Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Mükemmel aile elindekini en iyi kullanan ailedir”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Diyanet Aile Dergisi Mayıs sayısında “Fıtratın Korunması ve Aile” teması hakkında dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Derginin “Uzmanına Sorduk” bölümünde yer alan söyleşide Tarhan, mükemmel ailenin elindeki imkanları en mükemmel şekilde kullanan aile olduğunu vurguladı. Annelik babalığın çocuğu hayata hazırlamak olduğunun altını çizen Tarhan, evdeki kaliteli beraberliğin oldukça önemli olduğunu söyledi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan aynı zamanda ailede güven alanı olmuşsa o evden kötü çocuk çıkmayacağını, çıksa bile çocuğun yanlışından döneceğini belirtti.
Diyanet Yayınları tarafından her ay okuyucularla buluşan Diyanet Aile Dergisi Mayıs sayısında Prof. Dr. Nevzat Tarhan da yer aldı.
Esma Türkseven ile söyleşi gerçekleştiren Tarhan’ın işte o yazısı:
Hızlı toplumsal değişim, bilimsel ve teknolojik gelişmelerdeki ilerlemeler, insanların dünya görüşleriyle birlikte değer yargılarını da farklılaştırdı. Kuşkusuz bu değişimden toplumsal yapının temel kurumlarından biri olan aile de etkilendi. Modern dünyanın getirdiği sorunlar, aile bireyleri arasındaki bağların zayıflamasına ve zamanla ailenin zarar görmesine neden oldu. Bu durum, aileyi bütün yönleriyle ve bilimsel bir bakış açısıyla ele almayı gerektiriyor. Bizler de günümüz dünyasında aile kurumunun karşılaştığı sorunları ve çözüm önerilerini Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a sorduk.
-Zamanın getirdiği imkânlar ve araçların avantajları, dezavantajları dikkate alındığında günümüz dünyasında ailenin karşı karşıya kalabileceği tehdit ve krizler neler olabilir?
Şu anda benim gördüğüm aile kavramında çürüme yaşanıyor. Bunun gözlemlediğim üç tane sebebi var. Birincisi, modernizmin getirdiği yaşam felsefesi değişikliği. Modernizmin getirdiği yaşam felsefesi değişikliğinde hayat sadece dünyasal bir hayat olarak görülüyor. Haz odaklı bir hayat, hedonistik bir felsefe var. İnsanlar çıkarına olan, hoşuna giden odaklı kararlar veriyorlar. Evlilik kararları da dâhil. Evliliğe karar verirken kişi, “Bu kişiyle evlenip de iyi bir hayat yolculuğu yapacak mıyım? Bu ilişki benim ruhumu büyütecek mi, genişletecek mi, bana huzur verecek mi?” diye düşünmüyor. “Bu kişi benim ihtiyaçlarımı karşılar mı?” diye düşünüyor. Bu tamamen çıkar odaklı bir düşünce felsefesiyle ilgili. Yani aslında küresel narsisizm var, onun sonucu aileye de yansıdı. Aile kavramı değişti.
ABD’de “Aileye ihtiyacımız yok.” kavramını kurumsallaştırdılar. Açık evlilik oluşturdular. Açık evlilik nedir? Taraflar evli ama ikisinin sevgilisi var. Bir müddet sonra yürümüyor. Fatura en çok çocuklara çıkıyor. Zaten şu anda evlenme oranı %50’nin altında, boşanma oranları ve evlilik dışı çocuk oranları ise %50’nin üzerinde. Avrupa, Kuzey Avrupa ve ABD’de aileyle ilgili çok ciddi şekilde kriz yaşanıyor. Dünya nüfusu da bu durumdan olumsuz etkileniyor. Belki arka planda istenen de buydu. Birleşmiş Milletler Nüfus Planlama Fonu’na ayrılan paralara baktığımız zaman cinsiyet karşıtı fonların desteklendiğini görüyoruz. Bu da aileye çok zarar veriyor.
İkinci sebep; annelik, babalık, eşlik tanımlarının değişmesi. Bir evde altı tane rol vardır: Anne rolü, baba rolü, eş rolü, kadın rolü, erkek rolü, çocuk rolü. Çocuk da bir roldür. Şu anda erkek ve kadın rolü değişti. Otoriter kadın rolüyle feminen davranan erkeğin rolü küreselleşmek üzere. Değerlerimiz değişti, ölçülerimiz değişti aileyle ilgili. Böyle olunca kadın erkek rolleri çatıştı. Erkek sadece iş insanı rolünü kabul eder, kadın sadece iş kadını, iş insanı rolünü kabul ederse anne, baba rolü ihmal edilmiş olur. Çalışan kadınla ev hanımı rolleri karışıyor. Bu rol karmaşası aileye de zarar veriyor.
Ailedeki değişimin üçüncü sebebi de aileyi koruyan epigenetik mekanizmaların bozulması. Kadim kültürümüzün öğrettiği epigenetik doğuştan geliyor, çevreden geliyor. Çevreden gelenler eğer uygulanmazsa köreliyor, yok oluyor. Uygulanırsa iki-üç nesil devam ediyor. Epigenetik aktarımlar yüz senedir aşağı yukarı bütün dünyadaki değişimle birlikte bizde de değişti. Kültürel aktarımı artık aile değil sosyal, dijital medya yapıyor. Bunun etkisiyle de insanlar bu epigenetik kazanımlarını kaybediyor. “Biz güçlü bir toplumuz, aile toplumuyuz, ailemiz kuvvetli, bize bir şey olmaz.” ifadeleri ise slogandan ibaret kalıyor.
-Bugün anne babalar olarak belki de en zorlandığımız konu dijital dünyaya ayak uydurmak ve çocuklarımızla ilişkimizi sağlıklı tutmak. Bu noktada son yıllarda çok konuşulan dijital yerli ve dijital göçmen kavramlarını nasıl anlamalıyız?
90 sonrası doğan kuşaklar dijital yerli kuşaklar çünkü dijital dünyanın içine doğdular. 90 öncesi kuşaklar ise dijital göçmenler. Dijitali sonradan öğrendiler. Eğer yeniliğe açıksa arayı kapatabiliyorlar ama yerli kadar olmaları da çok zor tabii. Teknolojinin kendisi bizatihi tarafsızdır. İyi amaçla kullanırsanız iyi yöne, kötü amaçla kullanırsanız kötü yöne hizmet eder. Dijital de uçak gibi, araba gibi, elektrik gibi, matbaa gibi teknolojidir. Şu anda dijitale karşı çıkmak sele karşı çıkmak gibidir. Eğer tedbirimizi aldıysak bizi yıkmaz bu. Tedbirimiz yoksa yıkar. Barajımız yoksa yıkar. Dere yatağında evimiz varsa yıkar. Onun için hazırlıklı olan kişiler dijitalden korkmasınlar. Yani ister yerli olsun ister göçmen, bu zamanın doğrularıdır bunlar. İnsanlar yaşam felsefesini değiştirdikleri için dijital dünyadan çok olumsuz etkileniyorlar.
Bizim doğuştan gelen beyin programımız var. Kognitif psikoloji, beyni bilgisayar gibi görüyor. Beyinde elektriksel devreler, kimyasal iletiler var. Bu, beyindeki donanımdır. Bir de onun içerisinde dolaşan bilgiler var. Bu ise yazılımdır. Doğuştan gelen bir yazılım programımız var beynimizde. Mesela o yazılım programlarından biri biyolojik saat. Beynimiz de 24,5 saat çalışıyor ay saatine göre. Bunlar bütün insanlığa ortak genomdur. İşte bu programa uygun davranmak gerekiyor. Bu programa uygun davranılmadığı zaman bedel ödüyorsun.
Nörobiyoloji şunu doğruladı: Haz peşinde koşan insanların beyni dopamin odaklı çalışıyor. Dopamin haz kimyasalı, haz molekülü. Ama anlam peşinde koşan insanların beyni serotonin salgılıyor. O da mutluluk molekülü. Gençlere uğrunda emek verecekleri, yorulacakları, çile çekecekleri bir amaç vermemiz lazım. Anlam üretebilen tek varlık insan. Dijitalleşme, hayata ve anlama yatırım yapmamızı zorlaştırmadı, aksine kolaylaştırdı. Onun için bu anlam arayışını kaybetmezsek dijitalden korkmayalım. Dijitali amacımıza yönelik kullanacağız.
-Yeryüzünün halifesi olma sorumluluğu, insan için yaratıldığı andan itibaren başlar. Yaşam devam ettikçe insanın yüklendiği her yeni rol, ona yeni sorumluluklar getirir. Aile kurmak, anne baba olmak gibi… Bundan hareketle sormak istiyorum: Ebeveyn olmak insana nasıl bir sorumluluk yükler?
0-3 yaş arası dönemde annenin yerini hiçbir şey tutmuyor. Anne veyahut birebir anne yerine geçen, güven ilişkisi verebilen kişi olmalı. Güven verilemezse o çocuk sağlıklı büyümüyor. Büyüme hormonu salgılanmadığı için çocuklar kendini güvende hissetmiyor. Güven duygusu oluşmayınca çocuk hayata atılamıyor, korkuyla yaşıyor. Sık sık hasta oluyor. Ani ölümler oluyor. Yuva hastalığı diye geçiyor bu.
Çocuğun gelişen ruhuna atılan en büyük tohumlar anne çocuk ilişkisinde vardır. 0-3 yaş arasıdır o da. Tabii baba da burada muhakkak önemli. Anne daha çok sevgiyle, baba ise güvenle ilgili tohumlar atar. Çocuk anne babayı kahraman gibi görür on yaşına kadar. Ama on yaşından sonra anneyi babayı sorgulamaya başlar. Bu, doğal bir süreçtir. 12-18 yaş dönemindeki çocukların tutarsız, dengesiz davranışları psikolojik doğalarının gereğidir. Onların beyinlerindeki yazılım öyle çünkü, öyle çalışıyor. Ergenlikte hormonlar canlanıyor. Ergenler zordur biliyorsunuz. Bazı psikoloji ekolleri ergenlik için “normal şizofreni dönemi” diyor. Özellikle on iki yaşını geçtikten sonra ergen, anne babaya kafa tutar, itiraz eder. Çeteleşme yaşıdır. Zordur, zorlar anne babayı. Çocuğun her yaşının güzelliği var. Çocuğu bir külfet gibi görüyorsanız çocuk yapmayın zaten. Yani bir anne baba çocuğu benim kariyerimi bozacak diye görüyorsa çocuk kurban olur orada.
Eğer küçük yaştan itibaren çocuklarımıza güven veren, sıcak bir aile ortamı sunduysak o çocuk ergenliği çok rahat geçiriyor. Ama kendini eve ait hissetmiyorsa, sevilmiyor, değer verilmiyor gibi duygusu varsa, evde kardeş ayrımcılığı yapılıyorsa o zaman çocuk kötücül oluyor. Sevmek yetmiyor. Anne baba çocuğu çok sevebilir. İçinde sevgi olan disiplin olacak. Kurallı ortam olacak ev. Annelik, babalık çocuğu mutlu etmek değil, çocuğu hayata hazırlamaktır. Anne baba hayatta çocuğa nerede duracağını, nasıl davranacağını öğretmezse o çocuk benmerkezci yani paylaşmayı bilmeyen bir çocuk oluyor.
Ergenle ilişkilerde anne babanın elindeki silah sabırdır. Doğruları yapacak, sabırla bekleyecek. Yanlış yapan çocuğa baskı, tehdit, korkutma, sindirme uygulanırsa çocuk kaçar. Düzelmesi için yeri gelecek yan odada dua edecek ama onunla kutuplaşmayacak. Kutuplaşırsa -çoğu zaman büyükler olmak üzere- iki taraf da kaybediyor. Bu zamanda anne baba olmak sorumluluk yüklüyor.
-Tolstoy’un söylediği gibi mutlu aileler hep birbirine benzer. Her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır. Peki neden?
Birbirini tamamlayan aile modelleri mutlu ailedir. Benzerlik değil tamamlayıcılık esastır ailede. Kadın erkeğin, erkek kadının tamamlayıcısı olmalı. Böyle bir tamamlayıcılığın olduğu aileler birbirine benziyor. Birbiriyle iyi anlaşan çiftlerin beyinleri aynalama yapıyor, aynı oluyor. Michelangelo fenomeni deniyor. Michelangelo, “Nasıl bu kadar güzel heykeller yapabiliyorsunuz?” sorusuna, “O güzellikler zaten taşın içinde var, ben sadece fazlalıklarını atıp içindeki güzelliği çıkarıyorum.’’ cevabını vermiş. Kişinin benliği de bir bakıma eşinin onaylamasıyla yeniden şekillenir. Tıpkı bir heykel gibi. Bu durum anneyle çocuk arasında da vardır. Çocuğun hareketlerinden anne acıktığını ya da üşüdüğünü anlar. Ama başkası anlayamaz onu. Bencil kişiler bunu yapamıyorlar. Evlilikte mutluluğa yatırım yapmak gerekiyor. Evlilik olgunluğu olmayan kimseler ilişkiye yatırım yapamaz. Erkek evi otel gibi, kadın da eşini para makinesi gibi görür. Böyle evlilikler ruhu olmayan evliliklerdir.
-Azalan evlilikler, artan boşanmalar, evlilik ve nikâh aleyhine propagandalar, değiştirilen kadın-erkek rolleri, TV programlarının dolgu malzemesi aldatma hikâyeleri, baş tacı edilen seviyeli(!) birliktelikler, hemcins birlikteliklerini ve evliliklerini kutsamalar, cinsiyetsiz çocuk yetiştirme projelerini himaye etmeler vb. derken geleneksel aile kurumu birçok cepheden saldırıya maruz kalmakta. Bu yoğun kuşatma altında aile kurumunu nasıl koruyabiliriz?
İnsan beyni ilişkisel bir beyin. Tek başına yaşamaya değil, bir grubun parçası olmaya göre programlanmış beynimiz. Bu nedenle insan sosyal bir varlık. Böyle bir durumda dış etkilerden kolay etkileniyor.
İnsanı koruyan üç kale vardır: Hukuki normlar (kanunlar, adalet sistemi), sosyal normlar (gelenek, görenek, örf âdetler, değerler, kültürel aktarımlar) ve vicdani normlar (ahlaki normlar, vicdan). Sosyal normlar aileyi korur. Bunlar değerlerdir, toplumsal kültürdür. Sosyal normların en büyük özelliği kültürel aktarımlardır. Sevgi, saygı, samimiyet, sadakat bütün bunlar birer değerdir. Bu sosyal normlar aileyi korur. Vicdani normlar da önemli. İnsanı koruyan iç kale kaldı: Aile kalesi. Ailedeki surlar da yıkıldı. Toplumdaki surlar yıkıldı. Dijital medya evin güvenli ortamına girebiliyor. Kanun ve kurallar da bu konuda yeterli değil, eğitim sistemimiz yeterli değil.
Evde kaliteli beraberlik çok önemli. Evde kaliteli beraberlik varsa, pozitif bir aile içi iletişim varsa ve ailede güven alanı olmuşsa o evden kötü çocuk çıkmaz. Çocuk yanlış yapsa bile tekrar döner. Onun için ümitsiz, karamsar olmayalım.
-Sizce mükemmel aile olmak mümkün mü?
Mükemmel aile olmak hoş ama mümkün değil. Mükemmel aile, elindeki imkânları en mükemmel şekilde kullanan ailedir. En çok güzel anı biriktiren aile en mükemmel ailedir. İdeal bir mükemmel aile formatı çizmek yanlıştır. Çocuklarımızla, yakınlarımızla, eşimizle ne kadar güzel anılar biriktirdiysek o kadar kârdayız. Biliyorsunuz ölen bir insanın sevap defteri kapanıyor; sadece üç defter açık oluyor: Hayırlı evlat, faydalı ilim ve yaptığı hayrat. Hayırlı evlat en büyük manevi yatırımdır. İyi çocuk yetiştirmek için buna zaman ayırmak gerekir.