolojik duygu sermayesini iyi yatırımlara çevirmiş oluruz.

Bu nedenle Mevlana, bol miktarda sevgi ve duygu sermayesi veriyor ve bunu kullanarak hangi alanda yatırım yapacağımız bize kalıyor. Nasıl akademik bilgi, bir bilgi gücüyse duygular da bir bilgi gücü ve sermayedir. Toplumları harekete geçiren, insanları harekete geçiren duygulardır, ama nereye, nasıl gideceğini öğreten diğer akademik ve felsefî bilgilerdir. Duygular ve mantığı, ikisini bir arada ele almak gerekir. Mevlana, duyguları vermiş, mantıksal kararları insana bırakmıştır.

İlişkilerde güven duygusunu kazanmak önce kişiyi kazanmakla açıklanabilir mi?

Bu soru çok önemli! Aile içi ilişkilerde temel duygular vardır; sevgi, saygı ve güven. Duygulara muhakkak değerler katmak gerekiyor. Dürüstlük, sözünde durmak, bunlardan birkaçıdır. Bunları kattığımız zaman sevgi, güven temeline yerleşmiş oluyor. Amacı aslında güven sağlamak. Sevgi olduğunda korkular azalır, korkular azaldığında güven artar. İnsan ilişkilerinde duygular da yatırım gibidir. Uygun yerde uygun yatırımı yapmadığınız zaman bir anda bütün sermayeyi tüketebilirsiniz. Önemli olan, duygulan da yerinde ve zamanında kullanabilmek. Mevlana, duygu ve sevgi cömerti, bunları vermiş. Daha sonra bir anne babanın çocuğuna para verdikten sonra bunu nasıl yöneteceğini öğretmesi gibi duyguları da kullanmayı öğretecek yollar göstermiştir. İnsan, kendisini güvende hissettiği zaman ilerleyebiliyor. Bir kaplumbağa gibi; kaplumbağa, kendisini güvende hissettiği zaman başını çıkartır ve ilerler hayatta. Güvende hissetmediği zaman kabuğuna kapanır. İnsan da öyle, kendini güvende hissettiği zaman özgür oluyor. Sevgi, güven duygusunu uyandırırsa, o zaman kişiyi harekete geçirir, hayat yolunda ilerletir.

Sevgiye güven verilebilmesi için muhakkak o sevgiye ahlâk katmak gerekiyor. Sevgiye ahlâkî değerler kattığımız zaman, sevgiye güven katmış oluyoruz.

Hayatta sığınacağınız bir limanımız olması gerekir. Bu olmadığında gelecek kaygıları başlar. Modernizm, bu güveni verecek gücü oluşturamadı. Çünkü hayatı dünyayla sınırlı gördü. Ölüme çözüm üretemedi, hayata anlam katamadı ve teselli veremedi. Dolayısıyla varoluş kaygısını giderebilmek için Allah'a sığınmak ve varoluşun hikmetini bilmek gerekiyor. Mevlana, bunu öğrettiği için güven oluşturuyor, evrenin varoluş korkusunu gideriyor. Dünyayı bir gemiye benzetiyorsak onun kaptanına güvenmiş oluyoruz.

Kaptanımıza güvenince rahat rahat ilerleyip dolaşabiliyoruz. Öbür türlü ancak unutarak, düşünmediğimiz zaman ilerleyebiliyoruz. Hastalık olduğu zaman, bir musibet olduğu ve ölüm adına bir şey olduğu zaman korkuya kapılıyoruz.

Ölümden sonraki hayatı düşünmeyen kişiler, 50 yaşlarına geldiği zaman krize ve yaş dönümü bunalımına giriyorlar. Ahireti kabul etmeyen kültürdeki insanlar, 50 yaşına kadar para kazanıyor, 50 yaşından sonra kazandıklarını harcamaya başlıyorlar. Museviler de öyledir; kendilerini ölümü düşünmeyerek rahatlatmak gibi bir yol seçiyorlar. Bu varoluş bunalımını çözememeye bağlıdır. Bu bunalımı çözdüren bir formül bulmuş Mevlana. Varoluş bunalımını çözdüğün zaman kendini güvende hissediyorsun ve kendini güvende hissettiğin zaman, riske de girebiliyorsun. Hayatta kriz yönetimini yapabiliyorsun. Mesela bir darağacı var. Her gün bir adım atarak oraya gideceksin. 100 metre ileride darağacı ve 100 gün sonra asılacaksın. Şu durumda yaptığın hiçbir şey sana zevk vermez ki, ölüm öyle bir gerçek. O hâlde ne yapacaksın? O darağacının arka planını keşfedersen, darağacının bir bakıma bir boyut değiştirmek olduğunu ve oranın bir son olmadığını gördüğün zaman ölümü sevmeye başlıyorsun.

Ölüm hakkında düşündürüyor Mevlana ve ölümü sevdiriyor. Bu sayede ölümü de hayatı da aynı anda sevdirmiş oluyor.

Mevlana, ritüellerinde ölümü, 'sevdiğine kavuşma' olarak empoze etmiştir. Şeb-i Arûs mesajı verirken bakıyorsunuz, semazenin üstünde beyaz bir kefen; tennuresi var. O beyaz tennurenin anlamı; bebeklerde bebek bezi, insanlarda ve ölümde kefen. Bir bebeğe sarılan ilk bebek bezinden kefene kadar bir beyazlık var ölümde, bir masumiyet var. Diğer taraftan başındaki uzun kavuk, kabri hatırlatıyor. Bir eli açık bir eli lâl; kendine saklamıyor, insanlara veriyorsun. Burada toplumsal fayda var. Aşkın felsefesini yapmış bir kahraman denilebilir Mevlana'ya. Bu nedenle tarihte iz bırakmıştır.

Sevgiye güven verilebilmesi için muhakkak o sevgiye ahlâk katmak gerekiyor. Sevgiye ahlâkî değerler kattığımız zaman, sevgiye güven katmış oluyoruz. "

Kitabınızın birçok bölümünde konuyla ilgili olarak yer verdiğiniz hikâyelerin, çocukluğumuzdan bugüne üzerimizde nasıl bir etkisi var?

Bu hikâyelerde dikkat ederseniz şöyle bir nokta var; davranışçı bilişsel teori yöntemi. Davranışçı bilişsel teori yöntemi, psikanalizin bir bakıma alternatifi olan ve şuanda en yaygın olan metottur. Bu metotta kullanılan bilişsel inanış ölçeği, 128 ölçektir ve bu ölçekteki kişinin hayatındaki olumsuz düşünce kalıplarını buluyoruz. Terapide o yanlış inanışları kişide düzelterek kişinin hasta olmamasını sağlayıcı şeyler yapıyoruz. Mevlana bunları kullanmış. Bu hikâyelerde insan düşünüyor: ruh dünyamızdaki yeri ne bunun? Ruh dünyamızdaki hangi olumsuz kalıp düşünceyi iyileştiriyor, olumlu hâle çeviriyor. Mevlana, bu metaforları kullanarak analoji yapmış, böylece hikâyeleri almış, mecazları kullanmış, benzetmeler yaparak günlük yaşantımızda değişimlere sebep olmuş. Mevlana, farkındalık eğitimi vererek kişinin kendini tanımasını sağlıyor.

Mevlana, kendisine bile önyargısız bakabilme becerisi kazandırıyor insana. Kişideki olumsuz kalıp düşünceler yerine olumlu kalıp düşünceler veriyor kalbine ve ruhuna.

Giyimin insan psikolojisi üzerindeki etkisinden bahsedebilir miyiz biraz da?

Giysiyi bir zarf gibi düşünün. Zarfın dış kısmı bir de mazruf var; içi var. İnsan, dış görünüşüyle kabul edilir, iç görünüşüyle uğurlanır. İlk izlenimde dış görünüş önemli ve gereklidir. Mevlana, bu zamana kadar model olabilecek insan tanımlamasını yapmıştır. Bu nedenle Mevlana'nın yöntemi kendine hastır.

İnsanın yaratılışında mükemmele karşı bir muhabbet vardır; mükemmeli sevmek, insanda genetik olarak kodlanmış bir bilgidir. Birisine kızsanız bile, iyi bir iş yaptığında onu takdir edersiniz. İnsanda kemâli sevmek ve cemâli sevmek vardır. Mevlana, celâlin üzerine cemâl örtüsünü örtmüş ve kemâli bulmuş. Böylece, mükemmel insan modelini ortaya çıkarmış.

ALA DERGİSİ

 

Okunma : 6235

 

Haberler

Foto Galeri