Son yıllarda ABD’de ‘eşe sadakat’ konusu ciddi biçimde tartışılmaktadır.
Unıterion kilisesi, ‘açık evlilik ve alternatif yaşam tarzı’ iddiasıyla tek eşliliğe karşı çıkmakta, bazı psikologlar da tek eşliliği kültürel nevroz olarak yorumlamaktadır. Bunlar, ‘evliliğe sadık kalmak, nevrotik ve hastalıklı bir durumdur, insanın eşine sadık kalması gerekmez’ diyerek, zinanın yasal olarak suç olmaktan çıkarılması için girişimde bulunmaktadır. ABD’de eşini paylaşan çiftlerin oluşturduğu kulüpler bile kurulmuştur. Bu düşünce sahipleri, kulüplerde eşlerini birbirleriyle paylaşmakta, hatta bu işi organize etmektedir. İnsanlık şu anda bu alternatifi denemektedir. Bu davranışların yanlışlığı, ancak kötü sonuçları görüldükçe düzelecektir.
Böyle bir cinsel yaşam evlilik kurumunun sonudur. Bu uygulama, ancak evliliğe gerek kalmadığı düşünülürse onaylanabilir; aksi halde kabul edilemez. Seks insan yaşamındaki en büyük gaye değildir. İnsan seksten fazlası için yaratılmıştır. Fakat şu anda insanlığa seksi kutsallaştıran bir yaklaşım hakimdir. Cinsellik herkesin uğraştığı ve ehlileştirme konusunda mücadele verdiği bir dürtü olmuştur. Şu anda Amerika’daki erkeklerin 2/3 ü, evlilik dışı ilişki yaşamasa da bunu yapabileceğini söylemektedir ki, bu çok yüksek bir rakamdır. Kadınların ise 1/3 ü evlilik dışı ilişkiyi onaylamakta veya bu hali yaşamaktadır. Bu durum gelecekte çok ciddi problemler ortaya çıkaracaktır.
Burada kilisenin tezi çok önemlidir. Kilise genel olarak, ‘Tanrı bizim için yaşamın nerede olacağını en iyi bilecek yerdedir. O halde insanlığın geleceği ile oynamayalım. Onun bize sunduğu doğruları yaşayalım.’ demektedir. Bu düşünce aslında bütün semavi dinlerde asıldır, hepsinde tek eşlilik teşvik edilir. Evlilik dışı ilişkiyi hiçbir semavi din onaylamaz. Kilise doğrunun bu olduğunu, bir şeyin kötü olduğunu anlamak için onu denemek gerekmediğini söylemektedir.
Evliliğe zarar vermeden, ‘kararında’ bir seks ilişkisi yaşanabileceği tezi ise güncel bir uydurmadır. ‘Ben hem seks ilişkisi yaşarım, hem de evliliğimi zarar vermeden sürdürürüm’ demek, insanın kendini aldatmasıdır. Adı geçen ‘açık evlilikler’ de, bir müddet sonra ikinci eşlere ya da sevgililere âşık olunduğu görülmektedir. Bu noktadan sonra evlilik, arkasında hayatının sonuna kadar ağlayan çocuklar bırakarak bitmekte, topluma başka insanlar arasında büyüyen ve sadece kendini düşünen çocuklar eklenmektedir.
Bu konuda şahit olduğum çarpıcı bir olay konuyla ilgili farklı düşünmemizi sağlayabilir: Annesiyle babası ayrıldıktan sonra, annesi ve üvey babasıyla birlikte yaşamaya başlayan bir çocuk, öz babasının kendisine gönderdiği mektupları saklar. Fakat çocuğun annesi bir süre sonra saklanan mektupları bulur. Sonra da üvey babayla düzenlediği bir törenle, öz babadan gelen mektupları çocuğun yanında yakarlar. Böylece çocuğa ‘artık senin baban yok, o bitti’ mesajı verilmek istenir. Bu olay çocuğun ruhunda derin bir yara oluşturur. Mektuplardan bir, iki tanesini saklamayı başaran çocuk, sonradan onlara bakarak sürekli acı çeker. Artık örnekteki çocuğun, ileri yaşlarda mutlu bir evlilik yapması zordur. Onu iniş çıkışlarla seyreden bir yaşantı beklemektedir. Buna benzer durumlara evlilik dışı ilişkilerde de çok rastlanır.
Evlilik dışı ilişki yaşayan bir kadın, eşi de böyle bir ilişki yaşarsa, suçunun hafiflediğini hisseder. Ama eşinin geceyi dışarıda başka bir kadınla geçirmesinden de rahatsızdır. Kadın bu durumda bir iç çatışma içindedir ve sürekli olarak, ‘acaba kiminle, neden o insanla beraber?’ sorularını sorar. Yasak ilişki hem yaşayan evliliğe, hem çocuklara, hem de kişinin hayal dünyasına zarar verir. Cinsel aldatma, eve patlayıcı yerleştirmek gibidir. Bunun nerede ve ne zaman patlayacağı belirsizdir. Evdeki aile bağlarını darmadağın eder.
ABD’deki evlilik dışı ilişki kuran kadınların %61’i evliliklerinin çok iyi olduğunu söylemektedir. Bunlar, beraberliklerinde bir problem olduğundan değil, cinselliği isteyen biyolojik dürtüleri için aldatırlar. Bu biyolojik dürtü, karşı cinsten herkesi ona çekici gösterir. Böyle bir davranış, aslında insan neslinin devamı ve organizmanın üremesi için doğal görünse de, insanda hormonlarının dışında diğer canlılardan farklı olarak, zihinsel bir dürtü de vardır. Bu duygu onları tek eşliliğe yöneltir. Sadece biyolojik dürtülerinin etkisinde kalan insanlar, zihinsel dürtülerini ikinci plana iterler. Bunun sonunda da evlilik kurumu büyük zarar görür.
Biyolojik dürtülerin ( tahrik edicilerin ) çok fazla önemsenmesi Darwinizm’le başladı. Darwinizm bu dürtüleri varoluş amacı olarak görüp, ahlakın güncelleşmesini dışladı ve kaldırdı. Cinsel dürtüler, zihnî dürtü ve kültürel öğrenmelerden önce gelince, gerek toplum, gerekse aile bağları zayıfladı. Meselâ, hayvanlar arasında biyolojik dürtüler ön plandayken, insanda aklın gereği zihnî dürtüler ağırlıktadır. Biyolojik dürtüleri erteleme ve geciktirme eğilimi baskındır.
Ailede sadakate zarar veren bir konu da aile içi depresyon ve sıkıntıların yaygınlığıdır. Ruhsal bunalımdaki bir insan kendini mutlu hissetmediği için sevgiye olan ihtiyacı çoğalır, kendini güvende hissetmek ister. Bu ihtiyacını eşinden karşılayamazsa farklı bir arayışa yönelecektir. Bu davranışın temelinde cinsel aldatma değil, bunalımdan kaçış vardır. Bu sadece depresyonun yarasını onarmak için harcanan bir çabadır. Burada eğlenceye, unutmayı sağlayacak şeylere yönelme söz konusudur. Fakat yaraların onarılması için çabalarken, farkında olmadan yeni yaralar açılır. ‘Sıkıntıdan kaçayım’ derken, yasak ilişkilere girer; yeni sorunlar çıkar, mutsuzluklar katlanarak çoğalır. Buradaki yasak ilişki, cinsellikten çok sıkıntıların ve depresyonun doğasından kaynaklanmaktadır. Bu iki davranış birbirine karıştırılmamalıdır.
Özellikle erkeklerde –hormonal olarak tam doğrulanamayan- orta yaş ya da andropoz depresif dönemlerde sevgiye ihtiyaç duyulur, kişiler kendilerini özel ve önemli hissetmek ister. Bu ihtiyacın içerisinde yasağın çekiciliği de vardır. Yanlışa yönelme sebeplerinden biri de budur. ‘Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür’ ya da ‘çitin arkasındaki çimen daha yeşildir’ sözleri yasağın çekiciliğini anlatır. Ayrıca depresif durumlarda kişi, kendine ihtiyaç duyulmasını arzu eder, ‘iyi ki varsın’ duygusuna daha çok ihtiyaç duyar. Eşi ve çocuklarıyla çok iyi giden bir evliliği olduğu halde, bir başkasıyla ilişki kuran insanlar, davranışlarını ‘beni daha çok, onun beni çekici ve dayanılmaz bulması, etkiledi’ diye açıklarlar.
Bir filozofun şöyle bir sözü vardır: ‘Erkekler seks için aşkı, kadınlar aşk için seksi verirler.’ Bir kimse, sıkıntılarını eşiyle paylaşmayı gerçekleştiremediği zaman hatalar başlar. Meselâ bir evlilikte, sürekli cinsel beraberlik yaşadığı eşinin vücudu, kişi için artık heyecan verici olmayabilir. Bu durum aslında vücudun veya kişinin heyecanını kaybetmesinden çok, eşinin onunla daha az ilgilenmesinden kaynaklanır. Eşleri aslında, evliliğin ilk yıllarında duyulan ilginin zamanla azalması yaralar. Fakat bunların hepsi çözümü olan sorunlardır.
Okunma : 9300