Kişinin benlik algısının yanı sıra bir de benliğinin olduğunu kaydeden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ben algısı, olan benliğe en yakınsa o kişi kendisiyle barışık kişidir. Mesela benlik algısı, kişinin olduğu benden daha yüksekse o kişide büyüklük hastalığı ortaya çıkıyor. Olan benliğiyle kişinin algıladığı benlik aşağıdaysa kişi depresif, ürkek, korkak ve çekingen oluyor. Olduğu benlikle benlik algısı aynıysa bu kişi ruh sağlığı yerinde olarak kabul ediliyor” dedi. Kişinin güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olmasının önemine işaret eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, geçmiş ya da geleceğe odaklanmak yerine bugünü yaşamanın başarıyı getireceğini vurguladı.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, TRT RADYO 1 Ailece programında ego ve benlik duygusuna ilişkin değerlendirmede bulundu.
Ego ile benlik duygusu karıştırılıyor
Ben duygusunun bizi biz yapan duygu olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ego ile benlik duygusunun karıştırıldığını ifade ederek “Ego Türkçe’de genellikle ben diye söyleniyor. Fakat egoyla self var, bu ikisini karıştırıyoruz. Self benlik duygusu demektir. Ego Osmanlıca enaniyet diye geçiyor. Kişinin ben dediği zaman bir hissetmesi var ve bu şu anda bilim çalışmalarında bilim adamlarını çok şaşırtan bir şey. Hatta evrimi bile altüst eden bir duygu bu, ben duygusu. Bir insan doğuyor, doğduğundan itibaren hep benim diyor. Bazen ben diyen birisi başka bir ben ile kendisini değiştirmiyor. Bakıyorsun insanda benlikler arasında değişiklikler olmuyor” dedi.
Bilinçte insanın kimliği var
Kuantum evren içerisinde kuantum bilinç olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “O bilinçte insanın IP’si var. Bu belli yani IP ile aslında bilgisayarı bilgisayar yapan, onun ulaşılabilirliğini sağlayan, onun kimliğidir. Bu IP olarak bilinir. O kimlik o bilgisayarı tanımlar. Nereye götürürsen o da onunla bulunur. Onun gibi ben, bizi biz yapan duygumuz, bilincimiz. Kişinin kendilik hissidir. Ben diye kendini ayrı bir birim olarak, evrendeki ayrı bir birey olarak kendini hissettiği andaki söylediği kelimedir, ben duygusu. Psikolojide benin dışında üst ben var. Vicdan olarak da biliniyor. Kişide hesap verebilirlikle ilgili benliğin bir parçası olarak vardır” dedi.
Alt ben, kuralsızlıkla yaşar
“Bir de “alt ben” olarak bilinen ve “id” denilen psikoanalizde bir duygu vardır ki o kişiye iyicil ve kötücül şeyler yapar” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Orası kuralsızlıkla yaşar. Kuralsızlık vardır, her türlü iyicil veya kötücül hisler gelir, düşünceler gelir, dürtüler gelir. Benin düzenleyici fonksiyonu vardır. Bunlar o duyguları düzenler, üst bende onun çevreyle ve toplumla arasındaki dengeyi sağlayan duygusudur. Ben, buradaki düzenleyici fonksiyondur yani benlik fonksiyonu, ego fonksiyonun en önemli özelliği düzenleyici olmasıdır. Kişi kendini korumak için benlik duygusunu kullanır. Benlik duygusu kaybolduğu zaman kişi şizofren olur” diye konuştu.
Ben algısı, olan benliğe en uygunsa kişi kendiyle barışıktır
İnsanın benlik algısının yanı sıra bir de benliği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Olan benliği insanın bulunduğu bir ben algısı vardır. Ben algısı, olan benliğe en yakınsa o kişi kendisiyle barışık kişidir. Mesela benlik algısı, kişinin olduğu benden daha yüksekse o kişide büyüklük hastalığı ortaya çıkıyor. Olan benliğiyle kişinin algıladığı benlik aşağıdaysa kişi depresif, ürkek, korkak ve çekingen oluyor. Olduğu benlikle benlik algısı aynıysa bu kişi ruh sağlığı yerinde olarak kabul ediliyor” dedi.
Benliği yüksek kişiler, narsistik özelliklere sahiptir
Benliği yüksek olan kişilerin, benlik algısını yanlış anladıklarını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu kişiler olması gereken beni, benlik algıları zannederler. Hayallerinde bir ben vardır; kendilerini alçak dağları yaratmış gibi hissederler. Kendilerini dünyada yeryüzü Tanrısı gibi hissederler. Kişideki tam güçlülük duygusudur. Yani narsistik özellik de vardır. ‘Ben güçlüyüm, ben yaparım, ben her şeye malikim’ duygusudur. Bu özgüven değil, bu benlik algısındaki sapmadır” diye konuştu.
Özgüven ve öz beğeni ayrı şeyler
Özgüven ve öz beğeninin aynı şeyler olmadığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Öz beğenide kişi kendisinde olmayan şeyleri var zannedip aynaya bakar ve ‘Ben neymişim’ der. Küçük bir şey başarır, ‘Ben neymişim’ der. Başkalarının başarısını kendine mal eder. Kendisinde olmayan özellikleri var zanneder. Futboldaki başarı, bir takım başarısıdır. Maçta bütün takım çabalamıştır, başarılı olmuştur. Takım kaptanı ‘Ben başardım, ben yaptım’ derse bu büyüklük hastalığıdır. Bütün takımın başarısını kendine mal ediyor. O sadece takımın parçasıdır. Takımın önemli parçasıdır. Lideridir ama bütün takımın emeğinin alın terini kendine mal ederse bu haksızlık olur. Narsisizm olarak biliniyor” diye konuştu.
Önemli olan insanın sınırlarını çizmesi
Her insanın içinde narsistik duyguların bulunduğunu, önemli olanın bunu fark ederek sınırlarını çizmek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Hz. Mevlana talebeleriyle giderken talebenin birisi Firavun’u ‘ne kadar kötü ne kadar zalim’ diye kötülüyor. Firavun, Mısır piramitlerini yaptırırken vakit kaybetmesinler ve konuşmasınlar diye işçilerin dillerini kesiyormuş. Hz. Mevlana talebesine ‘Eğer Firavun’a verilen güç ve yetki sana verilseydi sen Firavun olmayacak mıydın?’ diye soruyor. Yani her insanın içinde küçük bir Firavun yatıyor. Önemli olan bunun farkına varmak. İnsan bunun farkına varırsa böyle durumlarda sınırını, gücünü biliyor. Haddini biliyor” dedi.
Egoizmin öz beğeni, kendine hayran olmak anlamına geldiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Nergis aşkı, narsisizm oradan geliyor. Yunan mitolojisinde Nergis çiçeği olarak sembolize edilmiş. Suya doğru başa eğik durur. Yeryüzü tanrılarından birisi çok güzel bir erkek bu ve oradaki bütün kızlar âşık ona. O hiç kimseyi beğenmiyor, kendini yüksek görüyor. Ona âşık olanların hep kalbini kırıyor, reddediyor. Kendine âşık olduğu için tanrılar onu cezalandırmak istiyor. Sonra suya bakarken kendi güzelliğini görüyor, kendi güzelliğine âşık oluyor eğiliyor bakıyor bakıyor uzunca bakarken düşüp boğuluyor ve orada Nergis çiçeği çıkıyor. Böyle bir mitoloji oluşmuş. Yani burada insanın aynaya bakıp kendini dev aynasında görmesi tarzındaki duygu büyüklük hastalığıdır. Bu öz beğenidir, özgüven değildir” dedi.
Öz sevgi, kişinin kendini olduğu gibi sevmesidir
Öz sevginin kişinin kendini sevmesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aslında bireyin kendinin güçlü yönlerini, zayıf yönlerini bilip o şekilde olduğu gibi sevmesidir. Kendini sevmek, kendinde olmayan şeyleri kendinde görerek sevmek olursa bunun adı kibirdir” dedi.
Büyüklük hastalığı, karakter tipidir
Büyüklük hastalığının toplumda gözüken üç tipi olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Büyüklük hastalığı, psikiyatrik hastalık değildir ama kişilik tipi, karakter tipidir. Mesela bazı büyüklük hastalığı olanlar öfkeli megaloman denir onlara. Yani başkalarını eleştirirler ta ki ‘Ben üstünüm, ben özelim, ben önemliyim, ben herkesi eleştirebilirim kimse beni eleştiremez’ diye başkalarını eleştirerek kendilerini rahatlatırlar. Bu özelliğe sahip erkekler, şiddet uygulayarak evde otoriteyi sağlamaya çalışıyorlar. Bu kişiler incelendiğinde aşağılık duygusuna sahip oldukları görülür. Kompleksleri vardır. Korku vardır. Sıradan olma korkusu vardır. Eleştirilme, mahcup olma korkusu vardır. Onun için hiç kimse onu eleştirmesin diye herkesi eleştirir böylece aslında kendini korumaya çalışır. Böyle kişileri eleştirmediğin zaman da bu kişiler kendi hâkimiyet alanını genişletir. Herkesi domine ederler” dedi.
Uygun bir şekilde uyarmak gerekir
Böyle kişileri uygun şekilde uyarmanın gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu kişi yanlış yaptığı zaman gerekçeleriyle birlikte yanlış demek lazımdır. Hatalarını toplum içinde değil, birebir söylemek daha iyidir. Gerekiyorsa yazılı söylemek daha iyidir. ‘Aslında sen iyi bir insansın ama bu yaptığın kuruma da sana da zarar veriyor’ diyerek uyarmak gerekir. Bu kişilerin eleştiren dostlara ihtiyaçları vardır. Bunu yapmazsak buradan liderlik hastalığı çıkar” dedi.
Kendi içimizde bağımsız denetçi oluşturmalıyız
Tarihteki önemli karakterlerden biri olan İskender’in yanında bulunan yardımcısını kendini sürekli onayladığı için “Sana ihtiyacım yok artık” diyerek uzaklaştırdığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bunun nedenini soran yardımcısına ‘Ben hep doğruları yapıyorsam sana ihtiyacım yok demek ki. Eğer yanlış yapıyorum da söylemiyorsan sen bir hainsin demek ki’ deyip onu uzaklaştırmış. Bir insan hep doğruları yapamaz ki. Muhakkak o kişiye ‘Öyle değil böyle’ diyecek kişiler lazım. Buna şu anda bağımsız denetçi deniliyor. Bağımsız denetçilerin olması lazım ama asıl en güzeli de kendi içimizde bağımsız denetçi oluşturmamız lazım” dedi.
Egonun denetleyici parçası vicdandır
Egomuzun denetleyici parçasının vicdan denilen duygu, hesap verme duygusu olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İçimizde hesap verme duygusu varsa eğer kendimize karşı hesap verme, topluma karşı hesap verme, kanunlara karşı hesap verme, yaratıcıya karşı hesap verme. Bu duygularımız varsa iç bekçi olarak vicdanımız böyle durumlarda işe yarar. Eğer vicdanımızı cüzdanla eşlemişsek böyle durumlarda ölçümüz kazanç olur, çıkarcılık olur. Kendini seven kişiler de kendini olduğu gibi sevmez. Kusurlarını yok sayar, kusursuz yönlerini sever. Bu tarzdaki sevgi bencilce bir sevgidir” dedi.
Kişi, kendini kusurlarıyla sevecek
Kişinin kendini sevmesinin önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişi kendi kusurlarını da görerek sevecek. Kişi öz eleştiriden korkmayacak. Biri kendisini eleştirdiği zaman o eleştiriye bakacak. Doğruysa bundan faydalanacak değilse yoluna devam edecek. Bunun bir yolu eleştiriye açık olmaktır. Öz eleştiri yapma becerisinin de olması gerekir. Mesela daha iyiden yardım alınabilir. Onları alır hemen sorgular, ‘Benim bu yönümü geliştirmeye ihtiyacım var’ der. Bizim kültürümüzde alçak gönüllülük aslında tevazu sözü biraz yanlış anlaşılıyor. Kendini hiç kimseden üstünde görmeyeceksin, aşağıda da görmeyeceksin. Çünkü herkes orijinaldir, herkes biriciktir. IQ’sü 60 olan birisi bile biriciktir. Onu da küçük görmeyeceksin ‘Benim de bazı üstün taraflarım var ama onun da önemli üstün tarafları olabilir’ diye düşünmek önemlidir. Bir insanın üstün olduğu hayatının sonunda belli olur. Bu toplam kalitedir” dedi.
“Kaliteli bir insan demek aslında kendisiyle barışık, kendisini sorgulayabilen insan demektir” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu bizim kültürümüzde nefis terbiyesi olarak geçiyor. Hatta Hz. Peygamber buna yani kişinin kendini düzeltme çabasına büyük cihat demiş. Bu çabamız olacak. Bazı hümanizm ekolleri maalesef insanı kusursuz görüyor. İnsan sevilmeye layıktır diyerek yanlışlarını bile sev diyor. Hâlbuki yanlış sevilmez ki yanlışı düzeltme çabası sevilir. Özgüven ve öz beğeniyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Özgüvende kişi kendisiyle barışıktır. Güçlü yönlerini de görür, zayıf yönlerini de görür. Hayatta bununla ilerler. Hayatı bir savaş meydanı olarak belirleyebilirsek savaş meydanına giden komutan kendi zayıf yönlerini bilmezse düşman insanı gelip oradan yıkar. Hayatta da öyledir. Sen zayıf yönlerini bilmezsen oraya bir yığınak yapmazsan oradan zarar görürsün. İnsanın imkân ve kabiliyetlerini bilmesi daha iyidir. Kendini tanıması da gerekiyor” dedi.
Geçmiş ya da geleceğe takılmamak gerekiyor
İnsanda diğer canlıların aksine geçmiş ve gelecek kaygısı olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Canlılar sadece anı yaşar ama insanlar anı yaşamaz, anda yaşar. Bugünü de yaşar, geçmişi bilir, geleceği de bilir ama enerjisini bugün doğru şekilde kullanır. Geçmiş ve gelecekten kopmaz. Diğer canlılarda, hayvanlarda geçmiş, gelecek kaygısı yoktur. Sadece bugünü yaşarlar. Sağlıklı düşünmeyen insanlar da ya geçmişte yaşıyor ya gelecekte yaşıyor. Bugünü harcıyor. İnsanın aslında entelektüel enerjisi bugüne yeter. Onu bugüne kullanmıyor hatta bazı filozoflar onun için mermerin üzerine ‘Bugün’ yazmışlar başa koymuşlar. Geçmişe takılıp bugün yapması gerekenleri yapmadığını fark edince hemen o yazıyı hatırlıyor ve bugüne dönüyor. Herkes yapabilir bunu çok zor bir şey değildir. Terapilerde kullandığımız bir yöntem bu” diye konuştu.
İnsanın kendini güçlü ve zayıf yönleriyle tanıması gerekiyor
Enerjisini bugüne harcayan kimsenin bugünü başardığı zaman zaten geleceği de çözmüş olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Geçmiş zaten geçmiş ve kazanıma dönüşmüştür. Böyle bir kimse üzüntülü bir şey ile karşılaştığı zaman ne yapar, bunun çaresi var mı diye bakar. Çaresi yoksa üzülsen de sonuç değişmeyeceği için ‘Üzülmeye değmez’ der ve yoluna devam eder. İnsanın kendini güçlü ve zayıf yönleriyle tanıması ve hedefinden şaşmaması gerekiyor. Hedefsiz bir kişi, amaçsız bir hayat yaşanmamış sayılır. Amaçsız hayat şuna benzer limana çıkmış ama nereye gideceğini bilmeyen gemi gibi onu her rüzgâr sürükler. Hâlbuki amacı ve pusulası olan bir gemi ‘Rüzgâr şuradan geliyor ben şu tarafa gideceğim yelkenleri böyle kıvırayım’ der. Hayatta da böyledir” dedi.
Kendi kendine yetebilen kimse özgüveni olan kimsedir
Bireyin de tıpkı limandan çıkan bir gemi gideceği hedefi iyi bilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İnsanoğlu psikolojik olarak prematüre doğuyor. Hayvanlar gibi değil, hayvan doğar doğmaz yürümeye başlıyor. İnsan 15 yaşında ergenliğe giriyor. Ergenlik dönemine kadar anne baba bakımına muhtaçtır. Ergenlikten sonra bireyselleşiyor. Kendi ayakları üzerinde durabiliyor. İşte kendi kendine yetebilen kimse özgüveni olan kimsedir. Kendi gemisinin kaptanı olabilmesidir” dedi.
Okunma : 4923
ÜHA