“Egosu büyük olan insan mutlu olamaz.” diyen Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, başarının iç huzurda olduğunu ifade ederek, “Asıl başarıya sahip olan insanlar iç huzura sahip insanlardır. Kendini büyük, kibirli gören insanlar vardır, kapının eşiğiyle kavga eder.” dedi.
Sağlığın bedensel bir rahatlık, iyilik olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Afiyet de psikolojik rahatlık, iyilik. Bu ikisi birlikte, sağlık ve afiyet olduğu zaman huzur oluyor.” diyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insan hayatındaki huzur ve önemi konusunu değerlendirdi.
Tarhan: “Huzur kelimesinin kültürel bir boyutu var”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, huzur kelimesinin İngilizce’de, kültürel anlamda tam karşılığının olmadığına işaret ederek, “(Mutluluk, öznel iyi oluş) şeklinde Türkçeye tercüme ediliyor ama huzur kelimesinde bizim anladığımız huzurla batı kültüründeki huzur kelimesi farklı. Onun için huzur kelimesinin kültürel bir boyutu var.” dedi.
Huzur kelimesini batı kültürünün mutluluk ile özdeştirdiğini, fakat oradaki mutluluğun da haz odaklı ve heyecan arayışı şeklinde olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Kavramsallaştırmamış çünkü ihtiyaç hissetmemiş. Mutluluğu, huzuru haz odaklı düşündüğü için…” diye konuştu.
‘İnsanı değersizleştiren, doğuştan günahkâr kabul eden’ Hristiyan kültürüne karşı tepki olarak ortaya çıkan hümanizmin, insan odaklı, insanı kutsallaştıran, insanı ben merkezci yapan, ben merkezci olan insanın da egosunu şişiren bir yapı olduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
Tarhan: “Egosu büyük olan insan mutlu olamaz”
“Egosu büyük olan insan mutlu olamaz. Haz peşinde olan insan modeli tanımlandı. Devamlı uyarılmış duygulanım dediğimiz yani devamlı heyecan içerisinde. Amerika’da en ufak bir şeyde sevindirik olurlar. Her şeye sevinir, aşırı duygu tezahürü yapılır. Öyle olunca da devamlı bir heyecan arayışında. Bu seferde tamamen olumsuz duyguları reddediyorlar, olumsuz duyguları yok sayan bir felsefe ortaya çıkıyor. Halbuki olumsuz duygular da insanın hayatının bir gerçeği. Bu ikisini yönetmek gerekiyor, bunu yönetemeyince hedonistik bir felsefe ortaya çıkıyor.
Negatifi reddetmek, acıyı reddetmek, acıdan kaçınmak ve hazza yönelmek şu an da batının felsefesi. Bu felsefe böyle durumlarda içsel barışı ihmal ediyor, dışsal tatmini arıyor. Dışsal mutluluğu arıyor yani şunu yap mutlu ol, şunu kazan mutlu ol, yani başarıyı zengin olmaya odaklamışlar. Halbuki başarı iç huzurdadır. Asıl başarıya sahip olan insanlar iç huzura sahip insanlardır. Kendini büyük, kibirli gören insanlar vardır, kapının eşiğiyle kavga eder. Bu insan başarılı mıdır? Zengin ama mutlu değil, batıda böyle çok insan var.”
Tarhan: “Geçmişte yaşayan insanlar mutlu ve huzurlu olamaz”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, anı yaşamak değil anda yaşamanın önemli olduğunu dile getirerek, geçmişe takılı, devamlı geçmişte keşkelerle yaşayan, beş on sene önce olan olayı sanki dün olmuş gibi yaşayan insanların mutlu ve huzurlu olamayacaklarını söyledi.
Gelecekle ilgili ‘2 ay sonra başıma şu gelirse’ diye kaygıları olanların da huzurlu olamayacağını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Keşke ve acaba kelimeleri altında insan eziliyor. Huzurlu insan geçmişi değerlendirir, dersler çıkarır, geleceğe bakar, planını yapar ama bugünü kendiyle barışık olarak yaşar. Bu nedenle kendiyle barışık olarak yaşamak kelimesi, huzur kelimesini çok güzel ifade ediyor. Hatta buna mutluluk priminde otantik mutluluk deniyor.” diye konuştu.
‘Elim kolum bağlı ama ruhum bağlı değil…’
Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Mevlâna’nın akıl hastasının yanına gidip ‘Elin kolun bağlı ama çok neşelisin, nasıl oluyor?’ dediğini, akıl hastasının da gülerek ‘Benim elim kolum bağlı ama ruhum bağlı değil, ben gayet mutluyum.’ dediğini anlatarak, insanın dünya hayatının da bu şekilde olduğunu ifade etti.
Üzüntüsüz bir hayat mümkün değil
Yine Mevlana’nın oğlunu çok üzüntülü, kederli gördüğünü ve kurt postunu kafasına geçirerek, kurt taklidi yaptığında oğlunun ‘Baba beni güldürdün’ dediğini, Mevlana’nın da ‘Ben seni güldürmek için yapmadım. Kurt normalde korkutucu bir hayvan, postun arkasında benim olduğumu bildiğin için güldün. Aslında senin yaşadığın bu acıların arkasındaki şeyler hepsi gerçek değil. Sen, yaşadığın üzüntünün arkasını gör. Üzüntünün, üzülmeye değmez olduğunu görmeni sağlamak için yaptım.’ Dediğini de anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Müthiş bir metaforla ona üzüntüyü doğru analiz etmeyi sağlıyor. Çünkü üzüntüsüz hayat mümkün değil.” dedi.
Tarhan: “O kadar ben merkezci olmuşuz ki…”
Gazze olaylarına ve bölgede yaşananlara karşı kimi kesimlerin duyarsızlığına dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan, “Yüzleşmekten kaçınıyor insanlar. O kadar ben merkezci olmuşuz ki, o kadar kendi penceremizden bakıyoruz ki… İnsan ona bakar, o acıyla düşünür ama onunla ilgili acıyı kabul edip zaten huzurun anlamı da birinci şartı acıyı kabullenmektir, sonra acıyı yönetmektir. Böyle durumlarda oturup ağlayalım mı? Hayır, ağlamak değil. Burada ne yapmam lazım? Burada bana düşen nedir? diyerek bir şey yapıp, kendini büyük bir anlamın parçası hissedip huzuru hissediyor. O zaman insan bütüncül bakıp, evrensel bakabiliyorsun her şeye. O zaman huzuru yakalayabiliyor insan.” diye konuştu.
Tarhan: “İnsan en kötü ortamda bile olsa huzurlu olmayı başarabiliyor”
Gazze olaylarını doğru anlamlandırarak, ‘Bana ne düşüyor? Ülkemize ne düşüyor? Kader planında ne vardır? Bunun kaderin bize mesajı nedir?’ gibi düşünülmesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Tarhan, “Bazen öyle güzel konuşmalar oluyor. Diyor ki bir konuşmacı ‘İslam kendine yeni coğrafya arıyor.’ Mesela bu da bu olayı doğru anlamlandırmak ve insanın bakış açısını geliştirmesi. Bu evreni yaratanın planı nedir? gibi yaşanan olaylara bakabilmek insana huzur veriyor. Onun için insan en kötü ortamda bile olsa huzurlu olmayı başarabiliyor. Huzuru yakalayabilmek, acıdan, olumsuzdan kaçmak değildir. Olumluyu ve olumsuzu birlikte ele alıp, oradan dersler çıkarıp olumluya doğru bir şey yapabilmektir.” dedi.
Tarhan: “Olması gereken benliği yakaladığı zaman huzuru yakalıyor insan”
İnsanların bir gerçek benliği bir de ideal olmayı istediği benliği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Bir de olması gereken… İdeal benliğe her zaman ulaşamayız. O üç benlik arasında dengeyi sağlamak… Çünkü ideal benlik gerçekçi olmuyor. O, olması gereken benliği yakaladığı zaman huzuru yakalıyor insan. Bunun için muhakkak kişinin kendi iç yolculuğuna çıkıp kendini tanıması gerekiyor. Kendini eğlenceye vererek, neşe ve keyif anlamında hep neşe ve keyif olsun, vur patlasın çal oynasın. Bu huzur değildir.” şeklinde konuştu.
‘Wellbeing’ yani ‘Afiyette olma’ hali…
Beynin serotonini daha çok salgıladığı duruma da rahatlatıcı duygu durumu dendiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Aktif duygulanım var. Rahatlatıcı duygulanım ve güvenli duygulanım. Bu üç duygulanımı aynı an da beraber yönetmek huzurdur. Sadece birine odaklanmak değil, sadece güvende olup, evin güvenli ortamında dünyadan kopuk yaşamak da devamlı huzur vermez. Yaratılıştan olan bu üç kimyasalın dengesini beynimizde o iç eczaneyi harekete geçirmeyi başaracağız. Aslında kendimize bir kimyacı gibi olacağız. Ona öznel iyi oluş ya da huzur deniyor ya da ‘Wellbeing’ diye şimdi literatürde geçiyor. İyilik ve iyi olma hali. Yani bizim literatürde Türkçedeki karşılığı aslında ‘Allah sağlık, afiyet versin’ denir ya, oradaki afiyet kelimesi….” diye bilgi verdi.
Tarhan: “Yanlışları kabul edeceksin ama bunu yöneteceksin”
Prof. Dr. Tarhan, sağlığın bedensel bir rahatlık, iyilik olduğunu dile getirerek, şöyle dedi:
“Afiyet de psikolojik rahatlık, iyilik. Literatürde böyle geçer, bu ikisi birlikte, sağlık ve afiyet olduğu zaman huzur oluyor. Çünkü hastalıklı bir insanda hiç kolay değil. Ancak Hz. Eyüp gibi olmak lazım, yani o hastalığa rağmen huzuru kaybetmemek… O da büyük sınavdır. Ancak peygamberlerin başarabildiği bir şey. Mesela dinginlik kelimesi de huzura yakın bir kelime. Fırtınaların içinde sakin kalabiliyorsun. Tranquillity, sessiz ama böyle curcuna içerisinde sessiz kalabilmek. Equanimity de deniyor. Daha çok sakinlik tarzında. Yani bu nedenle bunun birinci şartı, kabul. Kabul edeceksin, kabul etmek teslim olmak değil. Yanlışları kabul edeceksin ama bunu yöneteceksin. Ama bundan önce muhakkak yaşamında ego idealin olacak. İdeal ben dediğimiz ego ideali, uğrunda emek verilecek, yorulacak, çile çekilecek, katlanılacak. Yani renkli bir gölge gibi yakalamaya çalıştıkça kaçıyor ama hedefine gidersen kendiliğinden gelir arkandan. Yani mutluluk veya huzur ikisi de. Mesela ben huzurlu olayım dediğin zaman olmazsın. Öz şefkat yani kendine karşı da şefkatli olabilmek. Bazı insanlar yakınmacıdır, fedakardır, hep vericidir. Çırpınırlar ama mutlu değillerdir. İşte öz şefkat geliştirilmemiş.”
Tarhan: "Şükrün ölçüsü kanaattir…”
Şükür kelimesine atıfta bulunan Prof. Dr. Tarhan, “Huzurun, sahip oldukları şeyin kıymetini bilmek olarak geçiyor literatürde. Yetinme duygusu, kanaat duygusu… Şükrün ölçüsü kanaattir. Kanaat eden bir kimse şükrediyor demektir. Küçük şeylerden mutlu olabilmek. Bunu başardığın zaman şükür duygusunun kavramsal anlamını yerine getirmiş oluyorsun, sana o nimeti verene karşı şükran anlamında var bu duygu.” dedi.
Şükür duygusunun insana kendini iyi hissettirdiğini de anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Mutlu olamayan insanlara baktığımız zaman ben her şeye layığım, en iyi benim gibi o kişilerin hiç küçük şeylerle mutlu olma becerisi yoktur. Bunu öğrenmek gerekiyor ve bir diğeri de mutluluğu engelleyen şey dünyayı, evini, çocuğunu değiştirmek isteyen. Dünyayı değiştirmek yerine kendimizi değiştirelim, sıradan şeylerden mutlu olalım. Bu ikisini başarırsak huzuru yakalamak çok kolay iki kavramı. Sabah kalktığında, bak, elim kolum sağlam, sıcak bir evdeyim, çoluğum, çocuğum yanımda. Bu benim için bir şükran meselesidir, deyip hemen kafasına olumsuz düşünceleri getirmemek, sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmek, rutin şeylerden mutlu olmak yani. Bunu başardığın zaman bir rahatlık oluyor, zor şeyleri daha rahat yapabiliyorsun ama öbür türlü motivasyonu kırıyor diğer şeyler.” diye sözlerini tamamladı.
Okunma : 2702
ÜHA