TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Ruhu teskin eden yegâne şey; Ahiret İnancı

Ruhu teskin eden yegâne şey; Ahiret İnancı

Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile siz değerli okuyucularımız için bir röportaj gerçekleştirdik. Ahiret inancının insan psikolojisi üzerindeki etkisi ve suçları önlemedeki tesiri hakkında yaptığımız geniş kapsamlı röportajda Tarhan, pozitif bilimin ulaştığı son veriler ile ahiret inancı ve suç konusunu anlatıyor. Sözü fazla uzatmadan siz okuyucularımızı yaptığımız röportajla baş başa bırakıyoruz.


Ruhu teskin eden yegâne şey; Ahiret İnancı 2İNZAR: HOCAM, AHİRET İNANCININ İNSAN PSİKOLOJİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ NEDİR?
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Ahiret inancının insan psikolojisindeki karşılığını iyice anlamak gerekiyor. Son yıllarda insandaki genetik çalışmalar arttı. Bu genetik çalışmaların artması insanın diğer canlılardan farklı dört tane metakognisyon geni diye genden söz ediliyor genetik yapıda. Bu genetik yapılar insanı diğer canlılardan ayıran kavramsal düşünce, soyut düşünce, sembolik düşünce gibi özellikler var insanda. Bu özellikler nedeniyle insan dört konuda kafa yoruyor. Diğer canlılarda yok o . Mesela diğer canlıların ortak alanlarına baka- lım; yemek, içmek, üremek. Bu bütün canlarda, insan dışı canlılardaki ortak özellik. Ama insanda farklı olarak metabilişsel dediğimiz, zihin ötesi bir şey var ve bunun bilimsel karşılığına zihin teorisi deniyor. İnsanda zihin teorisi üretiyor. Ve insan ikinci ürettiği insanın diğer canlılardan farklı olarak teori teorisi üretiyor. Bunlar, bu iki kavram insanı diğer canlılardan ayırıyor. Mesela otistikler zihin teorisi üretemiyor. Zihin teorisinden ne anlıyoruz? Zihin teorisi kişinin düşündüğü hakkında, düşünmesi. Ve teori teorisi de kişinin başkasının düşündükleri hakkında da düşünmesi. Kişi konuşurken karşı tarafın ne düşündüğünü de düşünüyor, ona göre ne cevap vereceğini de düşünüyor. Bu özellik insanda var, diğer canlılarda yok.

Ben pozitif bilimden geldiğim için, kanıta dayalı konuşmak istiyorum ki o tarzdaki yaklaşım, batı zihnini ikna ediyor. Burada kanıta dayalı konuştuğumuz zaman, bu çağın özelliği bilimsel sağlamlığın, dini sağlamlığın önüne geçmesidir. Bu, bir şekilde herkesin görmesi gereken bir gerçek. Dini sağlamlıktan çok, bilimsel sağlamlığı insanlar öncelikliyorlar. Bu durumda biz dini konuları, bilimsel sağlamlıkla anlattığımız zaman insanlar bunu kabul ediyorlar. Ahiret inancına da böyle yaklaşmamız gerekiyor. Bununla ilgili dört tane ana genetik görüş var araştırılıyor, o genler;

Birincisi; Anlamlılık geni: Yani insan dışında hiçbir canlı “hayatın anlamı” sorusunu sormuyor. Ve ben kimim? Niçin yaşıyorum? Sorularını sormuyor.

İkincisi; Yeniliği arama geni: İnsanda var. İnsan bin sene de önce evini aynı yapmıyordu. Şimdi de aynı yapmıyor. Ama insan dışı bütün canlılar evini aynı yapıyor.

Mesela örümceğe, karıncaya bak, hepsi aynı. Bin sene önce de aynıydı. Ama insan farklı... İnsanda tür içi bir tekamül var. Aynı türün gelişmesi var.

Üçüncüsü; Zaman algılama geni: İnsan dışında hiçbir canlı, geçmiş ve geleceği fark etmez. İnsan gelecek planı yapıyor, gelecek projeksiyonu oluşturuyor. Gelecek kaygısı var insanda. Geçmiş ve geleceği düşünen tek varlık insan. Diğer canlıların geçmiş ve gelecek ile ilgili değil, genler ne yazdıysa onu yapıyor. Ve 'Gelecekte ne olacak?', “Çoluk çocuğum ne olacak? yerine anlık yaşıyor.

Dördüncüsü; Ölümü algılama geni: Genetik kodu var insanda. Yani öleceğini bilen tek varlık insan. Kesimhanedeki bir hayvanı düşünün; kesilecek, haberi yok. Ama insan öyle değil. İdam edileceğini biliyor. Ya da cezaevindeki bir adam, yarın idam edileceksin dense; o geceyi son derece öleceğini bile bile geçirir. Ama bir hayvan öyle değil. Bu dört gen nedeniyle insan ölümü düşünüyor. Geleceği düşünüyor. Varoluşun anlamını düşünüyor. Ve insanın devamlı, yeni tecrübelere açık bir yapısı var. Bu özellikler nedeniyle ölümü sorguluyor insan. “Ölümü sorguluyorum!” diyor. 'Öldükten sonra ne olacağım diyor” Materyalist felsefenin tezi şöyleydi; İnsan doğar, yaşar, ölür. Yani “ölümden sonraki bir hayatı düşünmeye ne lüzum var?" diye. Hatta tanatoloji diye bir bilim dalı var; ölüm bilimi. İnsanın ölüm konusuna tanatoloji bilimindeki tek çözüm yolu olarak düşündükleri şey, ümit duygusudur. Ümidin kaybedilmemesi.

Şu anda bilim bu evrenin tesadüfen kendi kendine olamayacağı kanaatine geldi. Özellikle fizik bilimi ve DNA konusundaki gelişmeler, evrendeki bu mükemmeliyetin, ancak bir dış zekâ tarafından yapılabileceğini gösteriyor. Her şeyi bilen, her şeyi kontrol eden, her şeye hükmeden tevhid inancındaki bir Allah'a bir insanla, ahiret konusunu konuşmamak lazım. Yani Allah inancında şüphesi olan bir kimsenin, ahireti anlaması mümkün değil. Bu şuna benziyor; matematikte kerrat cetvelini bilmeyen bir insana, yüksek matematiği anlatmak gibi; Anlatamazsınız! Çünkü temel bilgi lazım. Buradaki birinci aşama temel bilgi. İnsanın evrenin yaratılışında bir dış yaratıcının, dış gücün, dış zekanın, Allah'ın olması gerektiği, Allah'ın vacib ul-vucud olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Kabul ederse o zaman diyecek ki; 'Bu evreni yaratan Allah, bu kadar mükemmel bir düzen yaratmış ve insanlara bu dünyada öyle bir düzen koymuş. Fakat bu dünyada adalet yok. Zalimler zalimliğiyle, mazlumlar mazlumluğuyla ölüyorlar. O halde ölümden sonra bir hayat var. 'Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil sözü de tam da bu noktaya dikkati çekiyor.

Bu kanıta dayalı Allah ve ahiret inancını bir değerlendirdikten sonra, psikoloji açısından bunu ele alırsak; Ahiret inancı ile ancak teselli bulan insanda, dört tane önemli duygu var; Birincisi; Ölümsüzlük arzusu var insanda. 80 küsur yaşına gelmiş, hasta olmuş, yaşlı bir insana soruyorsun; 'Ya bu 80 sene nasıl geçti?” diyor. İnsan ölmek istemiyor. Ve ölümsüzlük arzusu ve beklentisi var insanda. Ölümsüzlük arzusu insanın temel duygularından birisi. Bu duygu ahiretin varlığını ge- rektiriyor. Bir insan ölümle karşılaştığı zaman, ben böyle bir çocukta hatırlıyorum; böyle dini yönü fazla vurgulamayan bir aileydi. 8 yaşındaki bir ço- cuğun babası vefat ediyor. Anne bize terapiye getiriyordu çocuğu. Terapide reaksiyonun şiddetli olması ve belli bir rahatlama sağladık. Ama çocuk her gün 'Babam ne zaman gelecek? Babam ne oldu? diye soruyor. Annesi en son şöyle dedim diyor; 'bak çocuğum baban, uzun bir yolculuğa çıktı. O gelmeyecek ama biz ileride onun yanına gideceğiz. Dedim çocuk ondan sonra sormamaya başladı diyor. Aslında bu ahiretin varlığının mesajının çocuğun ruh sağlığına iyi geldiğini gösteriyor. Yani çocuğa; Materyalist felsefeye göre, 'O öldü, şu anda yerin altında çürüdü, yok oldu, gitti.” dediğin an, çocuğun ruhu yıkılır. Çünkü çocuk da olsa, gelecekle ilgili ölümsüzlük arzusu var. Yani sevdiğine tekrar kavuşmak istiyor. Bir araya gelmek istiyor. Bu da gösteriyor ki; insanda ölümsüzlük arzusu var. Bu arzu öldükten sonra hayatın olmasını gerektiriyor.

'Allah vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi! diyor Bediüzzaman hazretleri. Bu da öldükten sonra, ahiret hayatının varlığının psikolojik bir dinamiğini gösteriyor. Rasyonel bir dinamiğini gösteriyor burada. Ahiret inancı, insandaki ölüm korkusunu da yeniyor. Sevdiklerini kaybettiği zaman onlara tekrar kavuşacağı hissi, insana teselli veriyor. Ayet-i kerime var; “biz Kur'an'ı şifa ve teselli için gönderdik.” mealinde. Onun için ölüme karşı te- selli verici özelliği var.
Şu bir gerçek ki; hayatta istisnası o mayan tek kural, ölüm kuralıdır. Ölüm kanunudur. Onun dışında her şeyin bir istisnası var. Ölüm kanununun istisnası yok. Ölüm kanununun bu derece istisnai derece yaratılmasının sebebi de, hani insanlık tarihinde de, canlı tarihinde de bir tane canlı var mı ki ölümsüz olsun? “Yok. O halde ölüm Allah'ın Hayy ve Kayyum olması ve Allah'ın meyyit sıfatları ve Kur'an-ı Kerim'de ki Ayet-el Kürsi'nin çok önemli bir ayet olmasının sırrı da buradan kaynaklanı- yor. Ölüm de Allah'ın mahlukudur, hayat da Allah'ın mahlukudur. Bu mahluklar bize kalbimizi Allah'a bağlamak, Allah”ı unutmamak, Allah'a yönelmek için ders veriyor. Ahiret inancının in- sandaki bu dört psikolojik ihtiyacı karşıladığını söyleyebiliriz. Ve bu da insanın suç önlemesini, yani gizli kötülük yapmasını engelliyor. Gizli kötülük yapmak istemeyen bir insan, açıktan hiç kötülük yapmaz.

İkincisi; İnsandaki hesap verme duygusu. Yani yapılan iyilikte de, kötülükte de, bedel ödemek zorunda. İnsanın içinde, fıtratımızda, biyolojik doğamızda var, hesap verme duygusu. Hatta adalet ihtiyacı da bu duyguyla bağlantılı. Anaokulu çocuklarında deney yapılıyor. Elli anaokulu çocuğuna, dörder tane çikolata dağıtılıyor. Herkes çikolatayı yiyor, oynuyor, dağılıyor. Ondan sonra aynı gruba başka bir gün, birine dört, birine üç, birine yedi, birine ise hiç çikolata verilmiyor. Sınıf ta kavga çıkıyor. Bu çocuklar gerçeklik algısının daha oluşmadığı yaştalar. Bunun üzerine, “Bu adalet duygusu acaba genlerden mi geliyor” diye araştırılıyor. İyi iyiliğinin sonucunu, kötü de kötülüğünün sonucunu bu dünyada karşılayamıyor. O halde bu dünya, hesap verme duygusunu tatmin etmiyor.

Ölümsüzlük duygusunu da tatmin etmiyor. Ahiret inancı insanda neye iyi geliyor? Hesap verme duygumuza iyi geliyor. Adaletsizliği gördüğü zaman, haksızlığı gördüğü zaman, “Zalimler için yaşasın cehennem! deyip, insan o anda isyan etmekten kurtuluyor. Tabi bunu zalimleri kendi haline bırakmak olarak anlamamak gerekiyor. Ama insanın Allah'a sığınma vesilesine dönüşüyor böyle bir durumda. Çünkü bir insanı hata yapmaktan koruyan, o insanın vatanseverliği değil, o insanın dindarlığı değil, o insanın iyi niyeti değil onu hata yapmaktan koruyan, onun içindeki hesap verme duygusudur. İnsanın hesap verme duygusu, Allah'a karşı sorumluluk duygusudur. Allah korkusu kelimesi yanlış anlaşılıyor; Allah korkusu yerine, 'Allaha karşı sorumluluk duygusu” diye söylemek lazım. Allah'a karşı sorumluluk duygusu, insanı taş olarak yaratmamış, ağaç olarak, kuş, böcek olarak yaratmamış, insan olarak yaratmış. Böyle bir durumda O'na karşı sorumluluğumuz var. Benim sürekli kullandığım bir söz var; bizim iyi insan olmamız, erdemli olmak için değil, hayatımızın kirasını ödemek içindir. Varoluşumuzun kirasıdır iyi insan olmak. Yani biz insan olarak var isek bunun bir ki- rası, bir ücreti var. O da iyi insan olmaktır. İnsanın mükemmel bir varlık olarak yaratı|- mış olmasının ücreti ancak Bu olabilir, diye düşünüyorum. İyi insan olmak ve Allah"ı aklen ve kalben bulabilmektir bu.

Bütün ihtiyaçlara karşılık verebilecek her şeyi de kontrol edebilecek bir güç olmalı. Her şeyi kontrol edebilen ve her şeye gücü yeten bir güç, ancak tek ilah olabilir. Tevhid inancıdır bu. Kalbini ona bağlayacak, onun verdiği huzur, çocuğun annesinin kucağına sığındığı zamanki huzur gibidir. Onun için bu zamanda bakıyorum, böyle dindar dediğimiz insanlar, imanın huzurunu yaşayamıyorlar. İmanın verdiği o iç huzuru, teslim, tevekkül huzurunu yakalayamıyorlar. Çünkü bu insanlar kalplerini Allah'a bağlamıyorlar. Geçici dünyevi şeylere bağlıyorlar; paraya, mala, mülke, şöhrete, çocuklarına evladu iyale,yani kalbini yanlış şeylere bağladıkları için huzur bulamıyorlar. Üçüncüsü; İnsanın bağlanma ihtiyacı. İnsanın bağlanma duygusuyla ilgili şu anda bir hormon tespit edildi.

Vazopressin ve oksitosin diye iki tane hormon var. Bunlar bağlanma hormonu ve aşk hormonu diye geçiyor. En çok emziren annelerde salgılanıyor. Çocukla anne arasındaki bağı düşünün. Yapış yapış o bağ. Bunun ahiret inancıyla bağlantısı ne? Ahiret inancı ve bağlanma ihtiyacı nedeniyle insan sığı- nacak bir liman arıyor, bir olay karşısında. İnsan aczini, fakrını, zaafını, güçsüzlüğünü hissettiği zaman, çaresiz kaldığı zaman, yardım edebilecek bir kimse, sesini du- yabilecek ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kimse arıyor. Bir de bakıyorsunuz, insan bağlanma konusunda hep bir nesne arayışı içinde. Yani bağlanacak nesne öyle olmalı ki; bu nesne, insan bağlandığı zaman kaybolmayacak bir nesne olmalı. Sonsuz olmalı. Bütün ihtiyaçlarına karşılık vermeli ve ona tam güven vermeli. Dünyada böyle bir nesne yok. Sonsuz değil hiçbir şey. Bütün ihtiyaçlarına karşılık vermiyor. Bütün isteklerini karşılamıyor. Bu nesnede ancak yaratan olabilir. Kendini göstermeyen bir güçtür yaratan. İşte bu bağlanma ihtiyacını tatmin edecek tek güç, sonsuz olan bir güç, kaybolmayan bir güç, devamlı olan bir güç, o da ancak o sıfatlara sahip tek varlık ALLAH.

Dördüncüsü de; İnsandaki intikam duygusudur. İntikam duygusunu yatıştıracak en önemli şey, kişinin ahiret inancıdır. Çoğu insandaki kin, öfke, nefret, kıskançlık, düşmanlık gibi intikam duygusu da insanda mevcut. İntikam duygusu suç işlemenin en büyük motivasyonlarından biridir. Allah muntakim ismiyle intikam duygusunu giderir. İnsanın gidip sevdi- ğini öldüreni, öldürmemesi, Allah'ın ondan intikam alacağını bilmesiyle yatışır. Yani Allah'ın işine karışmış olmamak için Allah'a teslim olup, intikam almaz. Böylelikle dünyadaki kan davaları biter. İntikam duygusunu kontrol eden tek inanç ahiret inancıdır.

Ruhu teskin eden yegâne şey; Ahiret İnancı 3İNZAR: AHİRET İNANCININ SUÇLARI ÖNLEMEDEKİ TESİRİ NEDİR?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Ahirete inanan insan da suç işleyebiliyor, sonra da pişman oluyor. İnsanın suç işlemesi, suç davranışı, suç teorilerine göre “İnsan neden suç işliyor?” diye yapılan araştırmalar var. Hatta bununla ilgili 2000'li yıllarda New York State Üniversitesi'nin adli birimleri bir ölçek geliştirdi. İnsan neden acımasız? Neden böyle kana susamış? Neden bu derece kötülük yapıyor? Bu ölçeği bir insanın kötülük yapma kapasitesini ölçmek için geliştiriyorlar; 'Ahlaka aykırılık ölçeği' diye. Bu ölçeğe göre; insanın neden suç işlediğiyle ilgili yapılan araştırmalarda, insanın içerisinde iyicil ve kötücül duygular var. Mesela hümanist psikiyatri, insanı sadece iyicil bir varlık olarak görüyor. Kötücül duyguları dışarıdan gibi görüyor. Bazı psikanaliz ekoller de “insanın içinde iyicil parça da, kötücül parça da var' diyor. Bunlar arasında bir denge olduğu ifade ediliyor. Bu denge içerisinde, iyicil parçamızın, kötücül parçamızın üzerinde, kontrolü sağlaması lazım.

İyicil parça içimizdeki insanın ruh, inanç gibi özellikleri, kalbi özellikleri. Kötücül parça da nefis ve şeytan diye bilinen özellikleri. Bu denge içerisinde, 'zıtların dinamik dengesi' var. Buna bilimsel olarak entropi deniyor. Buna ruhsal entropi de diyebiliriz. Bu entropiye göre; eğer bu odayı aydınlatmazsak, karanlık olacak, evimizin bahçesini ekip, biçmezsek, yabani otlar kaplar, içimizde de iyi ve kötü şeyleri, yani iyicil duygularımızı harekete geçirmemiz gerekiyor. İyicil duygularımızın proaktif olması gerekiyor. Hiçbir şey yapmazsan, kötücül duygular kendiliğinden yayılıyor hemen. Şuna benziyor; bir sürü bilgisayar virüsleri var. Eğer onlara karşı antivirüs geliştirmezsen, bilgisayarın bloke olur. Bunun gibi, yani proaktif özelliği var, saldırıyor kötücül duygular. İyicil duyguların, devamlı ona karşı uyanık olması gerekiyor. Devamlı aktif olması gerekiyor. Bu entropi yasasıdır. Termodinamiğin ikinci yasası. Enerji yasasıdır bu. Enerji devamlı verilmezse, enerjisizlik yani karanlık hemen hakim olur. Kötülük hemen hakim olur. İyilik ışık gibidir, devamlı beslenmesi lazım. Onun için Kur'an-ı Kerim'de de nur ve zulmet tabiri geçer. Nur, Kur'an hakikatlerinin aydınlığı, zulmet de karanlık demek.

Bir insanın ahiret inancı olmazsa, hesap verme duygusu olmazsa, bu insan gizli kötülük yapar. Vicdan için iç yasakçı denir. İç bekçi, iç gözlemci denir. Yani bu iç yasakçı, zihinsel bir jüri. Bu jürinin olması için, muhakkak bunu bir bilen ve kontrol eden bir güç olduğuna inanmak gerekiyor. Bu suç teorilerine göre, insan hesap vermedikçe her türlü kötülüğü yapma potansiyeli taşır. Bunun için, dış otorite bir noktaya kadar. Ama iç otorite Allah inancıdır, ahiret inancıdır. İçimizdeki otorite, iç motivasyonumuz ancak Allah'a karşı sorumluluğumuzdur. Allah inancını toplumdan kaldırdığınız zaman, herkesin yanına bir jandarma koymanız gerekir. Şu anda toplumdan Allah inancını kaldırın, hesap verme duygusunu kaldırın, var olan insan sayısı kadar da bekçi gerekir bu topluma. Bekçiye de bekçi koymanız gerekir.



Kaynak: İnzar Dergisi

Yıl:15 Sayı: 171 Aralık 2018

Okunma : 8756

 

İlgili

Haberler

Foto Galeri