TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Eğitimde korku değil, içinde sevgi olan disiplin önemli”



Günümüzde eğitim sistemindeki anlayışın değiştiğini, itaat kültürünün değil, sevgiye dayanan bir disiplinin önem kazandığını belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, öğretmenlere büyük görev düştüğüne dikkat çekiyor. Çocuğu merak ve hayret duygusunun harekete geçirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan,  “Bu zamanın çocuğunun özgürlük duygusu, özerklik duygusu var. İyi bir öğretmen liderliği varsa öğrenci dersi öğrenir. Çünkü çocuk öğretmenini sevdiği vakit dersi dinler. İçinde korku olan değil, sevgi olan disiplini savunuyoruz” diye konuştu.
 
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Çorlu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği “Değerler Psikolojisi ve Güzel İnsan” başlıklı söyleşide ilçede görevli okul müdürleriyle bir araya geldi.



Toplumda teflon adamlar yaygınlaştı

Moderatörlüğünü Gazeteci Şaban Özdemir’in yaptığı söyleşide, utanma duygusu olmayan kişilerin başkalarına acı çektirmekten, yaptığı kötü şeylerden pişman olmadığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu kişilerin “teflon adam” olarak tanımlandığını söyledi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Teflon kendisi yanmaz ama yakar. Bu tip  insanlar da acı çektiriyor, zulmediyor, merhametsiz, saygısız ama bundan hiç utanmıyorlar. Utanma duygusu olmayan, başkasına acı çektirdiği, kötü şeyler yaptığı halde suçluluk ve pişmanlık hissetmeyen kişileri teflon insanlar olarak tanımlıyoruz. Bu tip kişiler eskiye göre toplumda yaygınlaştı” dedi.



Kötülüğün kaynağında empati yoksunluğu var

2000’li yıllarda New York State Üniversitesi Adli Psikiyatri Biriminin tarihte ilk defa psikiyatrinin kötülüğü tanımlama yeteneğini ölçümlemek için ahlaka aykırılık ölçeği geliştirdiğini anlatan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:

“Burada en çok aranan şey insanların başkalarına eziyet etmekten neden rahatsız olmadığı. Kötülükle ilgili yapılan çalışmaların hepsi gösteriyor ki kötülüğün kaynağında empati yoksunluğu var. Empati yoksunluğu da kişinin yüzünün kızarmaması, karşısındakini anlamamasıyla ilgili. Kişi karşısındakinin acısını anlamadığı için bu yaptığının doğal olduğunu söylüyor. Şu anda gelişmiş ülkelerdeki cezaevlerindeki çocuklara empati yeteneğini öğretmeden salmıyorlar. Empati yeteneğini öğrenmezse yine suç işliyor. Ben onun örneğini yaşadım. Bağdat Caddesi’nde bir trafik kazası oluyor. Taksicinin arabası arıza yapmış, arabasını kenara çekip onunla uğraşırken o sırada benmerkezci iki erkek gelip çarpmış. Karakola götürüyorlar. Biraz sorgulayınca ‘Hepi topu bir şoför öldü. Niye bu kadar büyütüyorsunuz?” diyor. Bakın işte merhamet duygusu olmayan bir insan. Bu insanların ilk kaybettikleri değer yüz kızarmasıdır, başkalarının haklarına saygı göstermemektir. Başkalarının haklarına saygı göstermek de kendini tanımakla başlar. Bu kişiler kendilerini kusursuz görüyorlar.”

Bu tip kişilerin bu çağda arttığını, bunun en büyük nedeninin de narsisizmin yükselmesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Şu anda Amerika’da en çok satan kitaplardan bir tanesi narsisizm hastalığıyla ilgili. Normalde dindar olan bir kimsenin narsist olmaması lazım. Ama enteresan bir şekilde hem dindar olup hem de narsist olan o kadar çok kişi var ki. Dinin şekilsel kısmı var ama öz kısmı olmayan kişiler bunlar” dedi.



ABD’de narsisizm hastalığı çok yaygın

Özellikle ABD’de CEO’larda narsisizm hastalığının çok yaygın olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Çünkü herkes onların etrafında dönüyor. Bana bir gün iş adamı geldi ‘Ben 1 milyon dolarlık işi yönetiyorum ama tansiyonumu yönetemiyorum’ dedi. Kontrol duygusu öyle yüksek ki ‘Ben her şeyi kontrol ederim, yaparım’ diyen bir kimse, kendini aciz ve zayıf hissettiği zaman bunu kabullenemiyor ve depresyona giriyor. Önüne kırmızı halılar serilen CEO’lar emekli olunca New York sokaklarında köpek gezdiren ve artık övülmeyen kimselere döndükleri zaman depresyona giriyorlar. Emekli olduktan sonra 6 ay 1 sene içerisinde kalp krizi geçirenler var. Kişi ego tatminini hep başarıya yöneltirse veya tek alana yöneltirse onu kaybettiği zaman yıkılıyor. Narsistik kişilerin en büyük özelliği başarısızlık korkusu” dedi.

Bütün iyiliklerin kapısını empati açar

Empati yeteneğini geliştiren kimsenin, başkalarına acı çektirmekten de rahatsız olduğunu, şu anda okullarda değerler eğitimi olarak empati öğretilirse bütün kötülüklerin önüne geçileceğini ifade eden Tarhan, “Bütün kötülükleri bir odaya toplasak kapısını empati yoksunluğu yani kibir açar. Bütün iyiliklerin kapsını da empati açar. Kibirin karşıtı empatidir. Empati sahibi olamayan kimsede büyüklük hastalığı vardır. Bu zamanda empatinin azalmasının sebebi egoların çok şişirilmesidir” dedi.
Egosu şişirilen insanların empati yapamadıklarını ve evliliklerini yürütemediklerini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Evlilikte rol paylaşımı vardır. Anne, baba ve çocuk rolü. Empatisiz insan paylaşmayı sevmez. ‘Güç de kontrol de bende olsun’ der. Boşanmaların artmasının sebebi de benmerkezciliktir. Bu arada narsisizm genel anlamda kötü değildir. Her insan narsistik doğar. Freud’un çok güzel bir tespiti var ‘Çocuklar tribal narsistir’ diyor. Bu ne demek? En bencil varlık çocuktur. Kendisini dünyanın merkezinde görür. Herkes ona hizmet etmelidir, sevgisini kendine yatırmıştır. Büyüdükçe önce oyuncaklarını, annesini, babasını, kardeşlerini sever. Bakım veren kişiyi sever. Anne baba da önemli değil burada. Büyüdükçe insanlığı sever, vatanını sever. Böylece sevgi dağılımı yapılmış olur” diye konuştu.

Çocuğu merak ve hayret duygusunu harekete geçirir

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir eğitimcinin idealist, realist ve aktivist özelliklerini nasıl aktif tutup koruyabilir?” şeklindeki soru üzerine şunları söyledi:

“Realizm insanın gerçekçi olması. İdealizm, idealist olması, aktivizm bunları eyleme dönüştürebilmesi. Hayal gücünün ve idealinin olması çok güzel. Mevlana’nın pergel metaforu var. ‘İnsan pergel gibi olmalı’ diyor. Bir ayağı hep hakikatte olacak, bir ayağı hayal dünyasında. İki ayağı hayalde olursa uçar. Sadece idealist olup realist olmazsan uçarsın. Hayallerinin peşinde olup realist olmayan bir kimse rasyonalizmden uzaklaşır. Aklını devre dışı bırakır. Deli olmadan veli olunmaz diye bir söz vardır. İdealler insanı harekete geçirir. Üretken düşüncede üç basamak vardır. Bir, kişinin hayal gücünün yüksek olması. Hayal kuran insan, keşif yapmaya yatkın insandır. İnsan hayal kurmalı ama hayal kurarken de gerçeklerden ayağını kesmemeli. Amaca yönelik hayaller faydalıdır. İktisat kelimesi Arapça’da maksat kökünden gelir. Para yönetimi yapan bir insanın stratejik hedefi olacak ondan sonra politikaları ona göre belirleyecek. Strateji doğru değilse yığınakları yanlış yere yaparsın. Stratejin doğru değilse kazandığın zaferlerin bir faydası yok. Önce strateji belirlenmeli, stratejiye uygun ortam hazırlanmalı ve ona uygun yerleri alacaksın. Stratejin yanlış ise yanlış yerleri alırsın. Küçük savaşları kazanırsın ama büyük savaşları kazanamazsın. Hayatta da böyledir.



Hayaller olmalı ama gerçek filtresinden geçirilmeli

İnsanların hayalleri olacak ama bunları gerçek filtresinden geçirecek. İnsanın hedefinin ve idealinin olması iyi ama diğer taraftan da realist olması lazım. Realizm için rasyonalite gerekiyor. İdealist olanlar duygularıyla hareket ederler. Ama duyguları ilk önce akıl süzgecinden geçirmek gerekir. O da yetmez aktivist olmak gerekir. İnsan homoeconomicus değil, homopsikolojicus varlıktır. Hareket geçebilmesi için ihtiyacını analiz edebilmesi lazım. Bir ata su içirmek istiyorsanız kafasına vura vura su içiremezsiniz. Ama susattığınız zaman kendiliğinden içer. Bir öğrenciyi eğitirken ders çalış demek yerine ders çalışmaya ihtiyaç hissettirmelisiniz. İhtiyaç, istek uyandırır istek de harekete geçirir. İdealist insan akış duygusu yaşar. Öğrenciye de akış duygusunu yaşatırsanız aktive olur. İnsanı aktive eden iki duygu var. Merak ve hayret duygusu. Merak ve hayret duygusunu harekete geçiren eğitimci çocuğa o konuyu öğretir. Eğitimcilik sadece bir bilim değildir. Aynı zamanda sanattır.”

Otantik mutluluk öğretilmelidir

Çocuklara ve gençlere kanaatkar olabilmeyi ve şükretmeyi öğretmenin önemine işaret eden Tarhan, “Pozitif psikoloji eğitiminde öğretilen kavramlardan bir tanesi budur. Dünyayı değiştirmek yerine kendimizi değiştirmek. İkincisi de kişinin küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmesi. Buna otantik mutluluk deniyor. Otantik mutluluk saf mutluluk diye geçiyor. Bazı ağaçlar dört mevsim meyve verirler. Böyle olan bir kimse zindana da girse mutlu olabilir, sarayda da olsa mutlu olabilir. İki alanda da insan mutlu olmayı başarabilirse o kimse otantik mutluluğu öğrenmiş demektir. Bunu öğrenmek kendiliğinden olmuyor. Bu mutluluğa yatırım yapmakla ilgili. Kanaat etmek ve küçük şeylerden mutlu olmayı başarabilmek. İnsanın çok çalışması, büyük hedefler koyması kötü bir şey değildir. Bir iş adamının sadece para kazanmayı hedeflememesi lazım. İşini kaliteli yapmayı hedeflemesi lazım. İşi kaliteli yapanın kazancı arkasından geliyor. Bir iş yerinde kanaatkârlığı öğretirken ilk olarak para kazanmayı öğretirsen bu kapitalist ahlak olur. Birinci hedef işini kaliteli yapmak olmalı her zaman için. Asıl kanaat, elinde varken kanaat edebilmektir. Bu da bir yaşam felsefesidir. Kanaat, zenginleşme ile cimrilik arasındaki dengeyi korumaktır. Kişinin asıl hedefi para kazanmak değil, mesleğini iyi yapmak olursa o kişi en yüksek mertebelere gelir. Kanaatkâr olan insan paraya yönelik ego ideali, amaç olarak seçmediği için az olsun ama devamlı olsun diye düşünebiliyor. Açgözlülük yapmıyor.  Biz kanaatkâr olabilmeyi önce kendimize uygulayacağız. Sonra gençlere aşılamaya çalışacağız” diye konuştu.



Bütçe yönetimi 10 yaşına kadar öğretilmeli

Çocuklara bütçe yönetimini 10 yaşına kadar öğretmek gerektiğini de vurgulayan Tarhan, “Zaman da bir kaynaktır. Para yönetimi nasıl öğreniliyorsa, zaman yönetimi de öyle öğrenilmeli ve gençlere öğretilmelidir. Bir insana amaçlı yaşamayı öğretirseniz kanaatli olmayı aslında kendiliğinden öğrenir. Örneğin alışverişe giden herkesin içinden alma isteği gelir. O istek geldiğinde kişi ‘Bu benim ihtiyacım mı değil mi?’ sorusunu sormalı. Kanaatkar olmayı öğrenmek için kişinin amaçlı düşünceyi hedef ilkesine göre düşünmeyi öğrenmesi lazım. Kolay elde edilen her zaman kolay harcanır” diye konuştu.

Değerler eğitiminin uygulama içerisinde verilmesinin önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İnsan duyduğunu değil yaşadığını benimsiyor. İlk önce onların zihinsel çaba göstermelerine fırsat vermek gerekiyor. Eğer çocuklar çözümü kendileri bulurlarsa hayatlarında kalıcı oluyor” dedi. Tarhan, sadece değerler eğitimi değil diğer derslerde de değerlerin anlatılması gerektiğini kaydetti.

Duygu yönetimi ailede başlamalı

Duygu yönetiminin çocuğa aileden başlayarak öğretilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Dünyada şu anda davranışın doğal sorununu yaşatmayan bir kültür var. Şefkatin kötüye kullanımı var, merhamet duygusunun dozunun kaçması var. Suyu bir çiçeğe fazla verirseniz çürür.  Sevgi de aynı şekilde. Bu nedenle duygu yönetiminin aileden başlaması gerekiyor. Çocuğa biz elimizden geleni yapacağız ama bu eğitim ilk olarak aileden başlarsa daha kuvvetli olur. Kültürel değişimler 30, 60, 90 senelik değişimlerle olur” dedi.

Anne ve babaya farkındalık kazandırmak önemli

Çocuk ve ergenlerde ortaya çıkan kimi sorunların aslında anne baba tutumlarından kaynaklandığına dikkat çeken Tarhan, şunları söyledi:

“Anne ve babayla ilgili geliştirilmiş testler var. Aile değerlendirme ölçeği var. Burada anne baba rollerini ele alıyoruz. Anne ve babaya farkındalık kazandırırsak, onların ortak dil kullanmasını ve ailenin terapistlerle de ortak dil kullanmasını sağlarsak çocuk buna hemen uymaya başlıyor. Yaramaz ya da düzelmez denilen çocuk bir süre sonra çok farklı bir halde oluyor. Okulda davranış çizelgesi oluşturuyoruz. Sabah dişini fırçala, yatağını topla diye. Her gün yaptığı zaman artı ya da eksi diye işaretliyoruz. Hafta sonuna geldiği zaman artıları çoksa ödüllendirme oluyor. Bu çocuklarda ödül ceza sistemi bozulmuş. Bunu düzeltmek gerekiyor.”

Dur-düşün-yap paradigmasını öğretmek gerekiyor

Yeni yetişen neslin ödüle doymadığını, hep daha fazlasını istediğine dikkat çeken Tarhan, “Nerede durması gerektiğini öğrenmesi için geleneksel öğretileri alması gerekiyor. Ama çocuğun geleneksel öğretileri yıprandığı için bunları artık yeni model yöntemlerle anlatmamız gerekiyor. Mesela dini yöntemlerle bunların anlatılmasına toplum artık çok hoş bakmıyor, sözel olarak saygı duyuyor ama uygulamada yapmıyor. Daha önceleri dini sağlamlık yetiyordu ama artık bilimsel sağlamlık gerekiyor. Bir çocuğa neden yalan söylememesi gerektiğini, neden başkasının hakkını yememesi gerektiğini bilimsel gerçekliğiyle anlatırsanız kabul ediyorlar. Dur, düşün, yap paradigmasını bir insan ancak ergenliğe kadar öğrenebiliyor. İnsan önce yapıyor sonra düşünüyor. Aklına ilk geleni hemen yapıyor. Hâlbuki dur düşün sonra yap, dur düşün sonra eyleme geç, dur düşün alışveriş yap. Biz bunları yapıyoruz. Ödev gibi veriyoruz bunu kişiye. Dürtülerini yönetmeyi öğretmemiz gerekiyor. Araba kullanmayı öğretmek gibi duygu yönetimi. Çocuğa duyguların yönetimini öğretirsek o çocuk para harcayacağı zaman düşünecek. Buradan hareketle eğitimin, beyin temelli eğitim olması gerektiği anlaşılıyor. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, bunu çok iyi bildiği için bunu yapmaya çalışıyor. Şu anda yapılan şeyler gerçekten övgü gerektiren şeyler. Çocuklara bunu öğretirken muhakkak bilimsel sağlamlıkla öğretmemiz lazım. Bu şekilde öğretildiği zaman çocuk bunu yapmam lazım diyor. O yüzden bilimsel gerekçelerle değerlerin önemli olduğunu anlatırsak hocalar da aileler de inanır. Bu çağın yöntemi bilimsel sağlamlık yöntemi” diye konuştu.

İnanç kaynağı bile bilimsel sağlamlıkla anlatılabilir

Genç kuşağın sorularına akıl yürütme yöntemleriyle, doğru metotlarla cevap verilmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:

“Şimdiki gençler eski zaman filozofu gibi. Gençlere dini konudan bahsediyorsun namazı nasıl değil neden kılacağını soruyor. ‘Neden kılayım ki?’ diyor. ‘Yaratıcıdan daha büyük güç var mıdır?’ diye soruyor. Bunlara sen akıl yürütme yöntemleriyle cevap vereceksin. İlmi Kelamı bu zamanın gençlerine anlatmak gerekiyor. İlahiyatta kelam ilmi için İmam Gazali’nin söylemiyle ‘İlimlerin havası, üst ilimdir’ deniyor. ‘Bu anca avamda değil havasta yani bu ilmi bilenler arasında konuşulması lazım’ diyor. İlahiyat fakültelerinde okuyan az kişi var. Onlar da bu konulara giremeyiz diyor. Gençlere neden Tanrıya inanılması lazım, neden erdemli olmak, sözünde durmak, dürüst olmak lazımı anlatamadığı için bunları inanç olarak kabul ediyor. İnanç değildir, bunlar bilimsel gerçeklerdir. Madde Allah’ın sanatıdır. Allah’ı bize tanıtan sadece kutsal metinler, peygamberler değil üçüncü bir kaynak daha var. Kâinat kaynağı, kâinat kitabı. İnanç kaynağı bile bilimsel sağlamlıkla anlatılabilir.”

Din ve bilim sentezi yapılmalıdır

Din-bilim sentezinin yapılmasının Batı’da da şu an ezber bozan bir şey olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Nöroteoloji diye nörobilimin altında bir bilim dalı var. İlahiyatçılar, felsefeciler ve nörobilimciler takım olarak çalışıyorlar. Ben bunu anlattığımda bir ilahiyat fakültesi dekanlarından birisi arayıp ‘Hocam yeni bir din mi çıkarıyorsun?’ diye sitem etti bana. Aslında bu kâinata bakış açısını değiştirmektir, bu Allah’ın sanatını incelemektir, tefekkürdür. ‘Bir saat tefekkür, bin saat nafile ibadetten hayırlıdır’ diyor Hz. Peygamber. Biz bilimsel gerekçelerle ikisini sentez edersek hem biz inanırız hem de hakikati bulmada yardımcı oluruz. O yüzden empatiyi kendi çocuklarımıza öğretirken bunu bu gerekçelerle anlatalım çünkü gençler bu dilden anlıyorlar. Çocuğa bunu yaparsan cehenneme gidersin dediğin zaman çocuk cehennem neymiş diyor. Çocuğu farkında olmadan inkâra itiyorsun. O yüzden bunu söyleme usulü de önemli” diye konuştu.



Eğitimde sevgiye dayalı disiplin gerekiyor

İtaati yücelten eğitim sisteminin 50 sene, 100 sene öncesi için geçerli olduğunu ve artık zamanın değiştiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şimdi öğretmenlere çok önemli görevler düştüğünü belirterek şunları söyledi:

“O sistem bu zamanda yeniliğe kapalı, düşüncenin gelişmesine kapalı ve girişimciliği kaçıran bir nesil oldu. İtaati yücelten, kilise baskısının olduğu, Orta çağ tepki olarak ortaya çıktığı için kontrolsüz ve disiplinsiz insan tipi yetiştirdi. Şimdi bizim geldiğimiz ikisinin ortasında. Yani bir çocuğu büyütmek sabun tutmak gibi fazla sıkarsanız kaçıp gidiyor, gevşek bırakırsanız da kaçıyor. Şimdi bu çağın kültüründe bir çocuğun hem özgür olmasına fırsat vereceğiz hem de aileye, okula ait olmasına fırsat vereceğiz. Bu dengeyi kurmak daha zor çünkü insanların beklenti düzeyi yükseldi. Böyle bir durumda çocuğa dürtü kontrolünü öğretebilmek için eski sorulara yeni cevaplar vermemiz lazım. Şu an dünyadaki klasik eğitim anlayışını değiştiren eski sorulara yeni cevap verme yaklaşımı, eğitim sisteminde yeni yeni çıkmaya başladı. Kızınca susan çocuk tipi yok. Böyle bir gençlik var. Bunları eğitirken eski klasik eğitimde olan korkuya dayalı disiplin değil, sevgiye dayalı disiplin gerekiyor. Bu zamanın çocuğu artık koyun değil, kaz gibi. Özgürlük duygusu, özerklik duygusu var. İyi bir öğretmen liderliği varsa öğrenci dersi öğrenir. Çünkü çocuk öğretmenini sevdiği vakit dersi dinler. Öğrenciyle ilgilenmeyen, sevmeyen, vakit gelsin gideyim diyen gönülsüz öğretmenlik yapanlar kendini sevdiremiyor haliyle dersi de sevilmiyor. Onun için değerler eğitiminin önce eğitimciden başlaması gerekiyor. Biz inanıp yaparsak çocuklar da yapabilir. Baskıcılık da öyle. Baskıyla çocuk yönetirsin eğer çocuk itaatkârsa itaat eder ama pasif bir kişilik olur. Eğer çocukta özerklik duygusu varsa ters kimlik geliştirir. Otorite ve nasihat, kar yağışı gibidir. Fırtınalı verirseniz tutmuyor ama yavaş ve devamlılık olursa tutuyor. İçinde korku olan değil, sevgi olan disiplini savunuyoruz. Sevgi ve disiplin dengesi olunca çocuk hayatı öğreniyor sadece anne babanın dediğine değil, yaptıklarına da bakıyor.”

Okunma : 2642

ÜHA

 

İlgili

17 Eylül 2020
"Kişisel Haberler" içerisinde
07 Eylül 2021
"Psikiyatrist" içerisinde

Haberler

Foto Galeri