Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan Isparta İl Müftülüğü tarafından düzenlenen “Şiddet, İnsanlık Onuruyla Bağdaşmaz” konulu programın konuğu oldu. Toplumda ve ailede şiddet konusunun üzerinde duran Tarhan; “Bir evde tüp, gaz kaçağı varsa bir kıvılcım evi patlatır. Toplumda o gerginlik var, kıvılcımla her an patlayabilir. Ailede de şiddet böyle oluyor. Her şey neşeli ve yolunda giderken aniden olmuyor.” dedi.
“Kadına yönelik şiddet konusunda ciddi sabıkalıyız”
Online gerçekleştiren, moderatörlüğünü İl Vaizi Şaban Yılmaz’ın yaptığı programda kadına yönelik şiddet konusunda kök analizi yapmamız gerektiğinden ve toplumumuzun önceden böyle olmadığından bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Kadına yönelik şiddette biz dünya birincisiyiz. İkincisi sırada ise Amerika var. Kadına yönelik şiddette bunu araştırdım doğruladım. Böyle yakın arkadaş tarzındaki ilişkilerde yüz kadından otuz sekizi şiddet görüyor. Amerika’ da 36, Yeni Zelanda’ da 35 civarında. 3 kadından birisinin Türkiye’de şiddet gördüğü ile ilgili istatistiklerde sağlam istatistiklerdir. O nedenle şaşırtıcı bir rakam, hatta insan hakları şiddet sempozyumu olmuştu. İnsan hakları kurumunun bu şiddet sorunları da gündeminde olan bir konu. Orada da ‘Şiddet neden bizim toplumumuzda var?’ diye sundum. Mevlâna yetiştirmiş bir toplum, Yunus Emre yetiştirmiş bir toplum neden şiddet uyguluyor? Avrupa değil dünyada birinci sırada. Üçüncü sırada Yeni Zelanda var dedik. Daha sonra Danimarka, İspanya, Norveç, Hollanda geliyor. Bu kadına yönelik şiddette ilk on toplum arasında Müslüman olan bir biz varız ama çocuk şiddetinde Amerika ön planda. Şiddet suçundan tutuklanan çocuklar açısından. ABD ciddi şekilde önde. Bütün bunlar gösteriyor ki bizim toplumlumuzda özellikle kadına yönelik şiddet konusunda ciddi sabıkalıyız. Burada bu konuda bizim kök neden analizi dediğimiz analizi yapmamız lazım. Psikolojik boyutu var, kültürel boyutu var. Toplum böyle değildi. Gülü incitme diyen bir kültürümüz var. Gülü incitme diyen eşini incitme diyor.” şeklinde konuştu.
“Bir evde tüp, gaz kaçağı varsa bir kıvılcım evi patlatır”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Türkiye de sosyolojik bir dönüşüm mü yaşanıyor? Bunun sebeplerini araştırırken üzerinde durmak istediğim şiddet olayları çok. 2007’de meclis şiddet konusu için bir araya geldi topladı. Oraya çağırıldık biz de gidip konuştuk. 2015’te yine meclis toplandı, konuştuk. Geçen sene yine toplantı oldu komisyona katıldım orada ilginç bir şey oldu. Kadınlar tarafından ben sözel şiddete uğradım. Bana orada şiddet uygulayan, bana saldıran, tweet atan kadın mecliste dokunulmazlık sahibi HDP’li doktor bir kadın milletvekili. Sözel, fiziksel sosyal medya şiddeti yaşadım onun yüzünden. Şiddetin birçok boyutu ve altyapısı var lakin son dönemlerde toplumda genel olarak bir gerginlik var. Genel gerginlik olduğu zaman şuna benziyor. Bir evde tüp-gaz kaçağı varsa bir kıvılcım evi patlatır ve şuan toplumda o gerginlik var. Kıvılcımla her an patlayabilir toplum. Ailede de şiddet böyle oluyor. Her şey yolunda neşeli giderken olmuyor. Onun için kadına yönelik şiddet değil de Amerikalılar ‘domestik şiddet’ diyor aile içi şiddete. Ama ‘aile içi şiddet’ kavramını kullanmak daha doğrudur. Çünkü kadına yönelik şiddet olduğu kadar az da olsa erkeğe, hatta en çok çocuğa yönelik şiddet var. ABD’de bu çok fazla. Acile gelenlerin ’si aile içi şiddetten. Şiddet sadece Türkiye’nin sorunu değil, küresel bir sorun. ‘Bu şiddet neden arttı? Kana susamışlık neden arttı? Kötülük neden arttı?’ diye 2000’li yıllarda New York Üniversitesi Adli Psikiyatri Birimi ‘Psikiyatrinin Kötülüğü Tanımlama Yeteneği’ diye bir test geliştirdi. Adı da ‘Ahlaki Aykırılık Ölçeği.’ Biz bu ölçeği Türkiye’de uyarlamaya çalıştık. Kendi ölçeğinizi kendiniz yazmanız lazım Türkiye’de değişir bu dediler. Toplumsal kültürel bağlamda yazılması lazım diyerek bizde onu yapmaya çalışıyoruz. Aile içi şiddette de öyle. Şiddeti tanımayla ilgili bir ölçek yapmamız lazım. Önceden şiddete yatkın kişileri belirlemek ona göre şiddet olayı olmadan tedbir almak ve risk gruplarıyla ilgilenmek gerektiğini.” dile getirdi.
“Şiddetin arkasındaki virüs bencillik virüsüdür”
Bencillik virüsünün insana girdiği anda kendi doğrularını dayatma gibi bir özelliği olduğundan ve korkutularak yetiştirilen kişilerin açık, şeffaf konuşamadığından bahseden Tarhan; “Aile içi şiddet, çocuğa yönelik şiddet, kadına yönelik şiddet, hayvana yönelik şiddet tüm şiddet türlerine baktığımız zaman arkasında ciddi şekilde bir virüs görüyoruz. Şiddetin arkasındaki virüs bencillik virüsüdür. Bencillik virüsü şiddeti müthiş bir şekilde arttırıcı etki yapıyor. Mesela bencil bir insana en iyi ben bilirim, ben ne dersem o olur, son karar benim diyen ataerkil bu toplumda yetişmiş biri, böyle bir erkek ve kadınlar da şimdi hakkını arıyorlar. Ezdirmiyor kendini, çocuklar bile sorguluyor. İyi bir şey bu aslında. Kadın sorguladığı zaman bazı erkekler hayır demesine, onay vermemesine egosu yüksek erkekler; ‘Eyvah karım üzerinde kontrolümü kaybediyorum.’ diyor. Kontrolü yüksek oluyor. Her gün koruma altına alınmasına rağmen karısını öldürmeye gitti diye bir haber var. İstisnasız üçüncü sayfa haberlerinde görüyoruz. Neden böyle olduk biz? Tüm kötülüklerin kapısını bencillik açar. Bencillik virüsü girdiği anda ben ne dersem o olur diyerek kendi doğrularını dayatma gibi bir özellik oluyor. Baskın oluyor, baskıcı oluyor. Güç elinde değilse pasif oluyor. Entrika çeviriyor karşı tarafı kontrol etmeye çalışıyor. Bu durum korku kültüründe yetişmiş ailelerde, kadınlarda ve kız çocuklarında fazladır. Korkutularak yetiştirildiği için açık şeffaf konuşamıyor. Liderler ‘a’ derler ‘b’ derler entrika çevirerek karşı tarafa söz geçirmeye çalışırlar. Yakın ilişkiler ve yaşantılarda güven duygusu zarar görüyor. Karşı taraf birbirini sorgulamaya başlıyor, insanlar tedirgin geliyor yine sorgulanacağım diye geliniyor. Bunda da şiddet olaylarında benmerkezciliğin kontrol bende olsun duygusudur.” dedi.
“Canlı örnekler, en büyük şiddetlerin yaygınlaşmasını sağlıyor”
Mezopotamya kültürünün şiddeti yücelten bir kültür olduğundan ve bu kültürün İslam geleneğinde olmadığı konusuna vurgu yapan Tarhan; “Erkek bağırdığı zaman kendini rahat hisseder. Kadın da ağladığı zaman kendini iyi hisseder. Böyle durumlarda karşılıklı bir ilişki ortaya çıkıyor. Her olayı analiz etmek gerekir ama benim burada tespit ettiğim o olaylarda sorun çözüm yöntemi, hak arama yöntemi olarak şiddet daha yaygın. Şiddette her zaman medyayı, bilgisayar oyunlarını suçluyoruz. Evde baba, anneye şiddet uyguluyorsa çocukta o anda onaylamasa bile babamın kızdığı şeyleri ben yapıyorum diyor. Göre göre onu modelliyor. Canlı örnekler, en büyük şiddetlerin yaygınlaşmasını sağlıyor. Bizim İslam geleneği değil, Mezopotamya kültürü hep böyle. Mezopotamya kültüründe Hammurabi yasalarında bir tane madde var. Dayaktan sorumlu öğretmen varmış. Kanunlarda varmış bu. Dayağı sorun çözme yöntemi olarak uygulamış. İlk çağlarda olmuş. Bunun uygulanması bize şunu gösterir, toplumlarda Mezopotamya kültürü şiddeti yücelten bir kültür. İtaat olması için şiddeti uygulamayı karar kılıyor. İslam geleneğinde yoktur, nebevi tarzı değil. Peygamberimizin tarzında ses tonunu yükseltme bile yok. Eşlerine karşı yakınlarına karşı şefkat peygamberi olmuş. Evlatlığı Enes gecikiyor, ona; “Yine oyuna kendini kaptırdın dimi?” diyor. Onun da hatasını gösteriyor, mealle söylüyor. Hatasının farkında olduğunu ve onaylamadığını söylüyor. Çocuksu yönünün olduğunu kırmadan hemen söylüyor. Biz olsak bağırarak söyleriz. Bütün bunların hepsi o dönemde yok. Ne zaman başlamış? Ahlakın bozulması ile bütün bunlar başlamış.” ifadelerini kullandı.
“Kadın erkek ilişkilerinde rekabetçi ilişki yok, tamamlayıcı ilişki var”
Kadın ve erkek beyninin farklı çalıştığından bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bizim şiddete eğilimle ilgili genetik bir alt yapımız var. Erkek mesela daha çok şiddete eğilimlidir. Yani bir şeyle karşılaştığı zaman erkek duygularını öfke diliyle yansıtır. Kadın ise stres yaşadığı zaman duygularını ağlamayla ifade eder. Kadın beyni ile erkek beyni farklı çalışıyor. Erkek, öfkelendiğinde aslında üzülmüştür. Üzüldüğü için bağırıp çağırıyordur, karşı tarafı ezmek için değil. Böyle durumlarda öfkeye şu anda feminist öğreti; ‘O sana bağırırsa sen de ona bağır, o tabak fırlatıyorsa sen de ona tabak fırlat. Ezdirme kendini.’ diyor. Kadın erkek ilişkilerini kadın erkek savaşlarına dönüştürüyor. Bu da şiddeti daha çok arttırıyor. Hâlbuki kadın erkek ilişkilerinde rekabetçi ilişki yok, tamamlayıcı ilişki var. Yani şimdi bir kayıkta gidiyorsunuz, o kayığı sallarsa siz de sallar mısınız? Kayık devrilir, alabora olursunuz. Öfkeli bir kişiyle konuşurken ki o öfkeli kişi genelde erkek oluyor. Onun savaş stratejisi farklıdır. O hisseden beynini kullanıyor. O halde onun savaş stratejisi seni kendi savaş ormanına çekmeye çalışıyor. Kendi orman alanında ne var? Vurdum mu oturturum var, ben ne dersem o olur var, bağırıp hükmetme var. Sen onunla birlikte bağırdığın zaman sen onun orman alanına giriyorsun. O halde ne yapacaksın, onun hisseden beynini değil düşünen beynini devreye sokacaksın. Mesela eşin sana bağırıp çağırmaya başladı diyeceksin ki; ‘Biraz yavaş konuşur musun, ben seni anlamak istiyorum.’ Genellikle bunu diyen kadın oluyor. Şimdi yavaş bağırmak mümkün olmadığı için ses tonunu düşürdüğü zaman yavaş olarak bağıramayacağı için hemen susar ve dinlemeye başlar. Hisseden beynini bırakıp düşünen beynini devreye sokar. Düşünen beynini devreye sokunca ise sizin savaş alanınıza gelir.” şeklinde konuştu.
“Öfkenin ilk zararı kişinin kendisinedir”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, önemli olan şeyin öfkeyi ifade etmek değil, öfkeyi öğütmek olduğundan bahsetti. Tarhan; “Öfke anında beyin asit özellikli kimyasallar salgılıyor. Öfkenin en büyük zararı kişinin kendisinedir. Öfkelendiği zaman bir kişinin beyni ne yapar? Karanlığın beş atlısı diyoruz: Kin, öfke, nefret, kıskançlık, düşmanlık… Bu duygularla beyin kimyasal karışım üretir. Onlar kana karışır, damar direncini arttırır ve tansiyonu yükseltir. Bağırsak spazmı olur, bağışıklık sistemi baskılanır, vücuttaki uyuyan kanser hücreleri harekete geçer. Bu birkaç saat olursa vücut bunu hemen telafi ediyor ama bu bir insanda devamlı varsa vücutta hasarlar meydana geliyor. Onun için bizim burada yapacağımız şey sinir sistemimizi yönetme becerisidir. Yani öfkenin ilk zararı kişinin kendisinedir. Öfke anında nasıl yaklaşacağımızı çok iyi bilmemiz gerekiyor. Öfke insani bir duygudur, öfkenin gelmesinden rahatsız olmayalım. Öfkeyi bir enerjiye dönüştürüp bu öfkeyi öğütmek lazım. Öfkeyi bastırırsan çözüm olmaz, öfkeyi ifade edersen de çözüm olmaz. Bizim rahmetli Ayhan Songar Hoca vardı. O bir gün arabasıyla gelirken trafikte birisine müthiş sinirlenmiş. Eve geldikten sonra; ‘Biri beni çok sinirlendirdi, ağzıma geleni söyledim.’ demiş. ‘Sizi duyunca adam cevap vermedi mi?’ diye sormuşlar. ‘Tabii pencereyi kapatıp da söyledim.’ demiş. Bu da bir yöntemdir yani. Onun için burada önemli olan öfkeyi öğütmektir, öfkeyi ifade etmek değildir.” dedi.
“Narsistik kişilerde çok öfke olur”
Aile içi ilişkilerde karşı tarafa özel alan bırakılması gerektiğine değinen Tarhan; “Bir anne babanın çocuğu var ama çocuk ona ait değil. Çocuk onun malı değil. O da ayrı bir insan. Ayrı bir birey. Özellikle 10 yaşını geçtikten sonra çocuk artık erken ergenlik dönemine giriyor. Ve arkadaş böyle durumlarda anne babadan daha önemli olmaya başlıyor. Anne baba da eğer egosu yüksek ise şiddetin arkasında gizli bencillik var, gizli kibir var. Kibir virüsü, şiddeti müthiş arttırıyor. Kendisine narsistik yaralanma diyor. Hayır dendiği zaman ciddi şekilde öfkeleniyor. Narsistik kişilerde çok öfke olur mesela… Hayır demeyi istemezler. Ev, aile içerisinde de anne babanın çocuğu sahiplenmesi ayrı bir şey ama çocuğunu kendi malı gibi görmesi ayrı bir şey. Bencil kişilerin en büyük özelliği kontrol duyguları yüksektir. Güç bende, kontrol bende, hâkimiyet bende, ben ne dersem o olur. Bu duygusu olan kimse hatta ben kıskançlığı o noktaya getirmiş, kontrol duygusu yüksek kimse biliyorum ki eşini gece iki buçukta uykudan uyandırıyor. Bu kişi erkek, karısını uyandırıyor ve şöyle bir soru yöneltiyor kendisine: ‘Rüyanda kimi görüyordun?’ Düşünebiliyor musunuz rüyasını bile kontrol etmek istiyor. Karşı taraf kendini hapiste gibi hissediyor. En sonunda patlıyor bir yerde tabii. Onun için aile içi ilişkilerde ona özgür alan, özel alan bırakmak gerekiyor. Yakın ilişkilerde ve yaşantıda güven esastır, kuşku istisnadır. Güven olması için bir ailede biz daha önce ailelerde önceden sevgi diyorduk şimdi güven yuvası diyoruz. Sevgi, güveni arttırırsa devam ediyor. Güven arttırmazsa sevgi gidiyor. Güvensizlik şu anda modernizmin en büyük kâbusu ve sorunudur.” ifadelerini kullandı.
“Sevgi ve güven oluşursa çocuklarda büyükleri örnek alma oluyor”
Çocuklarla yatay ilişki kurulması gerektiğinden bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Çocukla monoloğa değil, diyaloga ihtiyaç var. Monologda ne vardı? Bir taraf bir tarafı hep eğitmeye çalışır. Aile içi ilişkilerde anne babanın rolü danışman rolü olmayacak. Buna meşveret deniyor. İstişare olmalı. Karşılıklı konuşabilmek, interaktif olmak gerek. Hz. Ali’nin de 1400 öncesi söylemiş olduğu büyük bir söz vardır; ‘Çocuklarınızla 5 yaşına kadar oynayın, 15 yaşına kadar arkadaş olun, 15 yaşından sonra istişare edin.’ diyor. 15 yaşına kadar arkadaş olmak yanlış anlaşılıyor böyle yalaka olmak değil, yol arkadaşı olmak. Bir hedefe giderken yol arkadaşı ne yapar? Yediklerini, içtiklerini, giydiklerini, dertlerini, sorunlarını paylaşır. Çok güzel yol arkadaşları vardır, askerlik gibi hatıraları olur. Çocukla hayat yolunda arkadaş olmak, budur. Yoksa çocuğu gördüğü zaman her sabah bir hayat dersi, her sabah bir vaaz her kahvaltıyı bir konferans tarzına çevirirsen çocuk kulağını tıkar. Çocuğun birisi ders alıyormuş hocasından bahçedeymiş. Çocuk birdenbire; ‘Yüz.’ demiş. Babası; ‘Oğlum niye yüz dedin?’ demiş. ‘Baba yüzüncü karınca deliğe girdi.’ demiş. Çocuk babayı dinlemiyor orada karınca saymış. Onun için böyle korkutarak yaptığın zaman çocuk dinlemez. Burada yapılacak şey çocukla yatay ilişki kurmak gerekiyor. O ilişki kurup hatta çocukla konuşurken ayakta değil, onun göz seviyesinde konuşun diyoruz ki karşı taraf empati hissetsin, kendine güven hissetsin. Sevgi ve güven oluşursa çocuklarda büyükleri örnek alma oluyor. O da diyalogla birlikte oluyor. Anne baba olmak çocukla hikâyeler yaşamak demek, hikâyeler yazmak demek. Birlikte hayat olayları, yaşantılar oluşturmak, hayat senaryoları yazmak demek. Bunları birlikte yazmak. Çocuk belli bir yaşa geldiği zaman o hayat senaryoları çocuğun hayatında yeni aktörlerle o senaryoları geliştirip devam ettirecek. Onun için çocuğumuzun gelişen beynine, zihin haritasına güzel hayat hikâyeleri yazdıralım. Ve o hayat hikâyelerinde anne baba da aktör olarak bulunsun. Çocuğun hayat hikâyesinde başkaları bulunmasın siz de bulunun. Birlikte yapın, birlikte yaşantılara ihtiyaç var birlikte konuşma. Sev, değer ver, paylaş kuralı. Bu sayede birlikte birçok hikâyeler oluşturursunuz.” şeklinde konuştu.
Okunma : 2187
ÜHA