Yurdun çeşitli bölgelerinde çıkan yangınlarda insanların, ağaçların ve canlıların hayatını kaybetmesi herkesi derinden etkilerken, bir taraftan da eko-anksiyete konusunu gündeme getirdi. 'Eko-anksiyeteyi çevresel felaketlerin insanlarda endişe oluşturması' olarak tanımlayan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kaygının küresel olarak çoğaldığını, özellikle çevre bilinci olan kişilerde daha çok görüldüğünü söyledi.
Prof. Dr. Tarhan, "Çünkü insan da tahmin edilebilirlik özelliği var. Diğer canlılardan farklı olarak insan dışı hiçbir canlı da tahmin ve öngörülürlük özelliği yok. Bu nedenle insan soyut bir kavramken basından duyduğu, kulaktan dolma duyduğu, ciddi şekilde iklim ortalamanın üzerinde sellerin olması, yangınların olması, doğal afetlerin artması ve bazı görünmeyen şeyler var... Mesela ağaçlar çiçek açıyor, meyve verme oranları düşüyor. Bu nedir? Arıların azalması, arı popülasyonun azalması. Bütün bunlar hepsi ciddi bir bilimsel öngörüler. Çevre olarak dünyanın çok kötüye gittiği görünüyor. Böyle olarak çevre anksiyetesinin ortaya çıkması çok doğal. Çünkü kötü dünya sendromu diye bir sendromdan bahsediyoruz. Zaman zaman geleceğini güven de hissetmeyen kişiler genellikle politik nedenlere bağlanırdı. İnsanın kontrol edemeyeceği şeyler var çevreyle ilgili. Kontrol edemeyeceği şeyler de belirsizliğin olması" dedi.
Sosyal medya etkisi
Tarhan, "Sosyal medyadaki bilgileri normal bir insan bilgiyi üç defa 1-2-3 deyip düşünüp öyle inanacaksak böyle durumlar da hepimiz sosyal medyanın tuzağına düşebiliyoruz. İnsanız sonuçta. Ama sosyal medyadaki bilgileri de kültürün oluşması da zaman alıcı bir şey. Eko kaygı acısından da sosyal medya da gerçekten faydalı olma potansiyeli olan bir alan. Çünkü insan çevresinde yaşadığı canlılara, hayvanlara karşı olan saygısızlıkları rahat dile getirebiliyor. Böyle durumlarda ve bu paylaşım oluyor ve bununla da olumlu şeyler de paylaşılıyor. İşte kaplumbağa yardım paylaşılıyor. Köpeğin ayağının alçıya alınması paylaşılıyor. Bu iyi özellikleri de paylaşabilir sosyal medya. Bunun için bizatihi sosyal medya tarafsızdır. İyiye yönlendirilse iyi şeyler yapar, yanlışa yönlendirirse yanlış yapar. Sosyal yönden kaygısı, katkı sağlaması sosyal çevre kültürünü toplumda artırmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Çünkü dünya doğa açısından iyiye doğru gitmiyor, kötüye doğru gidiyor" ifadelerini kullandı.
"Kaygıyı yönetmenin yolu; Kaygıyla ilgili zihinsel bir plan yapmak"
Tarhan, "Bu kaygı sürecini yönetmek için önce kendi içimizde bu konunun haklı bir kaygı olduğunu bilinmesi gerekiyor. Kişinin özellikle genç çocuklarına ve torunlarına daha iyi bir dünya bırakmak istiyorsa bu kaygı haklı bir kaygı. O halde bununla ilgili bu konuyu umursamayan böyle politik tutumlara karşı ciddi şekil de karşı görüş ifade etmesi gerekiyor. Önyargılardan uzak görüş ifade etmesi bununla ilgili somut adımlar atarsa kaygı yönetilir. Ama bazı insanlar var çok yakınmaca oluyor. Hep söyleniyorlar hiçbir şey yapmıyorlar. Bu kişilerin kaygısı gittikçe büyüyor. Kaygıyı yönetmenin yolu; kaygıyla ilgili zihinsel bir plan yapmak, o konuda adımlar atmak, çevre kültürü geliştirmeye çalışmak, çocuklara öğretebilmek, hikayeler, kitaplarla desteklemek gerekiyor. Çocukta bu kaygı daha da çok oluyor, gelecekle ilgili endişenin ortaya çıkması çevre bilincinin oluşması açısından çok önemli. Çocuklar ve gençler genellikle büyüklere bakarlar, ona göre pozisyonlarını alırlar. İyi örnek olabilmek, bu konuda medyanın da sorumlu davranması gerekiyor. Sosyal medya plansız bir medya, dezorganize medya ama planlı medyanın da bu konuda çevre bilincine katkı sağlayacak planlar, projeler yapması lazım. Hatta TÜBİTAK bu konu ile ilgili projeler yapmalı. Kalkınma ajansları projeler yapmalı. O habitatı korumak için hayvanlarla ilgili konular desteklenmesi gerekiyor. Çevre bilincine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var" diye konuştu.
Okunma : 2190