Şehirleşmenin artmasıyla baş gösteren psikolojik rahatsızlıklar zamanla insan vücudunda fiziksel etkiler de yapmaya başlıyor. Üsküdar Üniversitesinin kurucu rektörü ve psikiyatrisi Nevzat Tarhan "Yüksek binalar sera etkisi yaparak oksijeni düşürüyor. Bu durum hastalıklara davetiye çıkarıyor" diyor.
Hızlı şehir hayatı, kalabalık, rekabet ortamı, sürekli bir yerlere koşturma ve trafik insanların psikolojisini etkiliyor. Tüm bunlara metropollerdeki yüksek binalar, beton yapılar, yeşil alanların azlığı da eklenince ruh ve beden sağlığımız yıkıcı etkilere maruz kalıyor. Üsküdar Üniversitesinin kurucu rektörü ve psikiyatrisi Nevzat Tarhan’a şehir hayatının ve şehir mimarisinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini ve çözüm önerilerini sorduk. Şehir hayatının, sosyal hareketliliğin en yüksek olduğu ortamlar olduğunu ifade eden Tarhan, “Modern yaşamın en yoğun yaşandığı alanlar şehirlerdir. Kırsal hayata baktığımız zaman komşusunun kızıyla evlenen, babasının işini yapan, geleneksel bir ortamda yaşayan, temiz havayla iç içe ama fazla sosyal ve ekonomik hareketliliğin olmadığı bir hayat görüyoruz. Bu durum 200, 300 sene önce dünyanın birçok yerinde böyleydi. Şehir hayatında sosyal hareketlilik, ekonomik hareketlilik, hızlı yaşantı ve bununla birlikte sosyal dayanışmanın bozulduğu bir durum ortaya çıktı. Bu yaşam stili değişikliği, insanların ruh sağlığını da etkiledi. Çünkü bireydeki değişim, toplum üzerinde sonuç veriyor ve kitlelerin değişimini etkiliyor. Bireydeki davranış yaygınlaşınca sosyal davranışa dönüşüyor” diyor. Kent yaşamında sosyal baskının azalmasına, kırsal hayatta ise sosyal baskının varlığına dikkat çeken Tarhan, “Küçük yerin kanunu büyüktür derler Anadolu’da. Etik, geleneksel kurallar daha oturmuştur. Bunun dışına çıkan kişi tecrit edilir ve yalnız kalır. Hiç devlete bile lüzum kalmadan toplum onu ayrıştırır, cezalandırır. Şehir hayatında bu sosyal baskı yok. Mahalle baskısı da dediğimiz kavram zayıflıyor. Zayıflamanın etkisiyle de insanların davranışlarına yansıyan sonuçlar ortaya çıkıyor” diye konuşuyor.“Aslında komşuluk sistemi bizim kültürümüzde bir sigorta sistemiydi. O sigorta şu an yok.”
“Şehir hayatı sosyal normları değiştirdi”
Nevzat Tarhan, insanlarda kötülük yapılmasını kontrol eden üç mekanizmaya dikkat çekiyor: “Birincisi yasalardır, kanunlar, hukuk sistemi. İkincisi sosyal normlardır, toplumun oluşturduğu kurallar, ölçüler, toplumun tepkisi. Üçüncüsü ahlaki normlar. Kişinin kendi iç dünyasındaki vicdani normlar. Şehir hayatı, sosyal normları değiştirdi. Sosyal normlar değişince sosyal kontrol sistemi zayıfladı. Bir insanın hata yapmasını engelleyen en önemli özellik, dış kontroldür. Bencil olma eğilimi, çıkarcı olma eğilimi, hak duygusunu kendine yönelik kullanma eğilimi, empati yapmama eğilimi her insanda vardır. Ama kişi olgunlaştıkça, sosyal öğrenmeyle davranışları geliştikçe iç kontrolle dış kontrolü geliştirir. İç kontrolü kazanamazsa birey, dış kontrolle bu eğilimleri frenlenmeye çalışır.”
“Komşuluk sigorta sistemiydi”
Şehir hayatında artık aynı binadaki insanların birbirlerinden haberi olmadığını söyleyen Tarhan,
“Böyle bir ortamda sosyal kontrol zayıfladı. Aslında komşuluk sistemi bizim kültürümüzde bir sigorta sistemiydi. O sigorta şu an yok. Mesela Batı bu konuda sosyal hizmet birimleri oluşturdu. Bir kapı birkaç gün açılmazsa hemen sosyal hizmet birimi haber veriyor, devlet gelip açıyor. Veya bir yerde kavga olursa, sosyal hizmet birimleri gelip müdahale ediyor. Bu durum bizim komşuluk sistemimizle çözülüyordu. Ancak şehir psikolojisinde aileyi koruyan sosyal duvarlar yıkıldı. Aileye zarar veren diğer unsurlar da sosyal medya ve internet. En güvensiz ortamda evimize en güvensiz unsurları soktuk” diyor.
“Her gün stres yaşıyoruz”
Gece hayatı ile gündüz hayatının birleştiğini söyleyen Tarhan, “Geceler gündüz gibi. Uyku periyotları kaydı. İnsanlar daha az uyuyorlar ama daha çok tempolular. Hayat temposunun artması var. Stres gibi bir kelime doğdu. Bu, sosyal hayata yansıdı. Kırılmalar, stres noktaları var. Bireyler yüzyıl önceki bireylere göre daha çok tramvayla ve problemle karşı karşıya. Ormanda yaşayan bir insan senede bir defa vahşi bir hayvanla karşılaşır veya karşılaşmaz. Ama bugün trafiğe çıkan biri, ormanda yaşayan bir insanın senede bir-iki defa yaşadığı stresi her gün yaşıyor. Böyle olunca da stres düzeyi yükseldi” ifadelerini kullanıyor. Stres düzeyinin yükselmesinin toplum üzerinde sonuçları oluyor. Tarhan bu sonuçları şöyle anlatıyor: “Otomobilin yüksek devirde çalışması gibi vücudumuz daha stresli çalışıyor.
Beynimiz daha çok stres hormonu üretiyor. Stres hormonu kişide otonom sisteminin daha hızlı çalışması demek. Böylece psikosomatik hastalıklar (ruhsal hastalıklarla bedensel şikâyetler arasındaki ilişki) gibi birçok hastalık daha çok ortaya çıkmaya başladı. Kin, nefret, öfke, düşmanlık ve kıskançlık gibi stres hormonları var. Bu duygular daha yoğun yaşanmaya başlandı. Bu duygular sonucunda beyin farklı kimyasallar üretiyor.
Omuz, bel hastalıkları, mide, bağırsak hastalıkları oluyor. Depresyon artıyor. Bunun arkasında tüketim ekonomisinin getirdiği tüket-kazan çarkı var. Bu durum ekonomiye ve sosyal hayata yansıdı. Kapitalizm, refahı yükseltti ama mutluluğu yükseltmedi.”
“Yüksek binalar oksijen oranını düşürüyor”
Metropol hayatının bir gerçeği de kuşkusuz yüksek binalar, betonarme yapılar, yeşil alanların giderek azalması. Bütün bu unsurların psikolojik ve psikofizyolojik boyutları olduğunu söylüyor Tarhan. Yüksek binaların olduğu şehirlerde oksijenin şehir dışına göre yüzde 1 oranında düşük olduğunu belirten Tarhan, “Sera etkisi var. Bu yüzden de oksijen daha az oluyor. Onun için Batı’da çatılara yeşil alan yapmaya çalışıyorlar, seranın etkisini azaltmak için. Vücudumuza giren oksijen ve glikozun yüzde 25’ini beyin kullanıyor. Oksijenin azalması, beynimizde yüzde 12,5’lik oksijen azalmasına tekabül ediyor. Daha çok solunum yapma gereksinimi oluyor. Daha çok hava alma ihtiyacı oluyor. Bu da beynin serbest radikal üretmesine, yani atık ve yorgunluk maddelerini üretmesine neden oluyor. Bu da erken yaşlanmaya sebep oluyor. Alzheimer’ın sebeplerinden birisinin de sera etkisiyle oksijen azlığı olduğunu gösteren ciddi bulgular var. Bu yüzden modern şehircilikte dikey değil yatay büyüme tercih ediliyor. Çünkü sera etkisini ancak böyle ortadan kaldırabiliriz.
Çatılara yeşillik yapmak yerine bahçeli nizamı teşvik etmek etkili” diyor. Peki, şehir hayatının hiç mi olumlu yanları yok? “İdeal olan çağın getirdiği refah seviyesini, şehir hayatının kolaylıklarını kişinin beden ve ruh sağlığını koruyarak yaşayabilmesini sağlamak” diyor Tarhan ve ekliyor: “Eğer bunu sağlarsak şehir hayatının imkânlarını, ruhsal ve bedensel avantajlarını birleştirmiş oluruz. Bu, insanın refah seviyesini artırır. Ruh ve beden sağlığını da korur.”
İktidar Dergisi/ Ağustos 2017/Sayı:20
Okunma : 11173