Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Dost TV ve Dost FM’de yayınlanan “Prof. Dr. Nevzat Tarhan’la Akla Kapı” programında “Ümit Duygusu ve İnsan” konusuna dair dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Ümitsizlik duygusuna düşen kişilerin arka planlarında korku olduğunu vurgulayan Tarhan; “Geçmişteki hatalarını, gelecekle ilgili korkularını görüyorlar ve bugünkü duyguları ise ümitsizlik duygusu. Bu kişiler hayatlarında hep keşkelerle, acabalarla ve korkuyla yaşarlar.” dedi. İnsanın akla uygun bir inancı varsa ümitsizliğe karşı dayanabileceğinin altını çizen Tarhan, tevhit inancının önemini vurguladı.
Geçmiş bir tecrübe, bugün hediye, gelecek yatırımdır…
Ümitsizlik duygusuna düşen kişilerin hep korkuyla yaşadıklarına dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ümitsizliğin arka planında korkunun var olduğunu söyledi. Tarhan; “Ümidin karşıtı ümitsizlik, karamsarlıktır. ‘Benden köy, kasaba olmaz. Ben bir işe yaramam. Kimse beni sevmiyor. Kimse bana değer vermiyor.’ gibi kendini bu şekilde etiketlemektir. Bu kişiler geçmişe, bugüne ve geleceğe yanlış açıdan bakıyor. Geçmişteki hatalarını, gelecekle ilgili korkularını görüyorlar ve bugünkü duyguları ise ümitsizlik duygusu. Bu kişiler hayatlarında hep keşkelerle, acabalarla ve korkuyla yaşarlar. Ümitsizliğin arka planında korku vardır. Halbuki ‘Geçmiş benim hayatımda bir tecrübe gibidir, bir sermayedir. Bugün bana gelmiş bir hediyedir. Gelecek benim için bir yatırımdır.’ diye düşünebiliyorsa bir kimse ümitlenebileceği konuları görmeye başlar. Bu kişiler yeniliğe açık olan, kendine dayanıklılık eğitimi vermiş, sabırlı, motivasyonu yüksek ve çalışkan kişilerdir.” ifadelerini kullandı.
“İnsan aldığı ilacın gerçek olduğuna inandığı an yüzde 40 iyileşiyor”
Plasebo ve Nosebo etkilerinin ümit duygusuna olan etkilerini de anlatan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Plasebo etkisi, bir insana hap diye sahte nişasta veriyorsun, ‘Bu senin baş ağrına iyi gelecek.’ diyorsun. 100 kişiden 40’ı hatta bazen 50’sinin baş ağrısı geçiyor. Sonra bu kişilere vücuttaki morfini susturan bir madde veriyorlar. Maddeden sonra o kişilerin geçen baş ağrıları tekrar başlıyor. Bir insan aldığı ilacın gerçek ilaç olduğuna inandığı an yüzde 40 iyileşiyor. Onun için hastanın hekime güvenmesi hastanın yüzde 40 artısına oluyor. Hekime güvenmiyorsa yüzde 40 eksiyle başlıyor. Bazı durumlarda bu oran yüzde 50-60’lara çıkıyor. Beyin inanırsa ona göre iç eczane harekete geçiyor ve beyin iç kimyasallar salgılıyor. Nosebo etkisi ise bir insana, ‘Şu ilacı alırsan şu hastalık olacak.’ diyorsun, Plasebo etkisinin tam tersi. O kişi öyle olacağına inanırsa hastalığın belirtileri başlıyor. Mesela erkek gebelikleri vardır. Eşinin karnı şiştikçe onun da karnı şişer. Doktora gidiyorlar, gebelik yok bir şey yok. Bunlara Nosebo etkisi deniyor. Eşiyle öyle bir özdeşim kurmuş ki beyni de sanki gebe olacak gibi reaksiyon veriyor. Karnı şişiyor, gaz topluyor. Beyin bedene yanlış mesaj veriyor.” şeklinde konuştu.
“Hatalar değil ona karşı verdiğimiz tepkiler önemli”
İnsanın ümitsizliğe düştüğünde hiç beklemediği seçeneklerin önüne çıkabileceğini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insanda olması gereken özelliklerin altını çizdi.
Tarhan;
- İnsan yüksek bir anlamın parçası olmalı.
- Zihinsel bir sığınağı olmalı.
- Yüksek bir güce ve değere inanmalı.
- İnsan kendini aşkın düşünebilmeli.
İnsan ümitsizliğe düştüğünde hiç beklemediği, öngörmediği, tahmin etmediği seçenekler önüne çıkıyor. Esma’ül Hüsna’ya baktığımız zaman biz hata yapacağız, günah işleyeceğiz ki Allah’ın ‘Gaffar’ ismi tecelli etsin. Biz hasta olacağız ki Allah’ın ‘Şafi’ ismi tecelli etsin. Önemli olan yaptığımız işin yanlışlığı, hatalar değil ona karşı verdiğimiz tepkiler önemlidir.” dedi.
“İdeal insan hiçbir gücün karşısında secde etmez sadece kâinatı yaratanın karşısında secde eder…”
Tevekkül edebilen bir insanın ümitsizliğe düşmeyeceğini belirten Prof. Dr. Tarhan; “Bu asrın en büyük özelliği insanlar eski asırlarda putlara taparmış, sonra Orta Asya’da hakanlarımız bilir demişiz onları kutsallaştırmışız, Osmanlı’da sultanlar bilir demişiz onları kutsallaştırmışız, Cumhuriyette de devlet baba demişiz. Devleti ya da militarizmi kutsallaştırmışız. Şu anda da modernizmde gelinen nokta insan egosunu kutsallaştırmış. İdeal insan hiçbir gücün karşısında secde etmez sadece kâinatı yaratanın karşısında secde eder. Rasyonel inanç tevhit inancıdır. Rasyonel olmayan inançlar da vardır mesela Hindistan’da, Japonya’da kurbağa, fare tapınakları var. Onlar da inanıyorlar ama akla aykırı. Akla uygun tek rasyonel inanç tevhit inancıdır. Bu tevhit inancında olan bir kimse hadiselerden korkup ümitsizliğe düşüyorsa o inancını bilmiyor, yeteri kadar tanımıyor demektir. Tevhit inancının ne anlama geldiğini insanlık bu çağda yakalayabildi, anlayabildi. Daha önce ‘İtaat et, rahat et’ deniyordu ama bu çağda. ‘Hakikati anla, rahat et’ deniyor. Sorgula ondan sonra itaat et. Asıl sorgulanmış inanç odur. Akla uygun din tevhit dini. Kuantum fiziğine göre onun açıklaması var. O halde insanın akla uygun bir inancı varsa ümitsizliğe karşı dayanabilir. Akla uymayan bir inancı varsa gücü Allah’tan değil sebeplerden bekler. Şifayı Allah’tan değil doktordan, ilaçtan bekler. Bu çağın insanı sebepleri kutsallaştırmış. Bu çağın putu sebepler putudur.” ifadelerini kullandı.
“Hayat mükafatını tahammül edebilenlere veriyor”
Ümit duygusunun insanı en çok harekete geçiren duygu olduğunu söyleyen Tarhan; “Bir insanın motivasyonunun olması için önce ona ihtiyaç duyması lazım. İhtiyaç varsa istek uyanıyor, istek uyanınca motivasyon oluyor. İnsanın ihtiyacını arayıp bulması için ümit etmesi lazım. Önce benim şu hastalığımın düzelmesi lazım bu benim ihtiyacım diyecek. İhtiyacının olduğunu anladıktan sonra o ihtiyacını gidermek için istek uyanacak. İstek uyandığı zaman kendisini hemen harekete geçirir. Doğru bir pozisyon alıp beklemeyi başarması lazım. Burada dayanıklı olabilmek, tahammül edebilmek de önemlidir. Hayat mükafatını tahammül edebilenlere veriyor. Atalarımız ‘Sabır acıdır meyvesi tatlıdır’ demiş. Sabır, bir kenara çekilip beklemek değil aktif sabırdır, hareket halinde sabırdır. Sabır aslında bir meditasyon tekniğidir. Yani doğanın hız ve ritmine uymaktır.” şeklinde konuştu.
“Bir ayağın yerde, diğer ayağın hayallerde olsun”
Konuşmasında Mevlâna’nın Pergel Metaforuna da dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan; “Bir ayağın yerde, diğer ayağın hayallerde olsun. Gerçek olmayan akıl devre dışı bırakılmalı, bırakılmadığı zaman o hayaller ümit değil, hayal kırıklıkları olur. Onun için pergelin bir ayağında realizm, idealizm ve aktivizm bulunur. Bu üçünü birleştiren kimse ümidini kaybetmez, kendini harekete geçirir. Realist olan kişi gerçekçi analizler yapar. Bu üçünü dengeli tutabilmek önemlidir.” dedi.
“İnsanın amacı olmadığında ümidi de olmuyor”
İnsan hayatının verimli kullanılması gerektiğine dikkat çeken Tarhan; “İnsana verilen vakit nakitten daha kıymetlidir, nakit kaybolduğunda yerine gelir ama vakit yerine gelmiyor. Onun için de verilen zamanı iyi kullanmak gerek. Yani zaman bir sermayedir. Bu kısa hayatta zamanımızı verimli kullanabilmek gibi bir sorumluluğumuz var. Bunun için de insanın devamlı bir amacı olmalı. İnsanın amacı olmadığında ümidi de olmuyor.” ifadelerini kullandı.
“Çocuğunuzu ümitli yetiştirmek istiyorsanız ona ego idealleri verin”
‘Hayatının sonunda nasıl bir insan olmak istiyorsun?’ sorusunun soyut bir amaç haline getirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Tarhan; “Çocuğunuzu ümitli yetiştirmek istiyorsanız ona ego idealleri verin. Uğrunda emek verilecek, çile çekilecek, yorulacak yaşam amaçları verin. Amaçları olan bir çocuğu kimse durdurmaz. En kötü ihtimalle, ‘Rabbim kavuşacağım.’ diyor çocuk müthiş bir sınav yani… Kader bu amacı istiyor. Kanser olmuş bir hasta, ‘Eğer ben ölüp gideceksem bu hayat çok anlamsız. Hayatın bir anlamı olmalı’ diyor. Kişi anlam arayışına başlıyor, hakikati buluyor. ‘Bu hayatın bir anlamı olmalı.’ diyor. O hastalık onun hayatının anlamını bulmasına sebep oluyor ve aklıyla bu kainatı yaratanın bir maksadı olması lazım diyor. Bu düzen maksatsız yaratılmaz, mükemmel bir sistem diyor.” şeklinde konuştu.
“Kişi kontrol edemeyeceği şeylere odaklanırsa kolayca ümitsizliğe düşer”
İnsanın ümit duygusunun yüksek olabilmesi için gücünün yetip yetmeyeceği şeyleri ayırt edebilmesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bizim inanç sistemimizdeki ölüm ve sonrasına hazırlanma hedefi insandaki ümidi en zor şartlarda bile ayakta tutuyor. Hayatta ümidi olan kimse her ortamda ümitli olabilmeyi başarabilen insandır. Pozitif psikolojide otantik mutluluk deniliyor. Otantik; saf, halis mutluluk gibi. İngilizce de huzur kelimesinin karşılığı yok ‘peace’ barış diyorlar. Halbuki barış kelimesiyle huzur kelimesi aynı değil. Bizim kültürümüzde huzur kelimesi var. Mutlulukla huzur aynı şey değil. İnsan bir çikolata yer mutlu olur. Huzur, kişinin sevdiği şeyin mutlu olduğu şeyin kaçmayacağını, kaybolmayacağını ve sonsuz olduğuna inandığı zaman o huzur oluyor. Değer verdiği, sevdiği şeyi kaybedeceğini düşündüğü an o mutluluk geçici oluyor ve kaybetme korkusu, kontrol edememe korkusu başlıyor. İnsanın ümitli olabilmesi için gücünün yetip yetmeyeceği şeyi, kontrol edebileceği ve edemeyeceği şeyi ayırt edebilmesi lazım. Gücünün yetmediği kontrol edemeyeceği şeylere odaklanırsa kolayca ümitsizliğe düşer.” ifadelerini kullandı.
“Ümitli olan insanlar eleştiriye açıktır”
Özgüvensiz insanların eleştiriden korktuklarını belirten Tarhan; “Travmalar, hatalar, yanlışlar, hayat olayları, olumsuz yaşantılar büyümenin bir parçasıdır. Eleştiriler bir armağandır, eğer faydalıysa işine yarar kullanırsın faydasızsa yoluna devam edersin. Eleştiriye açık olmak büyümenin en önemli parçasıdır. Ümitli, özgüvenli olan insanlar eleştiriye açıktır. Özgüveni olmayan insan eleştiriden korkar. Ümitli olan insan sürprizlere açıktır. Sürprizlere kapalı olan bir insan kendini izole etmiştir kapsülde yaşıyordur. Haddini bilen Rabbini bilir. Haddimize ulaşalım, kendi gücümüzün sınırlarını bilelim.” dedi.
Okunma : 857
ÜHA