“Histriyonik kişilik bozukluğunun temel özelliği, bu kişinin adeta bir tiyatro sahnesinde yaşıyor olmalarıdır. İlgiye açtırlar ve övgü ile beslenirler.” diyen Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Histriyonik özellikler taşıyan kişilerde, ön beyin yeterince olgunlaşamamış olabilir. Bu da düşünerek hareket etme yetisini zayıflatır ve kişinin duygularıyla, hisleriyle hareket etmesine neden olur.” dedi.
Histriyonik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin çocukluk dönemlerine bakıldığında, aile içinde sevgi ayrımcılığı yaşadıklarının görüldüğünü de anlatan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu kişiler eğer kadınsa avcı kadın, erkek ise antisosyal olabildiklerini kaydederek seksten başka her şeyi seksüalize ettiklerine dikkat çekti.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tiyatral kişilikler (Histriyonik kişilik bozukluğu) konusunu ele aldı.
Rol yapmak onların doğal halleridir…
“Histriyonik kişilik bozukluğunun temel özelliği, bu kişinin adeta bir tiyatro sahnesinde yaşıyor olmalarıdır. İlgiye açtırlar ve övgü ile beslenirler.” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Duygusalladırlar. Rol yapmak onların doğal halleridir. Olayları abartırlar. Topluğa girdiği zaman herkes onunla ilgilensin isterler. Onay beklerler. İstedikleri ilgiyi, onayı görmedikleri zaman fenalaşırlar, bayılırlar, sıra dışı davranışta bulunurlar.” dedi.
Fedakârlık sevgi dilidir…
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu kişilerin sevgi ve ilgiyi sevgiyle özdeşleştirdiklerini, ilgi olmadan da sevginin olabileceğini ifade ederek, “Sevgiyi doğru bilen bir kişi sevgi dillerini bilir. Hediyeleşmek sevgi dilidir. Fiziksel temas sevgi dilidir. Fedakârlık sevgi dilidir. Hizmet davranışı yani kişi hasta olduğu zaman ilgilenilmesi sevgi dilidir. Eşin zaman ayırması sevgi dilidir. Ama bu kişiler ‘Eşim sadece bana ait olmalı, sadece benim istediklerimi yapmalı, annesini bile sevmemeli’ gibi düşünürler. Yani çok kıskanç özellikleri vardır. Fiziksel çekiciliklerini çok iyi kullanırlar.” diye konuştu.
Birbirine düşeni seyrederler, zevk alırlar…
“Bu tür kişiler sıkıştıkları zaman bayılırlar, kusarlar, bir tarafları ağrır. En büyük özellikleri de her şeyi abartmalarıdır. Onun için tiyatroda deniyor bu kişiler için. Mesela bir iş yerindeyse bu kişiler iş yerini savaş alanına dönüşmesine sebebiyet verecekleri çok şey yapabilirler. Yani insanlar birbirine düşer, dışarıdan seyrederler, zevk alırlar.” şeklinde konuşan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu kişilerde arka planda ilgi açlığı, sevgi açlığı olduğunu ve sevilmiyor gibi duygular hissettiklerini, içlerindeki boşluğu bir tiyatroda gibi giderme eğiliminde olduklarını anlattı.
Kendi çıkarları için her şeyi yaparlar
Erkekler arasında bu tür kişilerin çoğunun oyuncu ruh halindeki, tiyatral kişilikler olduğunu ve bu kişilerin de ikiyüzlü, her masada farklı konuşan, sözünde durmayan, çok yalan söyleyen benmerkezci kişiler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kendi çıkarları için her şeyi yaparlar. Her türlü role girerler rahatlıkla. Sizinle çok dindar rolü oynarlar. Öbürüyle milliyetçi rolü oynar. Maalesef medya da sosyal medya da bu kişilik özelliğini destekliyor.” diye konuştu.
Seksten başka her şeyi seksüalize ederler
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tiyatral kişiliklerin içerisinde de narsisistik özellikler olduğunu ama baskın özelliklerinin ilgi açlığı ve kendini sergilemek olduğunu dile getirerek, “Bu kişiler eğer kadınsa avcı kadın olurlar. Erkekler antisosyaldirler. Güçlü rolü oynarlar. Maskülen, maganda tiplerdir. Hedefe ulaşmak için yalan, hile, entrika her şey vardır. Seksten başka her şeyi seksüalize ederler… Bu iki kişilik birbirini bulur. Birbirlerine şiddet uygular ama birbirlerini bırakamazlar. Bu tarz kişiler antisosyallerle histriyonikler birbirlerini bulurlar. Birbirlerine eziyet ederler ve birbirlerinden de ayrılamazlar. Devamlı çatışmalı iletişim vardır ve bu tür ailelerde fatura çocuklara çıkar.” dedi.
Rezalet çıkarmaya bayılırlar…
Bu tür kişilerin rezalet çıkarmaya bayıldıklarını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Onlar iyi ve doğru şeyleri yaptığı zaman onaylamak ama yanlış hareketlerini onaylamamak gerekir. Eşini kızdırır, öfkelendirir, bundan zevk alırlar. Eş boyun eğdiği durumda soğukkanlı kalırsa, onun oyun alanından kendi oyun alanına onu çekmiş olur. Böylece düşünen beynini kullanmış olurlar. Sevgi varsa ilişkide çatışmalı iletişim düzelebiliyor.” diye konuştu.
Bu kişilerle evlenen, ikinci bir evlilikten korkar…
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, histriyonik kişinin söylediklerine değil yaptıklarına inanmak gerektiğini dile getirerek, “Eğer bir kişi, kararlı, tutarlı ve disiplinli bir ilişki sürdürürse, zamanla yanlış davranışlarını terk edebilir ve sağlıklı bir ilişki kurabilir. Ancak bu tür kişilerle ilişkilerde dikkatli olmak gerekir; söyledikleri sözleri alıp süsleyerek, çarpıtarak yeniden sunabilirler. Bu nedenle, ağzının sıkı olması önemlidir. Bu tür ilişkiler zorlayıcıdır. Bu tür kişilerle bir kez evlenen, genellikle ikinci bir evlilikten korkar. Onlarla başının belaya girmemesi için, olayların kavga ve çatışmaya dönüşmemesi için duygularla değil, düşünerek hareket etmek gerekir. Öfkelendiğinde insanın aklı devre dışı kalır, duygular ve hisler ön plana çıkar. Bu da ses tonunun yükselmesine, gerilimlerin artmasına ve çatışmalara neden olabilir. Bu kişiler sabır taşıran tiplerdir ve karşı tarafın sınırlarını zorlarlar. Genellikle cinsel özgürlük ve tutkulu davranışlar sergilerler. Çarpıcı ve göz alıcı şekilde giyinirler, cinsel çekiciliklerini erkeklerin ilgisini çekmek için kullanırlar ve bu ilgiyi bir başarı olarak algılarlar. Tahrik edici tavırlarını onaylarsanız, bu davranışlar daha da artar.” dedi.
Hayatta herkesin sizi sevmesi mümkün değildir
Histriyonik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin çocukluk dönemlerine bakıldığında, aile içinde sevgi ayrımcılığı yaşadıklarının görüldüğünü de anlatan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ailede bir çocuk fazla sevilirken, diğer çocuk az sevilir. Bu durumlarda, az sevilen çocuk, ailede anneyle ya da babayla bir koalisyon kurmaya çalışır. Örneğin, bir kız çocuğu annesinin, başka bir çocuk babasının tarafını tutabilir. Bu durumda, çocuklar ebeveynlerinin sevgisini kazanmak için abartılı davranışlar sergilerler. Bu davranışlar onaylanıp ilgi gördüğünde pekişir. Ayrıca, çocuklukta aşırı sevgi gören ama disiplin konusunda tutarsız bir şekilde yetiştirilen çocuklarda da benzer sorunlar ortaya çıkar. Bu çocuklar sürekli sevgi arayışında olur, herkesin onları sevmesini beklerler. Ancak hayatta herkesin sizi sevmesi mümkün değildir. Bu durum, çocuğun aldığı aşırı sevginin bir sonucu olarak, sevgi odaklı bir yaklaşım geliştirmesine yol açar.” şeklinde konuştu.
Güvenli bir ilişki için sağlıklı bir iletişim şart!
Son zamanlarda, "sevgi, sevgi, sevgi" diyen psikolojik yaklaşımların sorgulandığına da işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Sevgi önemli bir unsurdur ama güvenli bir ilişki için sağlıklı bir iletişim de şarttır. İletişim sağlıklı değilse, bol sevgi bile güven oluşturmaz. Sabah ‘Seni çok seviyorum’ deyip, öğleden sonra ‘Allah belanı versin’ diyorsanız, bu tutarsızlık çocukta olumsuz etkilere yol açar. Tutarsız disiplin ve bol sevgi, çocuğun şımarık ve olgunlaşmamış bir birey olmasına neden olabilir. Bu kişiler, fiziksel olarak 20 yaşında olsalar da psikolojik olarak 10 yaşında gibidirler.” dedi.
Ön beyin yeterince olgunlaşamamış olabilir…
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, erkek ve kadın beyinleri arasında doğuştan gelen bazı biyolojik farklılıklar olduğunu kaydederek, şöyle devam etti:
“Duyguların ifadesi konusunda da bu farklılıklar belirgindir. Örneğin, erkekler nefretlerini 40 gün boyunca saklayabilirken, sevgilerini hemen ifade ederler. Kadınlar ise sevgilerini 40 gün boyunca saklayabilir, ancak nefretlerini bir gün bile saklayamazlar; hemen ifade etme eğilimindedirler. Bu eğilimler, aşırıya kaçtığında histriyonik özellikler gösterebilirler. Örneğin, eşi duygusal olarak bir gün suratı asık gezse, bu tür kişiler hemen negatif duygularını belirtebilirler. Beynin işleyişine baktığımızda, sol beyin mantık, muhakeme, analiz, konuşma ve hesaplama gibi işlevlerle ilişkilidir ve eril olarak nitelendirilir. Sağ beyin ise duygular, heyecanlar, müzik, sanat ve bütüncül düşünce gibi işlevlerle ilgilidir ve dişil olarak tanımlanır. Ön beyin, bu iki beyin yarıküresi arasındaki dengeyi sağlar. Bu denge, ergenlik dönemiyle birlikte yaklaşık 22 yaşında olgunlaşır. Ancak histriyonik özellikler taşıyan kişilerde, ön beyin yeterince olgunlaşamamış olabilir. Bu da düşünerek hareket etme yetisini zayıflatır ve kişinin duygularıyla, hisleriyle hareket etmesine neden olur.”
Bu kişiler sonunu düşünmeden hareket ediyor
Bu kişilerin genellikle isteklerinin peşinden koştuklarını ve sonunu düşünmeden hareket ettiklerini, bu durumun da onları bağımlılıklara yatkın hale getirdiğini ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sürekli istek peşinde koşmak, beynin bu şekilde programlanmasına yol açar. Bir istek bittiğinde yeni bir istek ortaya çıkar, bu da tatminsizlik ve belirsizlik yaratır. Belirsizlik ise kaygı ve anksiyetenin en büyük sebeplerinden biridir. Ancak, bir kişi isteklerinin peşinden koşmak yerine fikir ve ideallerine odaklanırsa, bu isteklerini yönetmesi daha kolay olur.” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Histriyonik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin yıllar ilerledikçe olgunlaştıklarını ama çok şey de kaybettiklerini söyledi.
Farkındalık, tedavi sürecinde kritik bir ilk adım
Histriyonik kişilik bozukluğuna sahip kişilere tanı koyma sürecinin, kişilik testleri ve klinik gözlemlerle gerçekleştirilebildiğini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bazı bireyler, ‘Ben böyleyim ama bundan memnun değilim’ diyebilirler. Eğer sonuçlar çocuksu bir seviyede çıkıyorsa, bunu bireyle yüzleştiriyoruz. Birey, kabul ederse, bu farkındalık yüzde 50 oranında bir düzelme sağlar. Farkındalık, tedavi sürecinde kritik bir ilk adımdır. Farkındalık geliştikten sonra, problem çözme yöntemleri üzerinde çalışıyoruz. Örneğin, bir çatışma çıktığında, bireyin tepkilerine bakıyoruz; eğer ben merkezci tepkiler veriyorsa, empati geliştirmeleri için çalışmalar yapıyoruz. Ayrıca, stres yönetimi üzerine de eğiliyoruz; stresle karşılaştıklarında kaçma eğiliminde olanlar için daha etkili başa çıkma yöntemleri öğretiyoruz. İletişim stilleri de genellikle yanlış olduğu için, bu kalıpları düzeltmeye yönelik çalışmalar yapıyoruz.
Eğer birey kendini değiştirmeye açıksa, çözüm mümkündür. Tüm bu süreçler, kişinin farkındalığı, iletişim tarzı ve problem çözme becerileri ile bağlantılıdır. Olgunlaşma süreci kolay değildir; insanlar genellikle deneme yanılma yoluyla bu süreci yaşar. Ancak akıllı bireyler, başkalarının tecrübelerinden faydalanarak kendilerini geliştirebilirler.” şeklinde sözlerini tamamladı.
Okunma : 703
ÜHA