Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “İnsan en zor ve en kaba şeyi bile en nazik şekilde ifade etmeyi öğrenebilir”

16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam12 - Sorumlu Üretim ve Tüketim

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Timaş Yayınları tarafından düzenlenen Nezaket Yılı lansmanına katıldı. “Ailede Nezaketin Önemi” konusunu ele alan Tarhan, nezaketin empati barındıran bir saygı biçimi olduğunu vurguladı. Gerçek nezaketin hem kendine hem başkalarına karşı sınırları bilmekten geçtiğini belirten Tarhan, insanın en zor ve en kaba şeyi bile en nazik şekilde ifade etmeyi öğrenebileceğini sözlerine ekledi. 

Nezaket yılı etkinlikleri kapsamında Timaş binasında gerçekleşen söyleşinin moderatörlüğünü Mehmet Çapkan gerçekleştirdi.

“Nezaket içinde empati barındıran saygıdır”

Nezaketin içinde saygının barındığını söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Saygı insan ilişkilerinde sınırları bilmektir. İnsan birine saygı gösterebilir ama bazen bu saygı korkudan da kaynaklanabilir. Oysa nezaket içinde empati barındıran bir saygıdır. Yani karşımızdakini üzmek istememek, ona haksızlık yapmamak ve onun duygularını okuyabilme becerisine sahip olmaktır. Bu nedenle nezaket özellikle akran ilişkilerinde küçük yaşlardan itibaren kazandırılması gereken bir değerdir. Akran nezaketi dediğimiz şey arkadaşlar arasında sınırları bilmektir. Burada mesele yalnızca başkasına nazik davranmak değil aynı zamanda başkasıyla ilgili sosyal sınırları doğru biçimde belirleyebilmektir. Bu gerçek nezakettir. İnsan kendine karşı da nazik olmalıdır. Çünkü kendimize karşı da haklarımız vardır. Hem kendimize hem de karşımızdakine karşı sınırlarımızı bilmek gerekir. Kişinin kendisine yönelik nezaketiyle başkalarına gösterdiği nezaket bir bütün olarak düşünülmelidir. Sadece karşı tarafa nazik davranacağım diye paspas olmak nezaketle bağdaşmaz. Psikiyatride buna fedakarlık şeması denir. Böyle insanlar sürekli merhametli ve nazik davranırken bir süre sonra merhamet yorgunluğu yaşarlar. Kendilerini tüketirler. Bunun olmaması için kişi hem kendine hem başkalarına karşı tarafsız olabilmelidir. Kendine karşı da nezaket hissedebilen bir insan hem kendi benliğine hem de başkalarının kimliğine karşı ince düşünceli davranır. İngilizcede kindness olarak ifade edilen bu kavramın küresel ölçekte zayıfladığını görüyoruz. Oysa insan en zor ve en kaba şeyi bile en nazik şekilde ifade etmeyi öğrenebilir.” diyerek sözlerine başladı. 

Mütevazı rolü oynayanlara dikkat…

Nazikliğin altında gizli bir kibir olabileceğini dile getiren Tarhan; “Genellikle sosyal teması az olan, izole yaşayan kişiler nezaketi zayıflık olarak algılama eğilimindedir. Oysa nezaket tevazunun en önemli ayaklarından biridir. Tevazu da bizim kültürümüzde öğretilen temel erdemlerden biridir. Bazı insanlar vardır ortama girer bağırır, çağırır herkesi susturur. Aslında bunu kendi eksiklik ve yetersizlik duygularını bastırmak için yapar. Cevap veremeyeceği için korkuyla hükmetmeye çalışır. Böylece nezaketten uzaklaşır karşısındakini korkutarak hakimiyet kurmaya çalışır. Bazı kişiler ise aşırı nezaket ve aşırı övgüyle hareket eder. Bu şekilde kendilerine yöneltilmesi muhtemel eleştirileri engellemeye çalışırlar. Bu nedenle aşırı nazik görünen her ortamda eğilerek konuşan insanlara dikkat etmek gerekir. Bu tavrın altında gizli bir kibir olabilir. Yani o kişi gerçekten mütevazı değil yalnızca mütevazı rolü oynuyordur. Böyle bir nezaket samimi değildir çünkü güçlülerin yanında nazik davranır ama zayıfın karşısında ezici olur. Küresel kültür bu durumu daha da artırdı. Çünkü küresel kültür gücü kutsallaştırıyor. ‘Güçlü olan kazanır.’ diyor. Günümüzdeki kapitalist sistem de bunu öğretiyor. Kapitalist sistemin ikinci bir etkisi ise nezaketi ve saygıyı zayıflatmasıdır. Bunun nedeni karşılaştırma kültürüdür. Herkes sürekli birbirini karşılaştırıyor. Böyle olunca kişi kendini eksik hissediyor, aslında eksik değil. Bu hisle başkalarını domine etmeye çalışıyor. Sonuçta da iletişim çatışmaları ortaya çıkıyor.” ifadelerini kullandı. 

“İnsanın benliği başkalarından aldığı sosyal onayla beslenir”

Zorbalık döngüsüne dikkat çeken Tarhan; “Ailede bir zorbalık varsa büyükler çocuklara, çocuklar da kendilerinden daha küçük veya zayıf olanlara zorbalık yapar. Çünkü zorbalık döngüsünde kişi hem zorba hem de kurban olabilir. Bir çocuk kurban olduğunda gidip daha zayıf birine şiddet uygulayabilir. Nezaketsizlik özellikle fiziksel düzeyde olduğunda yıkıcı ve kırıcı bir hal alır. Bu durum genellikle kabalıktan da ötedir içinde bir hoyratlık barındırır. Ergenlerin zaman zaman hoyrat davranması normaldir ancak bunun kişilik haline gelmemesi gerekir. Ergen hata yapacaktır ebeveynin görevi bunu onaylamak değil doğru bir şekilde yönlendirmektir. Anne baba, ‘Bu yaşlarda bu tür davranışlar olabilir ama bunun yanlış olduğunu bil.’ demelidir. Ancak çocuğa bağırmak, aşırı korkutmak ya da sindirmeye çalışmak onun özgüvenini zedeler ve benlik saygısını düşürür. İnsanın benliği başkalarından aldığı sosyal onayla beslenir. Sosyal kabul, takdir, övgü ve olumlu geri bildirim kişinin kendine olan saygısını güçlendirir. Fakat çocuk sürekli eleştirildiğinde kendini değersiz hissetmeye başlar. Bu durumda değersiz hissettiği için ya başkalarına baskı kurmaya çalışır ya da kendini olduğundan farklı göstermek amacıyla abartılı biçimde yalan söyler. Bu nedenle biz evde bir öfke modeli olup olmadığına bakarız. Eğer evde büyüklerden biri sürekli öfke gösteriyorsa çocuk bunu bir yöntem olarak benimser. Onu gözlemler, öğrenir ve model alır.” şeklinde konuştu. 

“Saygı öğrenilen bir değerdir”

Anadolu irfanından örnekler veren Tarhan; “Evde baba anneyi, anne de babayı gıyabında överse çocuk, ‘Annemle babamın arası iyi.’ der. Birbirlerini yüzlerine karşı değil ama arkamdan bize övüyorlar diye düşünür. Bu övgülerin samimi ve gerçekçi olması önemli yapay olmamalı. Örneğin baba, ‘Annen bak bize yemek yapmış ne kadar fedakar, bizim için neler yapıyor.’ diyebilir. Anne de ‘Baban dışarıda bizim için çok çalışıyor.’ şeklinde konuşabilir. İşte bu Anadolu irfanında yer alan önemli bir öğretidir. Büyükler çocuklara bu şekilde öğüt verir ve onlara anne babaya saygı göstermeyi öğretir. Saygı öğrenilen bir değerdir. Zaten saygı nezaketle iç içedir. Hatta nezaket saygıdan daha kapsamlı bir değerdir çünkü içinde empati vardır. Aynı şekilde şefkat de sevgiden daha büyüktür. Şefkatin içinde sevgiyle birlikte empati de bulunur. Sevgi bazen karşılıklıdır kişinin çıkarı veya beklentisi olabilir. Ancak şefkatte karşılık yoktur. Karşılıksız sevgide empati vardır. Kişi karşısındakini olduğu gibi kabul eder. İşte bu gerçek şefkattir. Şefkat sevgiden nezaket ise saygıdan daha yücedir. Bütün bunlar öğrenilen değerlerdir.” dedi.

“Sadece ne yaptığımız değil nasıl yaptığımız da önemli”

Nezaketsizliğin problem çözümünü engelleyeceğini belirten Tarhan; “Öfkeyi yönetmenin en önemli sırrı itfaiyeci modelidir. Bir yangın çıktığında itfaiyeciler önce yangını söndürürler ardından soğuturlar sonra da sebebini araştırırlar. İnsan öfkelendiğinde de aslında zihninde bir yangın çıkar. Bu durumda yapılacak ilk şey öfkeyi ertelemektir. Yani kişi o anda bulunduğu ortamı, konuyu değiştirmeli kendine zaman tanımalıdır. Öfkenin alevi geçtikten sonra ‘Bu öfke neden çıktı? Hangi prensibim bozuldu? Hangi ilkem zedelendi?’ gibi sorularla öfke analizi yapmalıdır. Sonra da ‘Bak, bu kadar sinirlenmemin sebebi şuymuş.’ diyerek durumu değerlendirmelidir. Böylece kişi duygu yönetimini başarmış olur. Bu bir beceridir ve kişi bunu kendi çabasıyla geliştirir. Kişi öfkesini kontrol etmeyi başardığında sorunları daha sağlıklı biçimde çözebilir. Aksi takdirde nezaketsizlik problem çözümünü engeller. Çünkü bir şeyi ‘Buyur.’ diyerek uzatmakla aynı şeyi öfkeyle fırlatarak vermek arasında büyük fark vardır. Hayatta sadece ne yaptığımız değil nasıl yaptığımız da önemlidir. Hukukta da benzer bir durum vardır. Haklı olmanız yetmez. Eğer davayı zamanında, örneğin 60’ıncı günde açmazsanız haklı olsanız bile davayı kaybedersiniz. Hakkınız yanar. İlişkilerde de aynı kural geçerlidir. Yani sadece haklı olmak değil doğru zamanda ve doğru üslupla davranmak da önemlidir.” diyerek sözlerine devam etti. 

Haklı ol ama nazik de ol…

Susmanın bir zenginlik olduğuna dikkat çeken Tarhan; “Damardan verilmesi gereken ilacı ağızdan verirsen işe yaramaz, ağızdan verilmesi gereken ilacı damardan verirsen kişiyi öldürebilirsin. Nezaketsizlik de buna benzer usulü bilmemektir. Yani ne yaptığın kadar nasıl yaptığın çok önemlidir. Çoğu zaman iyi niyetle, ‘Ben haklıyım.’ denir fakat haklı olmak tek başına yeterli değildir. Haklı ol ama nazik de ol. Nezaket aslında bir tür sessizlik ve zenginliktir, susmak zenginliktir. Bu zenginliği başarabilen kişi için kural basittir ya güzel söyle ya sus. Eğer güzel söylemek mümkün değilse ortamı terk et. Olgun kişilikler böyle durumlarda ya kibarca konuşur ya da susar karşı taraftan laf anlamayan birine bağırmanın bir karşılığı olmaz.” ifadelerini kullandı. 

“Adil paylaşım için yalanın olmaması şarttır”

Aile içinde güven olmadığında nezaketsizliğin artacağını söyleyen Tarhan; “Diyelim ki bir çocuk yalan söyleyerek problem çözmeyi öğrenmiş. Böyle bir durumda o çocuğa nezaket öğretmek çok zordur. Çünkü yalan söyleyen bir kimse aslında şunu öğrenir: ‘Hedefe ulaşmak için yalan söylemek caizdir.’ Bunun bir adım ötesi, ‘Hedefe ulaşmak için başkalarını aldatmak caizdir.’ olur. Bir sonraki adımda ise ‘Hedefe ulaşmak için başkalarına zorbalık yapmak caizdir.’ anlayışı gelişir. Bu tarz kişiler genellikle bir dönem şiddet kurbanı olmuşlardır. Şiddeti görmüş, öğrenmiş ve içselleştirmişlerdir. Oysa biz ailenin güvenli bir alan olmasını isteriz. Eğer aile içinde güvenli bir ortam yoksa orada nezaketsizlik ve şiddete varan ilişkiler kaçınılmaz hale gelir. Çünkü güvende olmayan bir insan rahat uyuyamaz, sırtını dönemez, ayağını uzatamaz. Güven ortamının oluşması için adil paylaşım gerekir. Adil paylaşımın olabilmesi içinse yalanın olmaması şarttır. Çünkü yalanın olduğu yerde adalet olmaz, güven olmaz. İmam Gazali’nin çok güzel bir sözü vardır: ‘Bütün kötülükleri bir odaya doldursanız kapısını yalan ve kibir açar.’ Gerçekten de öyle. Yalan bütün kötülüklerin kapısını aralar.” şeklinde konuştu. 

“Her olay doğru şekilde ele alınırsa bir eğitime dönüşebilir”

Çocuklar ve ebeveynler arasındaki fırsat eğitimi kavramına değinen Tarhan, “Bazı çocuklar annesine yardım etmek isterken vazoyu alıp ve pat diye düşürüp kırabilir. Genellikle çocuğun ilk tepkisi ‘Ben yapmadım.’ olur. Bu çocuğun ilk savunma refleksiyle söylediği çocuksu bir yalandır. Aslında doğaldır çünkü henüz yalanla doğrunun farkını tam olarak öğrenmemiştir. Ancak çoğu zaman anneler, ‘Hem vazoyu kırmışsın hem de yalan söylüyorsun, haşlarım seni!’ der.  Bu yaklaşım çocuğa bir şey öğretmez sadece korkmayı öğretir. Doğru yaklaşım ise ‘Bak çocuğum, vazoyu kırmışsın belli ama bundan daha büyük bir hatan var.’ olmalıdır. Yalan söyledin ifadesi kullanılmamalı çocuğa doğrudan yalancı etiketi yapıştırılmamalıdır. Bunun yerine ‘Doğru olmayan bir şey söyledin.’ denmelidir. Çocuk bu durumda ne öğrenir? Birincisi, annesinin onu sevdiğini ve değer verdiğini hisseder. İkincisi, bu evde dürüstlüğün önemli olduğunu öğrenir. İşte buna fırsat eğitimi denir. Çocukların yaşadığı her olay doğru şekilde ele alınırsa bir eğitime dönüşebilir. Anne böyle durumlarda hemen tepki vermek yerine, ‘Bu olayı çocuğumun gelişiminde nasıl bir fırsata çevirebilirim?’ diye düşünmelidir. Çünkü her olay çocuğun olgunlaşması için bir vesile olabilir.” dedi.

Merhamet eksikliği artıyor…

Her olaydan bir öğrenme fırsatı çıkabileceğini söyleyen Tarhan; “Günümüzde Z kuşağı olarak adlandırılan gençler benmerkezci ve konfor odaklı olabiliyorlar fakat bir o kadar da sevimli ve özgürlük düşkünüler. Bu kuşak kendisine değer verilmesini ve saygı gösterilmesini bekliyor. Ergenlerle iletişim kurmanın ilk adımı onlara değer verdiğinizi hissettirmektir. Sosyal kabul ve değer algısı oluşturulduktan sonra ikinci adımda mantıklı ve gerekçeli bir biçimde iletişim kurabilirsiniz. Eğer ikna edilemiyorsa çözümü birlikte yazılı hale getirip tartışmak etkili olabilir. Diyelim sınıfta gürültü var, ‘Herkes problemi yazsın, kavanoza koyalım ve kura ile çözüm arayalım. İsim yazmayın, sadece problemi yazın.’ diyebiliriz. Bu yaklaşım her olaydan öğrenme fırsatı oluşturur ve çatışmayı yapıcı bir deneyime dönüştürür. Bu noktada Hadis-i Şerif’ten de önemli bir ders çıkarabiliriz. Ahir zamanda şeytanın gençlere musallat olacağını bildiriyor. Nereden anlarız? Allah Resulü şöyle buyuruyor: ‘Haya ve merhamet eksikliğinden anlarsınız.’ Haya, burada cinsel anlam taşımıyor nezaketsizlik, saygısızlık ve utanmazlık anlamına gelir. Merhamet eksikliği ise acımasızlığı ifade eder. Günümüzde maalesef bu niteliklerde artış gözlemliyoruz ve bunu ahir zaman alametlerinden biri olarak değerlendirmek gerekiyor. Sonuç olarak, çocukları büyütürken özgürlük alanı bırakmak, onları değerli hissettirmek, yatay koalisyonlar kurmak ve çatışmaları öğrenme fırsatına dönüştürmek, sağlıklı ve güvenli bir psikolojik gelişim için temel yaklaşımlardır.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Paylaş
Oluşturulma Tarihi30 Ekim 2025