“Geçmişteki krizlerde başarımız da ortada. Şu anda toplum duygu ifadesini yapamıyor. Öfkesini ifade edemiyor” diyor Prof. Tarhan... Ard arda sıraladığı tespitlerle de yeni meraklara kapı aralıyor adeta. Üsküdar Üniversitesi Rektörü de olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Altunizade yerleşkesindeki ofisinde, Ekonomi Müdürümüz Mehmet Canıtatlı’ya dikkat çekici açıklamalarda bulundu. İlk önce fastfood alışkanlığının hayatımızın her alanına yayılıp yayılmadığını sorarak başladık sohbete. Sayın Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hemen günümüz gençlerini işaret etti ve şu açıklamaları yaptı:
Çağın vebası kapımızda
Fastfood alışkanlığı kültürel mi yoksa geleneksel mi, bu konu kamuoyunda tam olarak tartışmaya açılmış değil. Bu noktada şu araştırmaya dikkatinizi çekmek isterim; Manchester Üniversitesi ile BBC’nin yapmış olduğu 55 bin kişiyi kapsayan çalışmada ileri yaştaki yalnızlığın dışında 16-24 yaş arasında görülen yalnızlık araştırılıyor. Buna psikolojik ve sosyal izolasyon çalışması da denilmekte. Çalışmaya katılan gençlerde iki türlü davranış biçiminin olduğu gözlenmiş. Bunlardan birisi stereotipi denilen otomatik davranışlar, tek tip davranışlar. Maalesef bu gençlerin öz bakımı bozuk… Mesela dişlerini fırçalamıyorlar ve salaş giyiniyorlar. Ayrıca sıcak yemek yemiyorlar. Bu iki özelliği taşıyan gençler yalnızlığı tercih ediyorlar. Bu durumun gelecek için risk olduğu belirtiliyor; hatta bir araştırmada bu durum için “bu çağın vebası” deniyor. Gençler arasında veba gibi hızla yayılan bir durumla karşı karşıyayız. Önce yalnızlaşan ve ölü gibi yaşayan bir gençlik var. Bunları sosyal medyanın dijital nesli olarak da tanımlamak mümkün. Bu durum, yeni neslin ciddi bir şekilde tüketim alışkanlıklarını da sosyal alışkanlıklarını da etkileyerek, küresel olarak yayıldığında her şeyi değiştirecek bir yapıdadır.
Türkiye’de durum nasıl?
Türkiye’de toplum olarak sosyal ilişkilerimiz ve aile bağları kuvvetli olduğu için yalnızlığa pek izin vermiyor. Aileler çocuk bu noktaya gelmeden bir şekilde müdahale etmeye çalışıyor ama yine de biz de özellikle bağlılık riski olan, parçalanmış olan aileler var. Dezavantajlı gençler arasında bunun yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Mutsuz ve depresif çocuklarda kolaylıkla görülebiliyorlar.
Türkiye’de dönem dönem karşımıza çıkan ekonomik dalgalanmalar toplumun her kesimini etkileyebiliyor. Bu noktada ilk önce kriz yönetiminden ne anladığımızı iyi bilmemiz gerekiyor. Ekonomik boyutta biliyorsunuz ekonomide Nobel ödüllü iki ekonomistin son 10-15 sene içerisinde kriz yönetimindeki risk faktörlerini konu alan araştırmalarına göre kriz yönetimindeki birinci faktör krize hazırlıklı olmamaktır. Biz kültürel olarak krizde yaşamaktan hoşlanan bir toplumuz. Krizi seviyoruz. Psikodrama olarak melodiyi daha çok seviyoruz. Bu genetik olarak mı geliyor, kültürel öğrenme mi ya da doğu kültürünün özelliklerinden midir? Mesela bizde acı çekme kültürü vardır. Milletçe acı çekmeye talip olanlardanız, aslında ‘olanlardandık’ dersem daha yerinde olacak. Çünkü yeni kuşaklar öyle değil. Yeni kuşaklar konformist. Yani konforu ve hazzı daha öncelikli tutuyor.
Nöropazarlama çağındayız
Geçmişten bugüne incelediğinde satın alma davranışında psikolojik faktörlerin mi yoksa ekonomik faktörlerin mi etkili olduğu sorusuna cevap bulmak için çalışma ve araştırmalar yapıldı. Eski homoekonomikus anlayışına göre insan ekonomik bir varlıktır. Alışveriş yaparken rasyonel verilerle hareket eder. Faktörleri rasyonel olarak değerlendirir. Öyle değerlendirdiği için de ihtiyacı varsa alışveriş yapar yoksa yapmaz. Daha sonra kapitalizmin yaygınlaşması üzerine insan homoekonomikus değil, homopsikolojikus anlayışı öne çıktı. Yani insanın psikolojik davranışları, satın alma davranışlarını etkiliyor. İnsan alışveriş yaparken sadece ihtiyacına göre değil de, takdir edilme hissini daha çok alışveriş için kullanıyor. Takdir edilme hissi ve sevdiği şeyi yapmak ihtiyaçtan daha öne çıktı. O halde bir insana alışveriş yaptırmak istiyorsan onun takdir edilme onay duygularını tatmin etmelisin, onu etkilemek istiyorsan onun temel ihtiyaçlarından çok onun sevdiği alanları öne çıkarmalısın. Biz de üniversite olarak nöropazarlamayı yüksek lisansta alan haline getirdik, 2014’te açtığımız program Türkiye’de ilk ve tek olup ilk mezunlarını verdik. Bu programla kişilerin satın alma davranışlarında etkili olan dinamikleri ölçümleyip, analiz ediyoruz.
Oturmayı sevmiyoruz
Türkler, Orta Asya’dan çıkıp Avrupa kıtasına kadar gitmiş, hiperaktif bir toplum. Hiperaktif kişiler riski seven kişilerdir. Bizde genetik olarak risk alma davranışı vardır. Riski seviyoruz. Bu kişiler at üzerinde olmayı sever, oturmayı sevmez, hiperaktiflerdir, dolu doludurlar. Sonunu
düşünmeden hareket ederler ve hemen karar verirler. Bu özellikler nedeni ile mücadeleci, savaşçıdırlar. Zamanla tahrip olurlar. Bu özelliklerimiz Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar bizi ilerletmiştir bizi.
Prof. Tarhan özel hayatına dair sorduğumuz soruları da cevaplandırdı:
-Kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?
İşi severek yapıyorum ve 5-6 saat uyuyorum.
-Özel ilgi alanlarınız neler?
Kitap okumak, psikolojik filmleri seyretmeyi seviyorum. Kendi alanımla ilgili okumaları yapmayı daha çok yapmaya çalışıyorum.
-Yeme içme ile aranız nasıl?
Yemeği seviyorum ama frenlemeye çalışıyorum ve günde 10-15 dakika yürüyorum.
-Nasıl yavaşlatılabilir hayat?
Hayatı yavaşlatmak yerine hedefimizi değiştirmemiz gerek. Dünyevi bir hedef olursa hızlı yaşamanın anlamı yok. 50 yaşından sonra kazandığını sağlığına harcayacaksın. “Rektör ile Buluşmalar” toplantımız vardı, öğrencilere söylediğim şu oldu; hayalleriniz olsun. Kendiniz ile ilgili hayalleriniz olsun, ülkeniz ile ilgili hayalleriniz olsun, insanlık ile ilgili hayalleriniz olsun ve bu hayallere göre yaşayın. Sadece kendiniz ile hayalleriniz olursa mutlu olamazsınız.
Gölge gibi yakalamaya çalıştıkça kaçıyor. Başka insanlar da mutlu olsun diye yaşayan insan, ölümün yüzüne gülerek gidiyor. Doğru yaşayamayan bir insan ölümün yüzüne gülerek gidemez.
Tıp fakültesi geliyor
Üsküdar Üniversitesi olarak hiç kamu tahsisi almadık, kamu kredisi kullanmadık, tamamen kendi kendimize ilerliyoruz. Biz bu krizde fazla açılmamış olduk, bir yere güvenerek bir şey yapmadık. Öz kaynaklarımıza, ödeme gücümüze göre borçlandık. Bir problemimiz yok şükür.
19 binin üzerinde öğrencimiz var. Bu sene tıp fakültesini açtık, ilk öğrencileri alacağız, 60 öğrenci geliyor, buna ilave olarak yüzde 50 yabancı öğrenci gelecek. 90 öğrenci ile başlıyoruz. Eğitim yeri ise Ümraniye’de olacak.
Beynimizin iç eczanesi önemli
Bir ülkede kronik kriz varsa kronik stres demektir. Kronik stres deyince beyindeki biyolojik kaynakları ve beyindeki iç eczaneyi bozuyor. Türk insanına bakarsak eczanemiz iflas etmiş diyemeyiz, tolere etmekte zorlanıyor. Büyük krize aday hale geldik. Buharlı sistemleri düşünün, belli bir basınç olduğu zaman bir delik vardır; basıncı alır yoksa kazan patlar. Toplumda da belli bir kazan var, bu kazanın emniyet yoluyla belli bir şekilde açılması gerek. Demokratik sistemlerde bunun formülü seçimlerdir seçim sonucunda herkes kabul eder.
Ekonomik zenginleşmeyi çok sağlayamadık
Osmanlı, sanayi devrimini kaçırdı. Bunun çok fazla sebebi var. Kendi açımdan gördüğüm en önemli neden sosyokültürel ve sosyopsikolojik odaklı yönlerdir. Osmanlı’nın son döneminde Ahmet Cevat Paşa endüstri devriminin geldiğini görüyor. Bu nedenle eğitim sistemini değiştirilmesini istiyor. Eğitim sistemi sanayi devrimini yakalayamıyor çünkü eğitim sistemi düşünen insanlar üretmiyor. Şimdiki eğitim sistemi de aynı. İtaati yücelten bir eğitim sistemi öğretiyoruz. Araştırmayı, sorgulamayı ve derin düşünmeyi sorgulamıyor gençler… 1700’lü yıllarda medreselerde lazım olmuyor diye akli ilimler kaldırılmış sadece nakli ilimler öğretilmeye başlanmış. Akli ilimleri yeniden koymak istemişler düşünceyi durduruyor ve ilerleme olmuyor diye. Mantık, muhakeme, coğrafya gibi derslerin okutulduğu, günümüzdeki liseler gibi medreseler kurulmuş. Şu anda itaati yücelten bir nesil var, sorma düşünme itaat et diyen bir kültürümüz var.
Taklit ve tekrarlar var
Ekonomide de korkan, risk almayı sevmeyen, tutucu, hazıra konan bir nesil ortaya çıkıyor. Taklit ve tekrara göre gidiyor nesil. Hâlbuki girişimcilikte özgüven vardır, özgüven eksikliği var gençlerde. Dijital kuşağı dikkate almak lazım. 50 yaş üzeri grubu dikkate almamak lazım, çünkü onlar daha zor ikna oluyor. Dijital kuşaklarda da ‘Düşün ve sonra itaat et’ fikrinin olması lazım. Osmanlı’dan önce hakanlar bilirmiş, Osmanlı’da sultanlar bilirmiş, şimdi de devlet baba bilir mantığı hâkim.
Güven sorunu öne çıktı
Toplumda gelecek ile ilgili bir kaygı var. Bir kriz kronik olduğu zaman toplumda duyarsızlaşma başlıyor. Geleceğim güvende değil duygusu oluşuyor kişide. Şu anda dünya güvende değil, günlük yaşam güvende değil. Temel güven duygusu sarsıldı. Gelecek ile ilgili ümit zayıfladığı var insanlarda ve güven düştü. Güven düştüğünde de karamsarlık başlıyor. Genel olarak bakarsak, şu anda toplumda güvenden çok korku baskın. Korkunun baskın olduğu zamanlar kriz dönemleridir. ‘Fırtınada boğulurum’ dersin, evine çekilirsin ve ilerlemek istemezsin.
Korkunun ilacı ümit ve güvendir
Şu anda Türkiye’nin Suriye gibi olmaması büyük başarı. Türkiye’yi Suriye gibi yapmak için planlar oluşturuldu. 15 Temmuz bunun büyük bir örneği. Bunun olmaması bizim için büyük bir şans. 15 Temmuz korkusu hâlâ sürüyor. Korkunun ilacı da ümit ve güvendir onun için de lideri sevmek yetmiyor, geleceğini güvende hissetmesi gerek toplumun. Kurumsal sadakat çalışmalarında üç özellik vardır. Bu şirket yönetiminde olduğu gibi devlet yönetiminde de gereklidir. Birincisi kurumunu sevmesi, ikincisi geleceğini güvende hissetmesi, üçüncüsü aldığı ücret. Biz şu anda Türkiye’nin kalkınması için şunlar yapıldı diyoruz ama bunlar üçüncü sırada. Birinci sırada insanın ülkesini sevmesi gerekir, ikinci sırada ise geleceğini sevmesi geliyor.
İşe nereden başlamalıyız?
Şu anda Türkiye’de en önemli nokta, toplum ile yönetime olan güvenin azalıp azalmadığının sorgulanmasıdır. Hz. Ömer’in valilere giderken söylediği bir söz vardır: ‘Zenginler senden tarafgirlik beklemesin, fakirler de adaletten ümidini kesmesin.’ Bu, yöneticiliğin, güven verici liderliğin temel sözüdür. Toplumda güçlü insanlara tarafgirlik yapılıyor mu, fakir insanlar adaletten ümidini kesmiş mi? Bu iki soruya yönelik araştırma şirketleri bir araştırma yapabilir.
Anne babalara yeni ödev
Bazı boşanma aşamasındaki ailelerde gelirin temel ihtiyaçları karşılamaya yettiğini ancak yapay bir ihtiyaç oluşturulduğunu görüyoruz. Bir insanın evine gitsen dolabını açsan 20 tane kıyafet var ama her sene alışveriş yapıyor. Biz para yönetimini, bütçe yönetimini öğretmiyoruz çocuklarımıza. Çocuğumuza parayı her istediğinde veren bir kültürümüz var. 10 yaşındaki çocuğa bütçe yönetimi öğretmemiz gerek. Hâlbuki çocuğa 10 yaşından önce harçlığını haftalık vereceksin. Biriktirecekse biriktirecek biriktiremezse de erken vermeyeceksin. Böyle olunca çocuk akıllıca para harcamayı öğreniyor, kaynak yönetimini öğreniyor. Kaynak yönetimi bugün bütçe bir kaynak yönetimidir aynı zamanda sosyal ilişkiler de bir kaynak yönetimidir, kişiler arası ilişkiler de bir kaynak yönetimidir.
Ben olsaydım...
İnsanlara hayatın sadece dünya hayatından ibaret olmadığını anlatabilmek isterdim. Şu anda çok seküler bir toplumuz ve günübirlik geçiyor hayat. Çok hızlı geçiyor. İnsanlar ölümü düşünmüyorlar, insanlar hayatı sadece dünya hayatı ile sınırlı zannediyorlar ve ölümü düşünmüyorlar.
-Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Beyin deyince ilk akla gelen bilim adamlarından olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ümit insanın en önemli motivasyon kaynağıdır. En kötü şartlarda bile ümidini kaybetmeyen için hiç beklemediği, tahmin etmediği yerlerden kapı açılır” diyor.
Toplumun ümitsizliğe düşecek bir durumla karşı karşıya olmadığını söyleyen Tarhan’a göre şu anki ümitsizliğin yüzde 80’i psikolojik nedenlerden kaynaklı. Büyük fotoğrafa baktığımız zaman Türkiye’nin olumlu yönleri daha fazla.
YENİ AKİT
Okunma : 5688