Mardin Life yazarı Abdurrahim Akdağ, misyoner bakışı başlıklı kaleme aldığı köşesinde Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın görüşlerine yer verdi.
Abdurrahim Akdağ Misyoner Bakış başlıklı yazısı;
Misyon: Özel bir görevi üstlenmek anlamına geliyor.
Misyoner ise: Özel bir görevi üzerine alan kişi/kişiler anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi iki yüzyıldır Osmanlı döneminde başlayan ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra devam eden bir batılılaşma hareketi yürürlüktedir. İttihat ve Terakkinin başlattığı bu görev daha sonra CHP’nin altı okunda ifadesini bularak devlet eliyle sürdürülmüştür. Bütün ülkede uygulanan bu mühendislik projesi Güney/Güneydoğu’da Kürtler üzerinde de yürütülmüştür.
Bölge insanının kimliğini oluşturan dilini ve dinini koruma refleksi süreç içerisinde bir takım olayların ve güç odaklarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların inanç eksenli olanların yanı sıra ırk/etnisite eksenli olan hareketler de karşımıza çıkmaktadır. Bu yazının konusu kavmiyet eksenli olan hareketler değildir. İnanç eksenli hareketlerin bölge insanına yaklaşımlarından bir kısmını irdelemek istiyorum.
Bir toplumun inanç değerlerinin yok edilemeyeceği dünyadaki bir takım sömürge yönetimlerini uygulamalarından açıkça anlaşılmıştır. İnancın yok edilemeyeceği anlaşıldığı için tonu inanç olmakla beraber sinirleri alınarak haksızlığa direnç gösteren unsurlarının ayıklandığı bir formata yerleştirilmesi yeni sömürge yöntemi olarak belirmiştir. Bölgemizin özelinde konuya bakıldığında benzer projelerin halen uygulamada olduğu görülmektedir.
İnsanın doğasına uygunluk inanç sisteminin kabul edilirliği ve sürdürülürlüğü ile yakın ilişkisi vardır. İslam gibi son ve mükemmel dinin tüm yıldırma çabalarına rağmen varlığını sürdürdüğü bir realitedir. Toplum hayatından çıkarılarak birey vicdanına hapsetme girişimleri de başarıya ulaşmamıştır.
Aklın ürünü olan teknolojik gelişmelerin insan mutluluğu için çare olmadığı günümüzde net olarak anlaşılmıştır. Vahiy ile aklın uyum ve beraberliğinin insanlığın mutluluğu için ayrılmaz ikili oldukları post modern çağımızın vardığı noktadır.
Bölge insanı inançlarını koruyarak varlığını sürdürebileceğini sezmiştir. Bu kapsamda birçok inanç grubunun çeşitli yapılar ve isimler altında çalışmalarını sürdürdükleri bilinmektedir.
Şimdi Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın Timaş Yayınlarından çıkan Toplum Psikolojisi adlı kitabının 69. sayfasındaki Yanlış Kültürel Tanımlamalar başlıklı yazısından bir bölüm okuyalım:
“…Merkezi figür olarak da liderlerini veya gruplarını seçerler. Seçtikleri grubu da kutsallaştırırlar, eleştirmezler, hep övgü ile yaklaşırlar, kendilerini ona ait hissederler, mutlak itaat ve sadakat zorunludur. Seçkinler grubuna sahipler ve hiyerarşisi belirlenmiştir. Kendilerine özgü bir yaşam tarzı iddiaları vardır ve tek geçerli düşüncenin kendi düşünceleri olduğuna inanırlar ve başkalarını da inandırırlar. Gruplarına tanrısallık makamı verirler. Patent reçeteleri vardır... Yayılımcı güç olma beklentileri yüksektir, vatanı kurtarma iddiaları vardır. Tanrı rızası için çalışan değil, Tanrı adına iş yapan liderleri vardır ve liderlerinin Tanrı’dan sezgisel mesajlar aldığına inanırlar. Eleştirilmeyen otoriteleri vardır ve bu en üst otoritelere bağlılık beklentileri yüksektir. Dışarıya karşı kapalıdırlar, sadakati aşırı önemserler, birbirlerini gözetler ve kontrol ederler. Kendilerine özgü kahramanlık ideolojileri ve misyonerlik anlayışları vardır.
Üyeler bireysellikten uzaklaşır, kutsala teslim olurlar, kişiliklerini değiştirirler. Bu gruplar ortak yeminlerini belirlerler ve gruba bağlılık ve lidere itaat yemini ettirirler. Grup içerisinden eleştirilenler korkutulur, takip edilme korkusu ile bağlılık beslenir…”
Yazının devamı için;
Okunma : 5128
ÜHA