Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gündüz kuşağı programlarının aile değerlerine zarar verdiğini, programları devam ettirtenlerin vebal altında olduğunu dile getirdi. Toplumun değerlerine aykırı olan dizi ve gündüz kuşağı programlarında sahnelenen rezaletler ahlaki yozlaşmaya yol açıyor.
Bazı televizyon dizileri ve programları, toplumun inanç ve ahlak değerlerini, onarılması güç bir şekilde tahrip etmeye devam ediyor. Özellikle de "gündüz kuşağı" olarak adlandırılan ve yoğunlukla kadınlara hitap eden birtakım programlar, manevi ve ahlaki temelleri derinden sarsıyor. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, konuyla ilgili İLKHA muhabirine açıklamalarda bulundu.
"Toplumdaki insanlara; mesela evlilikle ilgili korku uyandırıyor, eşi ile ilgili kuşku uyandırıyor ve aileyi bir arada tutan temel değerleri sarsıyor"
Gündüz kuşağı programlarının özellikle reyting değeri yüksek olan programlar olduğunu, çok ilgi çektiğini belirten Tarhan, "Bu programlar insandaki merak duygusunu uyandırıyor. Kişinin merak duygusunu uyandırdığı için, insanda iki türlü durum ortaya çıkıyor. Biri; merak duygusunu uyandırdığı zaman iyicil etkileşimler ortaya çıkarabilmek, diğeri de kötücül etkileşimler ortaya çıkarabilmektir. Burada merak duygusunu, hayret duygusunu ve ilgisini arttıran bu programlarda; programın etkisine göre iyicil ve kötücül etkisi olup olmaması değişir. Toplumu ayakta tutan en önemli değerler vardır. Mesela bu değerler, paylaşımcılık, yardımlaşma, güven duygusu, sadakat, aile içerisinde aile değerleri vardır. Bu programlar aileyi bir arada tutan temel duygu olan güven duygusuna son derece zarar veriyor. Bir toplumun bir yerinde olan az, sınırlı bir olayı alıp ortaya çıkarıp genelleme yaptığı zaman; aile içerisinde birbirlerine karşı kuşkular, şüpheler uyanıyor. Bu olaylar eskiden çok görünür değildi. Televizyon programları, kötücül durumların görünürlüğünü artırıyor ve genelleme yaparak o programları toplumda ki insanlara; örneğin evlilikle ilgili korku uyandırıyor, eşi ile ilgili kuşku uyandırıyor ve aileyi bir arada tutan temel değerleri sarsıyor. Bu programlar bu nedenle bir virüs gibidir, ama böyle AIDS gibidir. AIDS virüsünün özelliği; vücuda girer, 5-10 sene sonra hasta eder. Neden? Çünkü vücuda girer, bağışıklık sistemini hasta ettiği için bağışıklık sistemi hasta olur, hastalıklar vücutta yayılır; vücudun haberi olmaz. Yayılır yayılır ortaya çıktığı zaman iş işten geçmiş olur. Bu programlar da sosyal bir virüs gibidir. Kötücül duyguları uyandırıyor ama bunun hoş bir eğlence, zehirli bal gibi etkisi var. Bu programlar; çekici, bal gibi ama zehirli bal gibidir. Vücuda giriyor, yavaş yavaş vücudu tahrip ediyor." dedi.
"Bu programları devam ettirenler ciddi bir vebal altındadır"
İstatistiklere bakıldığında Türkiye'de son 15-20 yıl içerisinde hane kırılganlığının arttığına dikkati çeken Tarhan, "Bu ne demek? 5 kişilik haneler azaldı, tek kişilik haneler arttı. TÜİK istatistiklerinin söylediğidir. Hane kırılganlığının artmasında toplumda ne sebep oldu dersek, birincil derece tanık bu tarzdaki kötücül olayların ortaya çıkarılarak teşhir edilmesiyle ortaya çıkan durumlardır. Bu programları devam ettirenler ciddi bir vebal altındadır. Toplumdaki yozlaşmanın, kötülüğün artmasının, yalanın artmasının, güvensizliğin artmasının ve korku duygusunun artmasının sebebidir. Amerika bununla baş edemedi şu anda açık evlilikler başlattı. Bu özgürlük adı altında yapılıyor, artık baş edemiyor. Açık evlilik nedir? Evli iki tarafın da sevgilisi var. Bu normal, ne var ki bunda diyerek kabullendiler(!). Eğer böyle bir toplum istiyorsak, geleceğimiz buna doğru gidiyor. Türkiye'de karar vericiler, sosyal politikaları belirleyenler bunu normal kabul ediyorsa buyursunlar, bu durum devam etsin. Eğer bunu normal kabul etmiyorsak, geleceğimizde böyle bir tehlike bekliyorsak… Mesela şu anda istatistiklerde Türkiye'de evlilik oranı yüzde 2,09 ama İskandinav ülkelerinde, Kuzey Avrupa'da, Hollanda'da, Fransa'da evlilik dışı doğum oranı yüzde 50'nin üzerinde, İzlanda yüzde 69, Norveç, İsveç yüzde 59, Fransa da yüzde 59'dur. Doğan yüz çocuğun 59'u evlilik dışı oluyor. Dünya buna doğru gidiyor, bunu artık normal kabul ediyorlar. Şu anda Kuzey Avrupa'da yeni doğan çocuklara anne-baba ismi yazmıyorlar, 'ebeveyn 1, ebeveyn 2' yazıyorlar. Anne kavramını kullanmıyor çünkü çocukların çoğu devlet kurumlarında büyüyor. Norveç'te soğukta ölmesin diye ısıtıcılı bebek kutuları var, doğan çocuklar oraya bırakılıyor. Eğer böyle bir toplumu doğal kabul ediyorsak, sosyal politikamız buna izin veriyorsa buyuralım bunu yapalım." diye belirtti.
"Bu programları gündüz kuşağında tutmak bence topluma reyting kaygısıyla yapılan son derece ciddi bir zarar verme eylemidir"
İnsandaki merak duygusunun bir zaaf olduğunu hatırlatan Tarhan, "Neden merak duygusu bir zaaftır? İnsan beyniyle ilgili yapılmış ölçümler var. Beyin pozitif olaylara karar verdiği zaman 300 milisaniye aksiyon potansiyeli uyandırıyor, buna p300 dalgası deniliyor. Beyin negatif olaylara 50 milisaniye sonra cevap veriyor, buna n300 dalgası deniliyor. Beynimizde ölçülmüş, beynimiz 5 misli daha fazla negatif olayları fark ediyor, etrafta olan gürültülü negatif olayları 5 misli daha önce algılıyoruz. Beynimizin kendisini korumak için böyle bir zaafı var. Bu artık bilimsel temeli olan bir şeydir. Bu programları gündüz kuşağında tutmak bence topluma reyting kaygısıyla yapılan son derece ciddi bir zarar verme eylemidir. Böyle vakalarla bizzat ilgilenen bir psikiyatrist olarak söylüyorum; çoğu böyle vakaları gördükten sonra 'bu oluyormuş, normalmiş' diyerek kabullenme eyleminde ve bunu içselleştirme eyleminde yaygınlaşma oluyor. Artık toplumda eski sosyal normlar yok. Toplum koruyuculuğu yok artık. Daha önce mahalle kontrolü, sosyal kontrol, geniş aile vardı. Anneanne, babaanne hepsi bir arada yanlış bir şey yapan gençler raydan çıktığı zaman onları hemen kırıp dökmeden raya sokuyorlardı. Şimdi aile bağları, sosyal bağlar, sosyal dayanaklar zayıfladı. Böyle durumlarda bir de her türlü kötücül programlar serbest, o zaman biz gelecek nesiller için hayal kurmayalım." diye konuştu.
Şiddet içerikli filimler olmasa oyunların hiçbir zaman kabul görmeyeceğinin altını çizen Tarhan, "Şiddet inkâr edilecek bir olay değil, toplumda var ama bu yaş grubuna göre değişir. 0-6 grubunda soyut düşünce gelişmemiştir. Çocuk şiddet olaylarını izlediği zaman onu gerçek zanneder ve korku ortaya çıkar ama ebeveyn gözetiminde seyrederse onu analiz edebilir. Şiddet olaylarının en olumsuz etkisi gördüğü şiddettir. Çocuk yan gözüyle anne, babaya bakar. Anne, baba 'bu film, bunlara sakın inanma, film olarak seyret' derse çocuğa o kadar zararı olmuyor. Ama evde şiddet görüyorsa, canlı örnek filmlerden daha tehlikelidir. Evde de şiddeti onaylayan, şiddeti sorun çözme yöntemi gören bir ortam varsa birde üzerine sanal şiddet ya da filmlerdeki şiddet eklenirse bu şiddet toplumda artar. Şiddetle mücadelede en önemlisi; ev içi, canlı şiddeti kaldırmayla ilgili mücadeledir. Asıl ona odaklanmak gerekir. Şiddeti uygulayanı onaylamayan filmlerdeki şiddet o kadar zararlı değil ama şiddeti uygulayan filmlerdeki şiddeti onaylayan; hak için, vatan için şiddeti yaptım diyerek şiddeti onaylayan filmler daha tehlikelidir. Vatan için haksız insanları öldürüyorsun, kendini devlet yerine koyarak insan öldürüyorsun bu bir şiddettir ve şiddet onaylanıyor. Bu çok daha tehlikelidir. Onaylanmayan şiddeti fazla abartmadan anlatmakta, senaryo yazarları özendirmedikçe kontrollü denetleme gerekiyor. Gelişmiş ülkelerin filmlerinde, kesinlikle çocuğa yönelik şiddet olayları, aile içi şiddet olayları doğru dürüst haber yapılmıyor ya da kimlikler çok gizlenerek yapılıyor. Onun o kadar zararları görüldü ki, üçüncü sayfa haberi olarak geçen bu durumları bizde insanlar okuyor çünkü insanda merak duygusu uyandırıyor, ilgi çekiyor. Bu medyanın yaşamsal gıdasıdır ama aynı zamanda çok tehlikeli bir şeydir. Medyada birisi acı çekerken filmini mi çekeyim yoksa ona yardım mı edeyim, etik olarak hep tartışılmıştır. Topluma acı çektirerek onun üzerinden reyting yapmak, çıkar peşinde koşmak etik değildir." dedi.
RTÜK yetkililerine seslenen Tarhan, "RTÜK'e şunu söylüyorum; RTÜK üyeleri vicdanlarına sorsunlar, o filmleri çocuklarıyla birlikte oturup seyredemiyorlarsa -seyredebilirlerse diyeceğim bir şey yok- onlara karşı hayır deme hakları var bunu kullansınlar." ifadelerini kullandı.
Okunma : 1982
ÜHA