Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan 24TV’de yayınlanan Esra Elönü’nün sunduğu Arafta Sorular programının canlı yayın konuğu oldu. “Aile, cinsiyetsizleştirme, çocuklarda ihmal, istismar ve şiddet...” gibi öne çıkan konularına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Tarhan, kötülüğe sessiz kalmanın kötülüğe ortak olmak anlamına geldiğini söyledi. Cinsiyetsizleştirme konusunu bilimsel bağlamda ele alan Tarhan, cinsiyet değiştirenlerde psikiyatrik rahatsızlıkların görülme sıklığının 20 misli, intihar oranının ise 2 misli yüksek olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gündemin öne çıkan konularına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“Dünyayı en çok kirleten toplum ABD”
Katıldığı canlı yayında Esra Elönü’nün sorularını cevaplayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan şu anda küresel bir narsizm salgını olduğuna dikkat çekti. Tarhan; “Şu anda küresel bir narsizm salgını var ama modernizm bunu destekliyor. Modernizm, kapitalist sistemi bunu destekliyor. Küresel rekabet desteklendiği için bireysellik adı altında bencillik teşvik ediliyor. Böyle durumlarda kendi çıkarını düşünen kişiler yüceltiliyor. Bunun kökeni aydınlanma çağı, Nietzsche’ye kadar gidiyor. ‘Piyasanın ahlakı yoktur.’ Kavramı buradan çıkıyor. Sadaka kültürü, yardımlaşma, mütevazı olma bunlar ilkel kavimlerin işidir. Bunlar işletme maliyetini arttırır, kapitalizmi olumsuz etkiler diyerek bunları davranışları bu kültürde değersizleştirdi. Özellikle Avrupa bunu Rusya’nın sosyalizmin etkisiyle frenledi ama Amerika’da tam bir vahşi kapitalizm, bütün şiddetiyle devam ediyor. Şu anda bir Amerikalı beş dünyalı kadar tüketiyor. Dünyayı en çok kirleten toplum Amerika. Bu nedenle bunun arkasında küresel narsizm var.” şeklinde konuştu.
“Kötülüğe sessiz kalmak, kötülüğe ortak olmaktır”
Toplumda ciddi bir çürüme olduğunun altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu durumun arkasında ahlaki çöküşün yattığını vurguladı. Tarhan; “Kötülüğe sessiz kalmak, kötülüğe ortak olmaktır. Hatta kötülüğü teşvik etmektir. Kötülük geçtikten sonra kötüymüş diyen insanlar daha dürüst çıkıyorlar. Ama kötülüğe sessiz kalanlar, kötülük ile mücadele edebilen, kötülüğü kötü olarak bilen ama çıkar için bununla mücadele etmeyenler yahut da gaflet ile bununla mücadele etmeyenler çok daha büyük sorumluluk, vebal altında kalırlar. Şu anda toplumda ciddi bir çürüme var. Bunun arkasında da ahlaki çöküş yatıyor. Bu 1580’de başladı. Osmanlı’nın en güçlü olduğu dönemlerde bu çöküş yavaş yavaş başladı. Osmanlıların o dönemlerinde sahte bir özgüven oluşturdu. O özgüvenin etkisiyle birçok gerçekten uzaklaşma, doğrulardan uzaklaşmalar oldu fakat Osmanlı’yı kendi bir sistemini kurduğu için korudu. Osmanlı özellikle son iki yüz sene yoksullaştıkça, ekonomik olarak gerilemeyi, paralel olarak sistemi ayakta tutmak için otoriterleşmek zorunda kaldı. Otoriterleşmek zorunda kalınca adaletten uzaklaştı. Hak, zulümler arttı. Hukuksuzluklar, yolsuzluklar ve yoksulluklar arttı. Bunun sonucunda bir yerde eğer baskı, korkutma, tehdit varsa ve korku güven yerine geçmişse, korku esas güven istisna ise toplumda bu arttığı zaman çöküş ortaya çıkıyor.” dedi.
“Adalet görünmeyen bir bağ gibi güven duygusunu oluşturuyor”
Adaletin olduğu yerde huzur ve güven olduğuna dikkat çeken Tarhan; “Toplumdaki adalet dengesi bozulduğu zaman adalet öyle ki görünmeyen bir bağ gibi güven duygusunu oluşturuyor. Bu toplumda mesela bir ailede güven zayıfladığı zaman o ailede ne olur? İnsanlar eve geldiği zaman korka korka gelir. Çocuklar baba geldiği zaman kaçarlar. Mesela eğer baba evde terör havası estiriyorsa çünkü çocuk eve geldiği zaman hukuksuz bir şey olacağına, haksızlık yapılacağına ve öbür kardeşine ayrımcılık yapılacağıyla ilgili bir kanaat varsa ilk fırsatta evden kaçmak ister. Aile küçültülmüş bir toplum, toplum da büyütülmüş bir aile gibidir. İkisinde de zıtların dinamik dengesi geçerli. Böyle durumlarda iyi ve kötü dengesi, doğru yanlış dengesi, güvenli güvensiz dengesi, faydalı faydasız dengesi, bu denge ailede geçerli. Yani aile içerisinde hak ve fırsat paylaşımında adalet varsa orada huzur oluyor. Güven oluşuyor. Çünkü güvenli olan yerde de huzur oluyor. Ama hak ve fırsat paylaşımında hakkaniyet doktrini dediğimiz o paylaşım adil değilse insanlar orada mağdur oluyor, kendilerini kötü hissediyorlar.” ifadelerini kullandı.
“Aile ilk 1960’larda küresel bir proje olarak hedef alındı”
Ailenin şu anda ciddi anlamda hedefte olduğunun altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Çocuğu yok saydığımız zaman en büyük travma, duygusal ihmal. Yani diğerlerine bir şey veriyorsun ona vermiyorsun. Bu yok sayma dövmekten daha çok travmatik etki ediyor. Mesela kardeşlerden biri astım ya da bir hastalık geçirmiş. O hasta diye herkes onunla ilgileniyor. Sağlıklı olanlar ihmal ediliyor. Ben annesine anne demeyen, bu kadın diyen kişiler biliyorum ve DNA analiz testi istiyordu. Ben üvey evladım diye inanmıştı. O hezeyana dönmüştü hatta bunun örneklerini çok sık görüyoruz maalesef. Anneler, babalar iyi niyetle bu hatayı yapıyorlar ve çocuklarını travmatize ediyorlar. İleride birçok psikiyatrik sorunlar böyle ortaya çıkıyor. Ve bunların tedavisi de daha sonra oldukça zorlaşıyor. Aile içerisinde ailenin güvenli alan olması, sevgi yetmiyor... Sevgi güzel, sevgi + güvenli bağlanma varsa orada huzur oluyor. Güvenli bağlanma olması için de muhakkak hak, fırsat paylaşımının adil olması gerekiyor. Rol paylaşımının adil olması gerekiyor. Aile şu anda ciddi hedefte. Aile ilk 1960’larda küresel bir proje olarak hedef alındı. 1960’lardaki küresel sermayenin planı, aile planlamasıydı. Küresel sermayenin Türkiye'deki uzantıları, bunu sosyal sorumluluk projesi adı altında yaptılar. Şu anda nüfusumuzu azalttılar.” şeklinde konuştu.
“Küresel sermaye nüfus artışını durdurmak için ailenin dağılmasını istiyor…”
Saraçhane meydanında "Dursun Bu Hayasızca Akın" sloganıyla gerçekleştirilen "Büyük Aile Buluşması ve Sessiz Yürüyüş" organizasyonunun önemine de dikkat çeken Tarhan, kadının özgürleşme hareketinin kadın-erkek savaşlarına dönüştüğünü söyledi. Tarhan; “Ataerkil kültür bir şekilde toplumu korumak için otoriterleşerek devam etti. Kadının ihmal edildiği bir dönem var. Buna karşı Doğu'da Batı'da feminist hareketler başladı. Özgürleşme hareketleri. Türkiye'de de bunun yansımaları oldu 60'lı yıllarda. Fakat feminizm başlangıç noktasından saptı. Kadının özgürleşme hareketini kadın-erkek savaşlarına dönüştürdü. Bu sefer 1970'lerde aile karşıtı akımlar yeni bir aşamaya girdi. Açık evlilik politikaları başladı. Okullarda açık sınıf, evlilikte açık evlilik, aile hayatında açık evlilik. İki tarafın da sevgilisi var. Bunu modernleşme olarak gördüler. Daha sonra bunun faturasını çocuklar ödüyor. Dünya nüfusu çok hızlı artıyor. Demek ki küresel sermaye dünya nüfusundaki artışı durdurmak için ailenin dağılmasını istiyor. Bir nevi çocuk olmamasını istiyor. Çocuk olmamasını istediği için böyle durumlarda bunu yapabilecek noktalardan birisi de cinsiyetsizlik, evlenmeyi azaltacak bir şey. ‘Evliliğe ne gerek var?’ zihin düşüncesinin yayılması. Nasılsa erkek erkeğe de kadın kadına da evlilik olabilir diye gay ve lezbiyen evlilikleri ABD'de bazı eyaletlerde ve Hollanda'da teşvik edildi.” dedi.
“Cinsiyet değiştirenlerde intihar riski 2 misli yüksek”
Cinsiyetsizlik konusunda bilimsel sağlamlıkla gidilmesi gerektiğini vurgulayan Tarhan; “Gazze’deki soykırım yapanları destekleyen küresel çetelerle LGBTQ’yu destekleyen çeteler aynı. Bu çok önemli bir şey. Burada bizim rehberimiz bilim. Bilimsel sağlamlıkla gitmemiz gerekiyor. Bilimsel sağlamlıkla gittiğimiz zaman gördük ki artık o çalışma 2019'da Nature dergisinde yayınlandı. ‘No Gay Gen’ diye. Gay geni yoktur tarzında. Şimdi burada da bu çalışmadan sonra bazı olumsuz sonuçlar gözükmeye başladıktan sonra İngiltere şu anda bütün cinsiyet değiştirme merkezlerini kapatıyor. Cinsiyet iptali aslında. Değişiklik olmuyor. Erkek kadın erkek olmuyor. Doğrusu yani tıbbi olarak olan o. İntihar oranı çok yüksek. Mesela cinsiyet değiştirenlerde 2 misli yüksek. Ve ortalama ömür uzamış o şey kısalmış bunlarda da. Ortalama ömür uzamış ama bu kişiler erken ölüyorlar. Ve psikiyatrik hastalıklar ise 20 misli fazla. Yani bu neyi gösteriyor bize? Yani bunlar bu durumun insanın biyolojik doğasına aykırı olduğunu gösteriyor.” ifadelerini kullandı.
“Vatanımız işgal edilmemiş ama zihinlerimiz işgal edilmiş”
Şu anda zihinlerin medya ve sosyal medya ile işgal edildiğine dikkat çeken Tarhan, 2024 Paris Olimpiyatlarında yaşananlara dikkat çekti. Tarhan; “2024 yılında olimpiyatlar olduğu zaman açılış seremonisinde LGBT propagandası, cinsiyetsizlik propagandası var. Orada sakallı kadınlar, etekli erkekler vardı. Renk renk boyanmış çıplak insanlar vardı. Yani bu nedir? Olimpiyat komitesine ciddi bir fon verildi ve bunu o seremoniye yerleştirdiler. Paris'in seçilmesi de anlamlı. Yani Fransız ihtilalinin başladığı yer. Biz bu konuda kararlıyız. Dünyada bununla ilgili devrim yapacağız dediler. Dünyada kültürel devrim yapacağız dediler. Bunun deklare edilmesinin yeri orası. Zihinlerimiz işgal edilmiş. Vatanımız işgal edilmemiş ama zihinlerimiz işgal edilmiş. Nasıl işgal edilmiş? Fransa'da Franco toplumu gençleri depolitize etmek için 3F kuralını uygulamış: Futbol, film, festival. Bir nevi anlam peşinde koşmak yerine istekleri peşinde koşan gençler oluşsun istediler. Beni sorgulamasın, yönetimi sorgulamasın diye... İnsanları aptallaştırmak, hipnotize etmek istemiş. Bunun için futbola, filme ve festivale yatırım yapmış. Burada medya, sosyal medyayı kullanarak şu anda büyüleniyoruz. Hipnotize ediliyoruz.” şeklinde konuştu.
Nesne değil özne olursak ancak koruruz…
Sorumluluğunu bilen kişilerin tehditlere karşı sınırlarını koruduğunu belirten Tarhan; “Asıl özgürlük arzu ve dürtülerimizden özgür olmak. Günümüzde açgözlü, doyumsuz, haz peşinde koşan, çıkarcı, kibirli insanları çoğaltan, nefis olarak bizim inançlarımızla, kültürlerimizde nefsani arzuları aşırı teşvik eden sistemi biz özgürlük görüyoruz. Asıl özgür olan bunları kontrol edebilen kişilerdir. Yani içimizde vahşi bir at var. Onu terbiye eden kişi özgürdür. Yoksa ormanda vahşi atın üzerinde gidip de ormanda kaybolan insan özgür değildir. Sorumsuzdur. Yani bunun için de hayat yolunda kullanılan kişidir. Böyle durumlarda cinsiyetsizlik propagandasına karşı eğer nesne değil özne olursak ancak koruruz. Sosyal medyanın öznesi olursak korunuruz. Yani sosyal medyanın nesnesiyiz biz. Sosyal medya şu anda bizi kullanıyor. Burada kendi sorumluluğumuzu bilmemiz gerekiyor. Sorumluluğunu bilen bir kimse bu tehdide karşı sınırlarını korur. Cinsiyetle barışık çocuklar yetiştirmemiz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Okunma : 727
ÜHA