Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Kardeşler arası kıyas, ateşe benzin dökmek gibidir”

11 - Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar4 - Nitelikli Eğitim

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Özel Dragos Esa Kolejinde eğitimciler ve velilerle bir araya geldi. Çevrimiçi gerçekleşen buluşmada Tarhan, “Çocukla Aile İçi İletişim” başlığında çocukla kurulan ilişkilerde sağlıklı ve dengeli yaklaşımın önemine dikkat çekti. Tarhan, aile içi kardeş kıskançlığında kıyaslama yapmanın ateşe benzin dökmek olduğunu ve kıskançlığı daha da körükleyeceğini söyledi.  

“Kreşe gitmiş çocuklar sosyalleşme açısından bir adım önde olabiliyor”

Okul öncesi eğitimin sosyalleşme açısından önem taşıdığını belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Eğitimciliğin en zor ve en çok özellik gerektiren alanlarından biri de okul öncesi eğitimdir. Özellikle anaokulu ve ilkokul öncesi dönem daha fazla özen ister. Çünkü çocuk okula ilk kez geldiğinde kendini yabancı bir gezegene gelmiş gibi hissedebilir. Evin güvenli ortamından, annesinin ya da babasının yanından ayrılarak geliyor. Bu süreçte özellikle daha önce kreşe gitmiş çocuklar sosyalleşme açısından bir adım önde olabiliyor. Sosyal ve duygusal becerileri biraz daha gelişmiş oluyor. Bu noktada okul öncesi ve anaokulu gibi uygulamalarda çocuğun hangi yönleri ön plana çıkıyor buna bakmak gerekiyor. Çocuk bu yaşa kadar kendi hayat senaryosunu yazmış olarak geliyor. Anne, baba, abi, kardeş varsa amca, hala, dayı, teyze… Ailenin ruhuna göre farklı roller var. Şimdi ise hayatına yeni kişiler giriyor öğretmen, sınıftaki ablalar, abiler, kardeşler, arkadaşlar… Yepyeni aktörler sahneye çıkıyor. Çocuğun bu yeni aktörlerle birlikte hayat senaryosunu yeniden yazmayı öğrenmesi gerekiyor.” diyerek sözlerine başladı. 

“Beyin, ruhumuzla madde dünyası arasında bir köprü gibi”

Beynin ruh ve madde dünyası arasında köprü görevi gördüğünü dile getiren Tarhan; “Beynin ön bölgesinde medial prefrontal korteks diye bir yapı var. Bu bölge beynin gözetleme kulesi gibi çalışıyor. Özellikle çocuklarda bu bölge çok aktif. Yani çocuk her şeyi izliyor, gözlemliyor. Önce ailesini gözetliyor sonra okula geldiğinde orayı da gözlemlemeye başlıyor. Tüm bu gözlemlerle birlikte çevresine anlam yükleyerek büyüyor. Her çocuk bir dünyadır diyoruz ya, bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Çünkü bu artık soyut bir bilgi değil somut karşılıkları olan bir gerçek. Ruh yapımız beyin aracılığıyla kendini bu dünyada gösteriyor. Beyin ruhumuzla madde dünyası arasında bir köprü gibi. Yani ruhumuzun görünür hale gelmesini sağlayan organ beynimiz. O zaman biz okul öncesi dönemde bir çocukla ilgilenirken aslında bir insanın temelini inşa ettiğimizi bilerek hareket etmeliyiz. Temel ne kadar sağlam olursa bina da o kadar dayanıklı olur. Depremde güçlü temelleri olan bina sarsılır ama yıkılmaz. Temeli çürükse üst taraf ne kadar sağlam olursa olsun bina kolayca yıkılır. Hayatta da aynen böyledir.” ifadelerini kullandı.

“Demokrasi ailede başlar”

Son zamanlarda çocuk erkil ailelerin artış gösterdiğine dikkat çeken Tarhan; “Genellikle üç farklı aile tipiyle karşılaşıyoruz. İlki otoriter ya da otokratik aile tipi. Bu ailelerde itaat yüceltilir. ‘Otur’ der oturur, ‘kalk’ der kalkar. Uslu çocuk ideali öğretilir. Hatta meşhur bir söz vardır, ‘Söz büyüğün, sus küçüğün.’ diye. Bu anlayışla büyüyen çocuklar, büyüklerine karşı konuşmamayı öğrenirler. Diğer bir tip ise liberal yani her şeye izin veren, çocuğun merkezde olduğu aile tipi var. Son zamanlarda bu tip ailelerde yetişen çocukların sayısı oldukça arttı. Bu çocuklar evin küçük lideri gibi yetiştiriliyor. Ancak bu çocuklar özellikle anaokulu ve kreş ortamlarında en çok zorlanan çocuklar oluyor. Çünkü artık herkes onun istediği gibi davranmıyor. Aynı zamanda bu ortam hayatı öğrenmek adına büyük bir fırsat da sunuyor. Üçüncü aile tipi ise demokratik işleyişin olduğu ailelerdir. Bu yüzden hep deriz ki demokrasi önce ailede başlar. Eğer bir çocuk ailede demokratik bir ortamda yetişmemişse, ileride evliliğinde de iş hayatında da sosyal ilişkilerinde de demokrasiyi uygulamakta zorlanır.” şeklinde konuştu. 

“Okul öncesi eğitim, erdemli insan yetiştirme odaklı olmalı”

Değerler eğitiminin 4-6 yaş arasında verilmesi gerektiğinin önemini anlatan Tarhan; “Çin ve Japonya’nın eğitim sisteminde yaptığı çok güzel bir uygulama var. Biz bunu henüz hayata geçiremedik. Biz hala okulu çocuğa bilgi yüklenen bir yer olarak görüyoruz. Oysa okul öncesi dönem özellikle 4-6 yaş arası çok daha farklı bir yaklaşım gerektiriyor. Bu ülkelerde çocuklara bu yaş aralığında değerler eğitimi veriliyor. Okuma yazma gibi akademik bilgileri öğretmekten ziyade davranış eğitimi üzerinde duruluyor. Yani birlikte oynamak, paylaşmak, yardım etmek, birlikte bir şeyleri söküp takmak, sahaya çıkmak, hareket etmek… Çocuklara takım çalışmalarıyla, aktif uygulamalarla temel değerleri kazandırıyorlar. Bu yaş için özel bir eğitim modülü oluşturmuşlar. Bu tür bir eğitimin meyvesi hemen alınmaz. Bu konuda bir atasözü var, ‘Bir yıllık ürün istiyorsan buğday ek, on yıllık ürün istiyorsan ağaç dik ama elli yıllık, yüz yıllık bir ürün istiyorsan insan yetiştir.’ deniyor. İşte bu uzun vadeli bir yatırımdır. Bir çocuğa yatırım yapmanın sonucu en az 15-20 yıl sonra görülür. Bizim anaokullarımızda da bu anlayışın yerleşmesi gerekiyor. Okul öncesi eğitim, erdemli insan yetiştirme odaklı olmalı. Çünkü çocuk erdemleri bu yaşta öğrenir. Yalan söylememeyi, dürüst olmayı, yardımlaşmayı, başkasının duygularını anlayabilmeyi, bencil olmamayı ama aynı zamanda kendini ezdirmemeyi bu yaşlarda öğrenir. Sonrasında değerleri deneyimleyerek pekiştirir. O yüzden değerler eğitiminin başlangıç noktası bu kritik dönemdir.” dedi.

“Kardeşler arası kıyaslama yapmak ateşe benzin dökmek gibidir”

Kardeşler arasında adil olmama durumunun sorun çıkaracağını belirten Tarhan; “Kardeş kıskançlığını en çok tetikleyen şey kıyaslamadır. Zaten kardeşler arasında doğal bir kıskançlık olur. Kardeşler arası kıyaslama yapmak ateşe benzin dökmek gibidir. Kıskançlık iyice alevlenir hem çocukların huzuru bozulur hem de evde genel olarak bir huzursuzluk başlar. Buna bir de adil olmama durumu eklenirse kıskançlık iyice artar. Örneğin yeni bir bebek doğduğunda çocuğa, ‘Bak kardeşin doğdu, senin pabucun dama atıldı.’ deniyor. Bu gibi ifadeler büyük kardeşi tahrik eder. Sonra gider kardeşi uyurken çimdikler, bağırtır. Bu artık kıskançlığın doğal boyutunu aşan bir durum olur. Tabii doğal kıskançlık da vardır, bunu da unutmamak lazım. Bu bir nevi kayıkçı kavgası gibidir. Yani kardeşler kavga eder bir saat sonra hiçbir şey olmamış gibi birlikte oynamaya devam ederler. Bu tür durumları büyütmemek gerekir. Ancak burada önemli olan anne babanın bu duruma nasıl yaklaştığıdır. Eğer yaşlar yakınsa erkek çocuklar kız kardeşlerini ezmeye kalkabilir. Böyle durumlarda yapılması gereken ilk şey kıyas yapmamak. Sadece kıyas yapmamak da yetmez. Eğer anne bir çocuğu, baba da diğerini tutarsa bu kez ailede dikey koalisyon oluşur. Yani anne bir tarafta, baba bir tarafta çocuklar da onlara göre saf tutar. Bu da ev içinde kutuplaşmaya yol açar. Bunun yerine yatay koalisyon kurulmalı. Yani anne ve baba ortak bir tutum sergilemeli. Ortak bir dil kullanmalı. Ayrıca ebeveynlerin çocuklara, ‘Kardeşin olması bir şanstır. Bu hayatı öğrenmekte senin için büyük bir avantaj.’ demesi lazım. Çünkü kardeşler arasında mutlaka çıkar çatışmaları olur sınır ihlalleri yaşanır ama çocuk bunları yaşadıkça çözmeyi öğrenir. Deneyimleyerek öğrenilen şeylerdir bunlar. Çocuk bu deneyimlerle büyüdüğünde sınırlarını bilir, empati geliştirir. Çıkar çatışması yaşansa bile kolayca çözüm bulabilir.” ifadelerini kullandı. 

“Hayatın sınırlarını öğrenemeyen çocuk hem kendine hem çevresine zarar verebilir”

Ailenin güvenli ortam olmasının önemini vurgulayan Tarhan; “Ailenin temel işlevlerinden biri güven yuvası olmasıdır. Burada kilit kavram güvendir. Çocuğun evini sevmesi önemlidir ama bu sevgi, güvenle birlikte olursa anlamlı olur. Eğer güven yoksa sadece sevgi yeterli olmaz bu durumda şımarık, doyumsuz ve sorumsuz bir çocuk yetişebilir. Hayatın sınırlarını öğrenemeyen çocuk hem kendine hem çevresine zarar verebilir ama sınırları öğrenirse nerede duracağını bilir kendi yeteneklerinin farkına varır duygusal farkındalık geliştirir. Bu da onun sağlıklı bir birey olarak gelişmesine büyük katkı sağlar. Bu yüzden çocuğun sınırları öğrenebilmesi, onun ruhsal gelişimi açısından çok kıymetli bir yatırımdır. Çocuğun gelişen ruhuna atılan tohumlardır bunlar. Bu tohumlar önce ailede sonra anaokulunda atılır. Zamanla bu tohumlar ağaç olur, meyve verir. İşte birçok güzel insan böyle yetişir.” dedi.

“Oynamak sosyal gelişimi, sevmek duygusal gelişimi sağlar”

Çocukların oyunlarla sosyal sınırlarını öğrendiklerini dile getiren Tarhan; “Sessiz eğitim yöntemi diye bir kavram var. Bu yöntem çocuğu karşımıza alıp ona konferans vermek yerine davranışlarla, model olarak yani sessizce eğitim vermeyi içeriyor. Sessiz eğitimde temel nokta çocuğun gözlemleyerek öğrenmesidir. Eğer evde çocuk lider konumundaysa tehlike başlıyor özellikle tek çocuklarda. Ancak çocuk lider değilse hayatın sınırlarını ve kardeşler arası sosyal sınırları ayırt etmeyi öğrenebiliyor. Bu fark çok büyük değildir ama deneyimle öğrenilir. Özellikle apartman çocuklarında yani komşu çocuklarıyla, kuzenleriyle büyümeyen çocuklarda bu öğrenme eksik kalabiliyor. Çocuk yürümeye başladıktan sonra zaten sosyalleşme süreci de başlıyor. Bu dönemde en ciddi öğrenme aracı oyundur. Oyun, çocuğun en önemli işidir. Oyunla sosyal sınırları, paylaşmayı, beklemeyi öğrenir. 0-3 yaş arasında çocuğun eline tablet vermek, onu ekranla baş başa bırakmak çok büyük zarar veriyor. Bu süreçte anne babalar çocukla oyun oynamalıdır. Oyun çocuğun mesleğidir. Büyüklerin işi neyse çocuğun da işi oyundur. Çocuk ruh sağlığı iki kelimede toplanabilir. Biri oynamak diğeri sevmek. Oynamak sosyal gelişimi, sevmek duygusal gelişimi sağlar. Evde çocuğa bu sosyal sınırları öğretmek önemlidir. Anne baba çocuğun her dediğine ‘evet’ ya da ‘hayır’ demeyecek. Nerede duracağını, nerede durmayacağını öğretecek.” ifadelerini kullandı. 

“Travmadan değil, farkına varmamaktan korkalım”

Psikolojik sağlamlığın adımlarını anlatan Tarhan; “Travmadan değil, onun farkına varmamaktan korkalım. Hepimizin hayatında travmatik deneyimler olabilir. Sıfır sorunlu bir hayat mümkün değildir. Hayat iyilikle kötülüğün, acıyla tatlının bir arada bulunduğu bir sofradır. Önemli olan bu gerçekliği kabul edip olumluya odaklanarak yaşamaktır. Eğer her duruma aşırı tepki veriyorsak, orada bastırılmış ya da fark edilmemiş bir travma olabilir. Duygusal farkındalığı olan bir kişi ise bu durumu yönetebilir. Hatalarımızı kabul etmek olgunluğun bir göstergesidir. Kendiyle yüzleşebilen insan egosunu olgunlaştırır. Bu yüzden bir anne baba çocuğunu, bir öğretmen öğrencisini düzeltmek istiyorsa önce kendisinden başlamalıdır. Dünyayı değiştirmeye kendimizden başlamalıyız. Kendi zayıf ve güçlü yönlerimizi bilirsek duygularımızın da farkında oluruz. Böylece başkalarının duygularını daha iyi anlarız. Eğer duygularımızın farkında değilsek, onları bastırır ve yansıtırız. Çocuğa ‘Bu yaramaz, adam olmaz.’ gibi etiketler yapıştırırız. Aslında bu kendi özgüven eksikliğimizin bir yansımasıdır ve çocuğun da özgüvenini zedeler. Psikolojik sağlamlığın birinci adımı kendini tanımaktır yani öz bilinç. İkinci adımı kendini yönetmektir, dürtü ve duyguları kontrol edebilmek. Üçüncü adımı duygusal farkındalıktır yani başkalarının duygularını anlayabilmek, empati kurabilmek. Dördüncüsü ise ilişkileri yönetebilmektir. Bu üç temel beceri gelişmeden, ilişkilerimizi sağlıklı yönetemeyiz.” şeklinde konuştu. 

“En mutlu olanlar, güçlü sosyal bağlara sahip olanlar”

Son yıllarda aile bağlarında ve komşuluk ilişkilerinde bağların gevşediğini dile getiren Tarhan; “İnsan beyni ilişkisel olarak çalışıyor. Tek başına izole şekilde çalışmaz. Gelişmesi için ilişki kurması, sosyalleşmesi gerekir. Kısacası insan sosyal bir varlıktır. Hem ruhsal hem zihinsel gelişim için bu ilişkiler büyük önem taşır. Bu konuda yapılan dikkat çekici bir araştırma var. Harvard Üniversitesi’nin 70 yıl süren mutluluk çalışması. Araştırmada farklı geçmişlere sahip insanlar uzun yıllar boyunca takip ediliyor. Sonuç çok net, hayatta en mutlu olanlar, güçlü sosyal bağlara sahip olanlar. Yani bir insanın parası, işi, eğitimi kadar değil çevresindeki insanlarla olan ilişkileri kadar mutlu olduğunu gösteriyor. Biz aslında bu konuda şanslı bir toplumuz. Aile yapımız, komşuluk ilişkilerimiz, dostluklarımız güçlü ama son yıllarda bu bağlarda zayıflama var. Geçen yıl kalabalık yalnızlık kelimesi yılın kelimesi seçildi. Bu birçok kişinin kalabalıklar içinde bile kendini yalnız hissettiğini gösteriyor. Bu durum hem bireysel hem toplumsal açıdan ciddi bir uyarıdır. Çocuklara erken yaşta sosyalleşmeyi, paylaşmayı, birlikte hareket etmeyi öğretmemiz gerekiyor. Çünkü paylaşmak, ilişki kurmak, insanın hayat boyu kullanacağı en önemli becerilerden biri. Mutlu, sağlıklı bireyler yetiştirmenin yolu da buradan geçiyor.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi07 Mayıs 2025