Tarhan: “Olumsuzluklar, büyümenin bir parçasıdır!”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İstanbul Aydın Üniversitesi tarafından düzenlenen PDR Zirvesine katıldı. İstanbul genelinden yaklaşık bin eğitimcinin katıldığı programda “Psikolojik Sağlamlık ve Motivasyon” başlığında konuşan Tarhan, zorluklar karşılaşışında esneyip tekrar eski hale gelinebilmesi için psikolojik sağlamlığın öğrenilmesi gerektiğini belirtti. Yaşanan sorunların büyümenin bir parçası olduğunu hatırlatan Tarhan, sorun odaklı değil çözüm odaklı olunması gerektiğini vurguladı. Yapay zekanın doğru kullanılması gerektiğini de dikkat çeken Tarhan, yanlış kullanıldığında hayatı alt üst edebileceğini söyledi.
İstanbul Aydın Üniversitesinde düzenlenen zirveye alanında uzman birçok isim katıldı.
“Önemli olan sıradan şeylerle mutlu olabilmektir”
Psikolojik sağlamlığın nasıl yakalanabileceğini anlatan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Psikolojik sağlamlık denildiğinde kişinin bundan ne anladığı çok önemli. İngilizcede bu kavram psychological resilience olarak geçiyor. Aslında sağlamlık kelimesi bu anlamı tam olarak karşılamıyor. Bizim kültürümüzde daha çok yılmazlık, güçlü olmak gibi algılanıyor. Bu kavramın arka planında esneklik var. Bir zorlukla karşılaşıyorsunuz, esniyorsunuz ve sonra tekrar eski halinize dönebiliyorsunuz. İşte bu yüzden psikolojik sağlamlığın öğrenilmesi gerekiyor. Bu konuda birçok çalışma yapıldı. Bu çalışmalardan en bilinenlerinden biri PERMA modeli. PERMA modelinin ilk ayağı positive emotion yani pozitif duygu durumu. Yani pozitif düşünce değil pozitif duygu. Olaylar karşısında pozitif bir ruh hali içinde olabilmek. Bazı insanlar vardır hep savunmada yaşar, sürekli negatif düşünür, öküzün altında buzağı arar. Böyle bir kişide psikolojik sağlamlık gelişemez. İkinci adım engagement yani angajman. Kişinin yaptığı işe tam olarak dahil olması. Mesela bir öğrenci derse girdiğinde zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsa, akış duygusunu yaşıyorsa bu psikolojik sağlamlığın bir göstergesidir. Üçüncü adım relationships yani ilişkiler. Sağlıklı ilişkiler kurabilmek çok önemli. Stresli bir durumla karşılaştığında soğukkanlı kalabilmek, yaşanılan olaylardan ders çıkararak yola devam edebilmek. Buna geliştiren travma deniyor. Dördüncü adım meaning yani anlam. Yaptığınız işin bir anlamı varsa bu sizde tatmin duygusu oluşturur. Anlam yoksa beyin sadece dopaminle çalışır. Dopamin haz hormonudur. Oysa serotonin mutluluk hormonudur ve anlamla ilgilidir anlam odaklı bir mutluluktur. Beşinci ve son adım achievement yani başarılar. Buradaki başarı küçük başarılar. Hep büyük başarıların peşindeyseniz ve gerçekleşmediğinde mutlu olamıyorsanız bu sürdürülebilir değildir. Önemli olan sıradan şeylerle mutlu olabilmek bir tebessüm, birine küçük bir iyilik yapmak, hatır sormak gibi. Rutinlerden keyif alabilmek. İşte bu kişiler psikolojik sağlamlığı yakalayabilen kişilerdir.” diyerek sözlerine başladı.
“Pozitif psikolojinin alt dallarından biri de iyilik psikolojisidir”
İnsanın sosyal bir varlık olduğuna dikkat çeken Tarhan; “Pozitif psikolojinin alt dallarından biri de iyilik psikolojisidir. Bu alanda birçok çalışma yapılmaktadır. Bir hocamız, ‘Biz okullarda akran zorbalığını değil, akran nezaketini çalışıyoruz.’ demişti. Bu çok önemli bir bakış açısı. Harvard Üniversitesi'nin 136 ülkede yaptığı bir araştırma var. Bu araştırmada, hayırsever ve cömert iş insanları ile hayırsever olmayan iş insanlarının mutluluk puanları karşılaştırılmış. Sonuçlar, hayırsever ve cömert olanların yüzde 23 oranında daha mutlu olduğunu gösteriyor. Bu psikolojide helping others diye geçiyor. Yani başkalarına yardım etmek, kişinin kendini aşması, hedefinin bir üst seviyesine ulaşmasıdır. Bu yaklaşım psikolojik sağlamlığın da genel çerçevesini oluşturur. Günümüzde pozitif psikolojinin artık 2.0 versiyonu geliştirildi. Bu yeni yaklaşımda odak, daha çok anlam ve amaç üzerinedir. Çünkü insanı diğer canlılardan ayıran temel fark budur. Diğer canlılar için barınmak, yemek, içmek yeterlidir. Ancak insan böyle değildir. İnsan kendini güvende hissetmeye, başkalarıyla ilişki kurmaya, toplum oluşturup sosyalleşmeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçlar karşılanmadan insan mutlu olamaz.” ifadelerini kullandı.
“Pozitif duygu durumu kişilik yapısıyla yakından ilişkilidir”
Epigenetik kavramına değinen Tarhan; “Pozitif duygu durumu kişilik yapısıyla yakından ilişkilidir. Kişilik tipleri üzerine yapılan çalışmalarda 12 farklı kişilik tipi tanımlanmıştır. Amerika Psikiyatri Birliği zamanla bu sayıyı 10’a düşürmüştü ancak DSM-III’te bu sayı 12. Kişilik tipleri genel olarak üç kümeye ayrılır A Kümesi, B Kümesi ve C Kümesi. Bu kümeler içinde bazıları kişilik bozukluğu, bazıları ise kişilik eğilimi olarak değerlendirilir. Toplamda 14 farklı kişilik eğiliminden söz edilir. İnsanın kişilik yapısı genetik ve çevresel etkenlerin birleşimidir. Bu yapının yaklaşık yüzde 30-40’ı genetiktir. Bunu bir bina yapısına benzetebiliriz. Binanın taşıyıcı kolonları nasıl yapının yüzde 30-40’ını oluşturuyorsa kişiliğin de genetik kısmı bu kadardır. Geri kalan yüzde 60-70’lik kısım ise epigenetik unsurlardan oluşur. Tıpkı binanın elektrik, su ve diğer iç donanımları gibi. Epigenetik yaşam boyunca öğrenilen çevresel etkilerle şekillenen davranış kalıplarıdır. Bir bilginin önce zihne gelmesi gerekir. Ardından bu bilgiye bir duygu eklendiğinde, o bilgi artık bir inanışa dönüşür. Bu inanış süreklilik kazanırsa bir alışkanlık haline gelir. Eğer bu alışkanlık yaklaşık altı ay boyunca devam ederse, kişilik özelliğine dönüşür.” şeklinde konuştu.
“Yaşanan olumsuzluklar aslında büyümenin bir parçası…”
Hayat olaylarına karşı sorun odaklı değil çözüm odaklı olunması gerektiğini vurgulayan Tarhan; “Yaşadığımız hayat olaylarının bir tehdit boyutu bir de fırsat boyutu var. Akıllı insan sadece tehdidi değil aynı zamanda fırsatı da görür ve fırsat boyutuna odaklı bir plan yapar. Kendimizi yazda bile olsak kışa hazırlamalıyız. Oturup kışı beklemek doğru bir tutum değildir. Çünkü sadece kışı beklersek stres seviyesi artar ve insan mutsuz olur. Hayatta karşımıza çıkan olayların bazıları bizim gücümüz dahilindedir bazıları ise değiştiremeyeceğimiz şeylerdir. Yeni nesil psikoterapilerde bu noktada kullanılan yöntemlerden biri de radikal kabullenme metodudur. Bu yöntemle kişi, gücünün yetmediği ve değiştiremediği durumları kabullenir. Ardından buna göre bir B planı, gerekirse C planı geliştirir. Kişi bu durumu değiştirmek için savaşmaya devam ederse örneğin ciddi bir hastalıkla karşı karşıyaysa sürekli, ‘Bu neden benim başıma geldi? Nasıl oldu bu?’ diye düşünmek yerine ‘Bu durumu en iyi nasıl yönetebilirim?’ sorusunu sormalıdır. Psikolojide travma sonrası büyüme ölçekleri vardır. Bu ölçeklerle travma yaşamış bireyler değerlendirildiğinde, bazı kişiler bu süreci bir büyümeye dönüştürebiliyor. Ancak travmayı büyümeye çeviremeyen bireylerde genellikle sorun odaklı düşünme tarzı görülüyor. Çözüm odaklı bireyler ise sorundan ders alır, çözüm üretir ve gelişir. Bu da insanı güçlendiren bir süreçtir. Yaşanan olumsuzluklar aslında büyümenin bir parçası. Gençler eğer bu bakış açısını kazanabilirlerse daha sağlıklı gelişebilir. Eskiden gençler yokluk içinde olgunlaşırdı. Şimdiki kuşak ise varlık içinde büyüyor. Varlık içinde olgunlaşmak daha zor. Çünkü her şey önlerine hazır sunulmuş oluyor. ‘Niye ders çalışayım ki?’ diyebiliyor gençler. Bugünün gençleri biraz konformist ve benmerkezci ama aynı zamanda çok da sevimliler. Eğer onlara iyi örnek olabilirsek varlık içinde olgunlaşmayı da öğrenebilirler. Bu nedenle varlık içinde yaşayan bir bireyin motive olabilmesi için varlık uğruna emek vereceği, mücadele edeceği bir ego ideali olması gerekir.” dedi.
“Küçük yaşlarda sorumluluk eğitimi verilmesi gerekiyor”
Çocuklara dayanıklılık eğitiminin verilmesi gerektiğini belirten Tarhan; “Çocukların psikolojik sağlamlıklarını artırmak için küçük yaşlarda sorumluluk eğitimi verilmesi gerekiyor. Çocuğun her isteğini anında karşılamak yerine ona doyumu erteleme becerisi kazandırmak ve dayanıklılık eğitimi vermek gerekir. Bunun için çocuğa bir amaç verilmeli ve bu amacı başarması sağlanmalıdır. Özellikle 4-6 yaş aralığı bu eğitimlerin verilmesi açısından kritik bir dönemdir. Bu dönemde çocukların beyinlerindeki haz alanları, sadece anlık zevk veren bir kaynak olmamalıdır. Yani çocuk sadece oyun ya da ekranla dopamin alan bir yapıya sahip olmamalı. Bu yaşta çocuklara müzik, sanat, yardımlaşma gibi alanlar öğretilmelidir. Böylece beyinde farklı haz kaynakları oluşur. İleride bu kaynaklardan biri devre dışı kalsa bile diğerini kullanabilir. Eğer çocuk sadece tek bir haz kaynağına, yani tüketime odaklanırsa bu durum ileride madde bağımlılığı gibi ciddi sorunlara yol açabilir. Bu nedenle çocuğun beynine erken yaşta multitask yani çok yönlü deneyimler kazandırmak gerekir. Aynı zamanda duygu regülasyonu da öğretilmelidir. Yani çocuk farklı alanlardan keyif almayı öğrenmeli, duygularını yönetebilmeli.” ifadelerini kullandı.
“En etkili eğitim rol model olmaktır”
Ebeveynlerin birlikte hareket etmesi gerektiğini vurgulayan Tarhan; “Karı koca ilişkisi sona erebilir, evlilikler bitebilir ama anne babalık asla sona ermez. Eğer boşanmak zorunda kalınmışsa akıllı ve bilinçli ebeveynler çocuğun iyiliği için birlikte hareket etmeye devam edebilir. Bu durumda çocuk parçalanmış bir ailede büyüse bile daha az zarar görür. Çocuk, ‘Annemle babam hala benim iyiliğim için iletişim kuruyor.’ diye düşünürse bu çocuğun duygusal gelişimi açısından çok kıymetlidir. Ancak çocuk bir ebeveynin yanında diğerini kötülediğine şahit oluyorsa bu güvenli bağlanmayı zedeler. Çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu nerede nasıl davranacağını öğrenemez. Sosyal normlar zihninde oturmaz iç dünyasında karmaşa yaşar. Evde güvenli bir ortam varsa, çocuk ailesini bir sığınak gibi görüyorsa, hata yapsa bile geri gelir. Ayrıca çocuklara küçük yaşlardan itibaren ‘Hayatının sonunda nasıl bir insan olmak istiyorsun? Nasıl anılmak istiyorsun? Topluma ne üretmek ne bırakmak istersin?’ sorularını sormak lazım. Çocuk bu sorular üzerinde düşündükçe hedefleri şekillenir ve o hedefe giden yolun her zaman çiçeklerle dolu değil bazen de taşlı olduğunu kabul eder. Eğer anne baba bu zorluklarla baş etme konusunda iyi bir örnek olursa çocuk da bu becerileri öğrenir. Burada en etkili eğitim rol model olmaktır.” diyerek sözlerine devam etti.
“Yanlış kullanırsak hayatı altüst edebilir!”
Yapay zekanın doğru kullanılması gerektiğini belirten Tarhan; “Teknolojinin geldiği son noktada artık yalnızlığı gidermek için geliştirilen yapay zeka destekli sohbet uygulamaları var. Hatta biri espriyle karışık ‘Kayınvalideme bu programı vereyim, biraz onunla oyalanır.’ demişti. Gerçekten de yapay zeka bilgiye hızlı ulaşma, bazı süreçleri kolaylaştırma gibi işlevlerle hayatımıza katkı sunuyor. Ancak bu noktada çok kritik bir detayı atlamamak gerekiyor. Yapay zekanın bilinci yok. Ona ne verirsek o kadarını yorumlar ve üretir. Bu nedenle çoğu yapay zeka uygulamasının altında şu uyarı yer alır ‘Bu bilgiler yanlış olabilir.’ Evet, yapay zeka hayatı kolaylaştırabilir, terapi süreçlerine destek olabilir, hatta yalnız hissettiğinizde size eşlik edebilir. Ancak asıl kararı her zaman kişiyi yakından tanıyan ve duygusal zekaya sahip bir insan vermelidir. Çünkü bir yazılım sizin güçlü ve zayıf yönlerinizi bilemez sizi gerçekten anlayamaz. Özellikle ergenler için durum daha riskli. Bazı gençler yapay zeka uygulamalarıyla yoğun duygusal bağlar kurabiliyor. İngiltere’de yaşanan bir olayda, 14 yaşındaki bir kız çocuğu yapay zeka ile girdiği etkileşimi gerçek zannetti. Yapay zeka onu seviyor sandı birlikte ölme kararı aldı. Sonunda bir intihar girişimi yaşandı. Bu olay, yapay zekanın değil bir çocuğun algı karmaşasının, duygularla gerçeği ayırt edememesinin bir sonucuydu. Şunu unutmamalıyız teknolojinin kendisi bizatihi tarafsızdır. Onu hangi amaçla kullandığımız burada önemlidir. Doğru kullanırsak bilgiye hızlı ulaşır işleri kolaylaştırır. Yanlış kullanırsak hayatı altüst edebilir.” ifadelerini kullandı.
“Usta çırak ilişkisi, eğitimin özüdür”
Teorik bilgilerin olgularla birleştiğinde kalıcı hale geldiğini belirten Tarhan; “Öğrenmek sadece kitaplardan değil yaşanmışlıkların içinden de olur. Usta çırak ilişkisi, eğitimin özüdür. Çünkü teorik bilgiler ancak olgularla birleştiğinde kalıcı hale gelir. Yaşanmış olaylar üzerinden düşünmek, analiz yapmak ve anlatmak. İşte bu öğrenme piramidinin zirvesidir. Anlatarak öğrenmek. Dinleyerek öğrenme en alt sıradaysa projeler yaparak, sunumlarla anlatılarak öğrenmek en üsttedir. Bu yüzden dünya genelinde artık proje temelli öğrenme modelleri yaygınlaşıyor. Bir grup öğrenci bir araya gelip bir konuyu araştırıyor, projeyi geliştiriyor ve sınıfa sunuyor. Bu hem özgüvenlerini geliştiriyor hem bilgiyi içselleştirmelerini sağlıyor. Küçük yaşlardan itibaren aktif katılım, kalıcı öğrenmenin anahtarı. Bunun için öğretmenler daha çok yoruluyor, daha çok emek veriyor. Bu emeği şimdi vermezsek, gelecek kuşaklar bize sitem edecek.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Fotoğraf: Elifnur Celep