Kadın programlarının kişi ve toplum üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çeken Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kadınların kadın kuşağı programlarının olumsuz etkisinde olduğunu söyledi. Kötülüğün tasvir edildiğini ifade ettiği bu programların kötülüğü sıradanlaştırıp, normalize ettiğini, çocuk ve ergen gibi saf zihinleri yanıltıp taklide özendirdiğini kaydeden Tarhan, kişiyi duyarsız ve kötücül yaptığını da sözlerine ekledi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, toplumda kadın farkındalığı konusunu değerlendirdi.
"Alışılmış ataerkil kültür içerisinde kadının çalışmasıyla oluşan bir kültür karmaşası, çatışması yaşanıyor”
Prof. Dr. Tarhan, kadınları geçmişte eşya gibi gören dönemler olduğunu ve kadınlara miras hakkı, boşanma hakkı ve sosyal hakların verildiği İslamiyet’in geldiği dönemi işaret ederek, “Daha sonra Mezopotamya kültürünün etkisinde kalarak o hakların bir kısmı İslam dünyasında kayboluyor ve daha sonra kadının özellikle endüstri devrimiyle birlikte iş hayatına katılmasıyla ilgili ciddi bir başlangıç yaşanıyor. Bu arada da o alışılmış ataerkil kültür içerisinde kadının çalışmasıyla oluşan bir kültür karmaşası, çatışması yaşanıyor. Ve yaşanan olaylar üzerine kadın haklarıyla ilgili hareketler başlıyor.” diye anlattı.
“Türkiye, Avrupa’dan daha önce bu hakları veriyor”
Kadının özgürleşme hareketinin 1960’tan sonra daha çok ön plana çıktığını dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Dünyada kadınla erkeğin toplumsal eşitliği seviyesine 1960’larda ancak gelinebiliyor. Amerika’da ‘Kadınların oy verme hakkına sayın başkanınız ne düşünüyor’ diye tartışmalar var 1917’de. Türkiye bu konuda Avrupa’dan daha önce bu hakları veriyor. İsviçre’de 1970’lerde oy verme hakkı veriliyor.” dedi.
“Kadın erkek ilişkileri, kadın erkek savaşlarına dönüştürüldü”
Kadınların sosyal hak ve fırsatlarda eşit olmayla ilgili çok mesafe aldığını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Ama bu konuda dünyadaki değişime hazır olmayan kültürler var. Bazı kültürlerde erkeklerin bu konuda hazır olmaması nedeniyle problem yaşanıyor. Ama diğer taraftan da bu iki uç arasında ifrat ve tefrit arasında da gidiliyor. 1960’ta başlayan haklı hareket olan kadının özgürleşmesi, feminist hareket, daha sonra 1970, 1980’li yıllarda bu sefer raydan çıktı. Kadın erkek ilişkileri, kadın erkek savaşlarına dönüştürüldü ve şu anda boşanma oranları bütün dünyada artık evlenme oranlarından çok daha fazla. İlk 5 yılda boşanma oranı Türkiye’de yüzde 38. Avrupa’da yüzde 60-70 civarında ve hatta evlenme de ciddi şekilde azaldı. Evlilik dışı çocuklar Avrupa’da birçok ülkede yüzde 50’nin üzerinde.” dedi.
“Kadın erkek güç savaşları, kişilik savaşlarına döndü”
Kadın erkek güç savaşlarının, kişilik savaşlarına döndüğünü de anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bu da aile kurumuna zarar verdi, o nedenle komplikasyon yaşanıyor. Yani annenin de babanın da iyi bir müdür olmak, iyi bir iş insanı olmaktan daha iyi bir şey yapması gerek. İyi bir çocuk yetiştirmek. İyi çocuk yetiştirmezseniz geleceğe yatırım yapılmamış olur. İnsan yetiştirmeyi küçümseyen bir uca doğru kayma eğilimi var, bunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Yani her zaman, her olayda olduğu gibi dozu önemli.” diye ifade etti.
“Kadın ve erkek hak ve fırsatlarda eşittir”
“Kadın ve erkek hak ve fırsatlarda eşittir, biyolojik olarak eşit değildir.” İfadelerini kullanan Prof. Dr. Tarhan, şunları söyledi:
“Çünkü biyolojik olarak kadının vücudunda dolaşan kan dört kilogramdır, erkekte altı kilogramdır. Onun için fiziksel performans eşit değildir, bu gibi biyolojik eşitsizlikler var, o biyolojinin gereği. Mesela empati duygusu açısından kadın erkekten daha öndedir. Konuşma becerisi yönünden erkekten daha öndedir. Biyolojik olarak eşit değil, farklı yaratılmışlardır. Bunu göz ardı ederek eşitliği sağlamak gerekiyor çünkü eşitlik her zaman adalete uygun olmuyor. Taşıyamayacağı bir yük vermek bir insana adil değil.”
“Toplumsal cinsiyet için de ‘kazanılan cinsiyet’ diyor. Toplum öğretiyor”
Prof. Dr. Tarhan, cinsiyeti üçe ayırmak gerektiğini kaydederek, “Birincisi biyolojik cinsiyet, doğuştan geliyor. Dünya Psikiyatri Birliğinin tanımlaması var, biyolojik cinsiyet için ‘atanan cinsiyet’ diyor. Toplumsal cinsiyet için de ‘kazanılan cinsiyet’ diyor. Toplum öğretiyor. Cinsel kimlik olarak bilinen kimlik. Üçüncüsü de cinsel yönelim.” dedi.
“Üçüncü cinsiyet geni yok. Biyolojik olarak kadın, erkek cinsiyeti var”
Cinsiyetin biyolojik mi, toplumsal mı olduğuyla ilgili 2019 yılında 477 bin kişi üzerinde Oxford, Harvard, Toronto ve Avusturalya’dan bir üniversitenin yaptığı büyük bir çalışmanın var olduğunu belirten Prof. Dr. Tarhan, “Dünyanın en büyük genetik çalışmasıdır o. Dergide yayımlandı. Orada üçüncü cinsiyet geni var mı diye araştırıldı. Üçüncü cinsiyet geni yok. Biyolojik olarak kadın cinsiyeti, erkek cinsiyeti hatta kromozom var, gen yok. Üçüncü cinsiyet geni bulunamadı. Kimi olgular var ama onlar hastalık kabul ediyor. Mesela hermafrodit de var. Hem kadın hem erkek organı var. Böyle doğuyor bebek, fark edilince, birini tercih ederse ameliyat ediliyor çocuk. O cinsiyette devam ediyor, fark edilmeden büyürse de daha sonra çocuk çift cinsiyetli oluyor.” diye konuştu.
“Kadının ötekileştirilmemesini tolere edemeyen toplumlarda kadına yönelik şiddet çok fazla”
Bir kadının sosyal hayatta, iş hayatında ve evinde kendini ikincil gibi görmemesi, ötekileştirilmiş gibi görmemesi, hissetmemesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Tarhan, “Bu konuda yapılan çalışmalar var, eskiye göre çok mesafe alındı. Kadının ötekileştirilmesi, ‘Sus sen kadınsın’ gibi şekilde yaklaşımlar azaldı ama bunu tolere edemeyen toplumlarda kadına yönelik şiddet çok fazla. Dünyada da kadına yönelik şiddette biz ön sıralardayız maalesef.” dedi.
“Kadına şiddeti önlemek için rehabilitasyon merkezleri kurulmalı…”
Prof. Dr. Tarhan, bir süre önce bir günde 8 kadının öldürüldüğünü hatırlatarak, “Çok üzücü bir durum. Bunlar klinik vakalar. Alkol var. Sadece olayları düzeltmeye çalışmak değil, önleyici sağlık da yapmak gerekiyor. Koruyucu ruh sağlığı açısından yaklaşmak gerekiyor, neden bu insan şiddet uyguluyor, bunu bilmek gerekiyor. Tüm dünyada kadın cinayetlerini azaltmak için sırf kanunlar çıkarılmıyor. Rehabilitasyon merkezleri de kuruluyor. Dünyada rehabilitasyon merkezlerine üç ay zorunlu yatış yapılıyor. Bizde bu rehabilitasyon merkezi kurulamadı.” şeklinde konuştu.
“Türkiye’de kadın erkek eşitliği kadına şiddeti azaltıcı etki yapmadı”
Ailede de arabulucuya ihtiyaç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tarhan, “Gaziantep Belediyesi bununla ilgili çok güzel bir çalışma yaptı, Aile Akademisi diye. Orada hukukçu da var. Hukuki danışmanlık, manevi danışmanlık, psikolojik danışmanlık gibi danışmanlıklar kuruldu. Eğitimli arabulucular yetiştirmek gerekiyor. Buda ayrı bir konu. Türkiye’de kadın-erkek eşitliği, kadına şiddeti azaltıcı etki yapmadı.” dedi.
“Ev kadınları dizi izleyip zamanlarını boşa harcıyor”
“Kadınların toplumsal sorunları içerisinde şu an da benim gördüğüm; ev kadınlarının dizi izleyip zamanlarını boşa harcamaları… Çeşitli dedikodu programları ile lüzumsuz programlara vakit harcamaları. Kadın kuşağı programlarında kötülük tasvir ediliyor. Bunun kişiye üç zararı var. Birincisi kötülüğü sıradanlaştırıyor, normalize ediyor. İkincisi saf zihinleri; çocuk ve ergenleri yanıltıp taklide özendiriyor, öykündürüyor. Üçüncüsü de kötü şeyleri seyirden zevk almak bir hastalıktır. Sadomazohizmdir… Kişiyi hem duyarsız hem de kötücül yapar…” diyen Prof. Dr. Tarhan, “Kadınlar onlar yerine dernek faaliyetine girsinler. Sosyal sorumluluk faaliyetine girsinler. Böyle bir şeyler yapsalar çok daha iyi olur. Türkiye’deki kadınlar hastalık derecesinde kadın kuşağı programlarının olumsuz etkisinde.” diye kaydetti.
Çalışan kadınların o tür programları çok izlemediğini ilgi de duymadığını çünkü meşgul olduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bence zamanını ve enerjisini bu tarz programlara harcamak yerine topluma katkı sağlayacak, insanlığın yararına, kendini aşacak bir şeyler yapmaya yönlendirmesi daha iyi diye düşünüyorum.” şeklinde sözlerini tamamladı.
Okunma : 947
ÜHA