Haz odaklı yaşam, psikolojik çürümenin kapısını aralıyor!
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türk Havayolları Havacılık Akademisi tarafından düzenlenen ‘Ustalarla Sohbetler’ programına katıldı. “Değişen Dünyada İnsan” başlığında konuşan Tarhan, modern yaşamın maddi refahı artırmasına rağmen psikolojik refahı sağlamadığını, sosyal çürüme ve psikiyatrik vakaların arttığını vurguladı. Tarhan, aynı zamanda yapay zekanın özdenetimi zayıf kişiler üzerinde manipülatif etkiler yaratabileceğini belirtti. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kaygı ve stresle başa çıkmada farkındalık ve durum analizi yapmanın önemine dikkat çekerken manevi boşluk, aile değerlerinin korunması ve ergenlerle sağlıklı iletişim gibi konularda önerilerde bulundu. Tarhan, insanların kendini aşarak gerçek mutluluğa ulaşabileceğini ve uzun vadeli hedeflere odaklanmanın serotonerjik sistemi harekete geçirdiğini de aktardı.
Türk Havayolları Genel Müdürlüğünde düzenlenen programa THY ailesinin üyeleri yoğun ilgi gösterdi.
“Modernizm yağmur ekti, fırtına biçiyor”
İnsani değerlerde çürümenin başladığını söyleyen Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Şu anda küresel istatistiklere baktığımızda şiddet olayları, intiharlar, boşanmalar, depresyon artıyor. Yani ciddi şekilde görüyoruz ki maddi refaha paralel olarak psikolojik refah maalesef sağlanamıyor. Mutluluk ölçümleri yapılıyor, trendlere bakılıyor. Bu trendlerde sosyal bir çürümenin yaşandığı görülüyor. Peki, bu sosyal çürüme neden var? Neden psikiyatrik vakalar artıyor? Neden şiddet artıyor? Teknoloji geldi, hayat kolaylaştı ama buna paralel insani değerlerde bir yozlaşma bir çürüme var. Bu konu artık bilimin çözüm üretmeye çalıştığı ciddi bir alan haline geldi. Yani modernizm, adeta yağmur ekti ama fırtına biçiyor. Batı kültürünün dışarıdan gösterişli görünen yapısının içten çürüdüğünü görüyoruz. Bizim de küresel çözümler üretmemiz gerekiyor çünkü bu hastalık bize de bulaştı. Son 10 yıldır biz de hızla sosyal çözülme yaşıyoruz. Hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda… Hayat kolaylaştı, hızlandı ve hazza daha çok odaklanır olduk. Bir de insanın içindeki biyolojik zaaflar var. Hepimizde mevcut. Mesela haz ve dopamin tutkusu biyolojik bir zaaftır. İnsan dopamini gördüğü anda kontrolünü kaybediyor. Bu ne demek? Bağımlılık demek. Haz odaklı yaşam demek. Modern insan dopamin odaklı yaşamayı seçti. Kapital kültür bunu öğretti. Kapital kültür, küresel bir kimlik inşa etti ve bu kimlik bize ‘Yaşamın amacı hazdır. Hazza ulaşmak için her şey serbesttir.’ diyor. Bu noktada haz odaklı yaşam psikolojik çürümenin kapısını aralıyor.” diyerek sözlerine başladı.
Yapay zeka psikozuna dikkat!
Yapay zeka konusundaki soruya da cevap veren Tarhan, özdenetime sahip olmayan kişilerin yapay zekanın manipülasyonuna uğradığını kaydetti. Tarhan; “Yapay zekaya karşıtlık çok anlamsız hatta saçma. Çünkü yapay zeka bir teknoloji. Teknolojinin kendisi bizatihi tarafsızdır. İyi amaçla kullanırsan güzel sonuçlar ortaya çıkarır, yanlış amaçla kullanırsan seni perişan eder. Şu anda özellikle gençler ve ruh sağlığı kırılgan kişiler yapay zekaya fazla kendini kaptırınca yapay zeka psikozu dediğimiz bir durum ortaya çıkmaya başladı. Halüsinasyon öğretiyor, kişiyi yönlendiriyor. Hatta intihar eden vakalar var ve bunlar yayınlanmış, literatüre girmiş durumda. Yapay zeka o kadar ustalaşmış ki… Karşısındaki kişi kontrolü kaybederse yapay zeka ona adeta çocuk muamelesi yapıyor. Bir annenin çocuğunu yönetmesi gibi yönlendiriyor, hoşuna gidecek şeyler söylüyor, düşündürecek şeyler veriyor ve kişiyi yönlendiriyor. Eşinden boşandırdığı örnekler bile var. Bu çok tehlikeli ama biz çoğu zaman farkında olmuyoruz. Çünkü yapay zeka cazip bir şey, insanı içine çekiyor. Eğer kişi öz disipline sahip değilse iç denetimini yapamıyorsa yapay zeka onu çok kolay manipüle edebiliyor.” ifadelerini kullandı.
‘Marka tutkunu değilsen değersizsin’ anlayışı yaygınlaşıyor!
Kapitalist sistemin tüketime teşvik ettiğini belirten Tarhan; “Haz ve hız çağının ikinci bir yönü de tüketim çağı olmasıdır. Kapitalist metodoloji üretimi, üretimin artmasıyla değil tüketimin artmasıyla artırmaya çalışıyor. Tüketim arttığında rekabet de artıyor. Rekabetin olduğu yerde ise marka, statü ve ünlü olma üzerinden küresel bir kutsal üçlü oluşturulmuş durumda. Kapitalist sistem bunu ego ideali olarak sunuyor ve insanları bu şekilde manipüle ediyor. Marka tutkusu ortaya çıkıyor. ‘Marka tutkunu değilsen değersizsin.’ anlayışı yaygınlaşıyor. Bu nedenle Amerika’da Narsisizm Epidemisi başlıklı kitap yayımlandı. Çünkü narsisizm küresel bir sorun haline geldi. Kapitalist sistem, çalışkan ve üretken olmak için önde olmalısın diyor. Yedi kişinin yarıştığı bir ortamda ilk üçe girmen gerektiğini öğretiyor. Sonuçta on kişiden üçü başarılı olurken yedisi mutsuz oluyor. Bu sistem insan ruh sağlığına faydalı bir sistem değil. Bir sistem en azından toplumun yüzde 70-80’ini mutlu edebilmeli. Kapitalist öğreti ise böyle değil. Kapitalist sistem, daha çok güç odaklı kişilere hizmet eden bir yapı. Biz de bu kapitalist ahlakı satın alırsak onun kurbanı oluruz.” şeklinde konuştu.
“Narsisizm aslında her insanda var”
Narsisizm konusuna da dikkat çeken Tarhan, narsisizmin doğru kullanılması gerektiğini vurguladı. Tarhan; “Bu çağ egoyu çok şişirdiği için insanların en büyük organı egosu oldu. Bununla ilgili İmam Gazali’nin bir sözüne rastlamıştım. Kendisine soruyorlar ‘Bir insanın bu dünyada başarılı olması için ne yapması lazım?’ diyorlar. Gazali diyor ki ‘Kibri terk etmesi lazım.’ ‘Peki ahirette başarılı olması için ne yapması lazım?’ diyorlar. Yine aynı cevabı veriyor ‘Kibri terk etmesi lazım.’ Kibir dediğimiz şey aslında narsisizmdir. Egosunu, kendini büyük görmek, özel, önemli, üstün görmek… Böyle düşünen kişi eleştiriye kendini kapatır, kendisini yeryüzü tanrısı gibi görür. Psikanalizde buna omnipotans duygusu deniyor. Kendisini kadir-i mutlak gibi her şeyi yapan çok güçlü biri gibi hisseder. Çocuğuna hükmeder, çevresindekilere hükmeder, herkesin onu dinlemek zorunda olduğunu düşünür. Bu tutum, insana büyük hatalar yaptırır. Özellikle yöneticilerin en çok hata yapmasına sebep olan şey budur. Her anne bir liderdir her baba bir liderdir herkes kendi hayatının lideridir. Narsisizm aslında her insanda vardır. İnsan doğasında var olan bir iç çekirdektir. Tıpkı nükleer enerji gibidir. Doğru kullanılırsa faydalıdır. İnsan kendini tanır, kendine saygı duyar, özgüveni olur. Ancak eleştiriye kendini kapatırsa narsisizm patolojiye dönüşür.” ifadelerini kullandı.
“Aile değerlerimiz ne kadar sarsılsa da onları korumayı başarıyoruz”
Aile yapısında yaşanan savrulmanın kültürel bağlarla korunduğunu ifade eden Tarhan; “Biz kültür olarak aile değerlerimiz ne kadar sarsılsa da onları korumayı başarıyoruz. Batılı sosyolog Türkiye’de aile araştırması yapıyor. Çekirdek aile mi, geniş aile mi diye bakıyor. Fakat görüyor ki Türkiye’deki aile, geniş aile kavramına da uymuyor, çekirdek aile kavramına da… Bir apartmanda herkes çekirdek aile gibi yaşıyor ama bütün apartman akraba. Yabancı gelmese bile birçok noktada akrabalık ilişkileri kuruluyor. Hatta sosyolog ‘Türkiye, çekirdek aile konfederasyonu olmuş.’ diyor. Yani kendi ara çözümümüzü üretmişiz. Buna müzik üzerinden de bir örnek verilebilir. Arabesk müzik Osmanlı döneminde yaygın değilken, Cumhuriyet döneminde neden bu kadar yayıldı? Çünkü Türkiye’de halk müziği ve Türk sanat müziği 1950’lere kadar yasaklanıyor. Yasaklanınca halk, radyolardan Arap müziği dinlemeye başlıyor ve o müzik zamanla kültürel hale geliyor. Sadece Urfa’da var olan bir müzik, Türkiye’nin genel müziği haline dönüşüyor. Yani baskılar, karşıtını besliyor. Ailede de durum böyledir. Çocuğa baskı uygulandıkça çocuk ters yöne yöneliyor. Aile içi ilişkilerde otoriter ve totaliter yöntemler karşıtını doğuruyor. Bunu bilmek gerekir. Kültürel anlamda da benzer bir durum söz konusu. Biz şu anda aile yapısında bir savrulma yaşıyoruz ama kültürel kodlarımız hala korunuyor.” şeklinde konuştu.
“Bu çağın hastalıklarından biri manevi boşluk…”
İnsanın kendini aştığında gerçek mutluluğu yakalayabileceğini söyleyen Tarhan; “Bu çağın hastalıklarından biri de manevi boşluktur. Aristoteles mutluluğu ikiye ayırmıştı. Maslow ise buna üçüncü bir boyut ekledi. Birincisi haz mutluluğu, ikincisi anlam mutluluğu, üçüncüsü ise transandantal mutluluk yani kendini aşma mutluluğudur. İnsan kendini aşarsa ideal mutluluğu yakalar. Örneğin insanın müziğe, sanata bir anlam yüklemesi hayatında bir anlam peşinde koşması onu mutlu eder. Ancak insanın ölümü ve ölüm sonrasını da açıklaması gerekir. Maslow’un psikososyal ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesinde başlangıçta kendini gerçekleştirme vardı. Fakat daha sonra Maslow bunun üzerine self-transandantalizmi yani kendini aşmayı koydu. Kendini aşabilen başkalarına yardım edebilen kişidir. Manevi kelimesi Arapçada anlamsal demektir. Aslında yapılan işe anlam yüklemektir, hayata ve varoluşa anlam yüklemektir. ‘Bu dünyada niçin varım?’ sorusuna anlam yüklemezse insan savrulur. Çünkü insan dışında hiçbir canlıda anlam arayışı yoktur. Gençler bu soruları soruyor, sorguluyorlar. Biz onlara din ve bilimi sentezlediğimiz zaman hakikati gösterebiliriz. Çünkü pozitif bilimler de din bilimleri de aynı hakikatin iki dalıdır. Birbirinin rakibi değil birbirinin tamamlayıcısıdır.” dedi.
“Akış duygusuyla yapılan iş yük olmaktan çıkar”
Takım çalışmasının olduğu yerde stres seviyesinin az olacağını belirten Tarhan; “Kariyer baskısı, özellikle iş yerlerinde en çok görülen grup streslerinden biridir. Kapital sistemin ‘Üret, kazan, tüket.’ çarkı nedeniyle ‘Ne kadar çok üretirsen o kadar değerlisin.’ anlayışı ortaya çıktı. Hatta değerlilik ölçüsü, ne kadar tükettiğin üzerinden şekillenmeye başladı. Bu da kariyer baskısını artırıyor. Danışmanlık hizmetlerinde bu noktada en önemli faktör liderliktir. Eğer liderlik iyiyse kucaklayıcı bir liderlik anlayışı varsa bire bir ilişki kurulabiliyor ve insanlar sorunlarını içlerine atmak yerine konuşabiliyor. Böyle olunca çözüm daha kolay oluyor. Takım çalışmasının olduğu kurumlarda ise stres, grup anlamında ve kurumsal düzeyde azalır. Bireysel anlamda ise insan yaptığı işten zevk alıyorsa strese girmez. Eğer işi akış duygusuyla yapıyorsa yani kendini kaptırınca saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorsa o iş artık yük olmaktan çıkar.” ifadelerini kullandı.
“Uzun vadeli hedeflere odaklanabilen kişi serotonerjik sistemi harekete geçirir”
Doyum erteleme becerisinin önemine dikkat çeken Tarhan; “Hayatta iki tür anlam vardır. Maddesel anlamlar ve manasal anlamlar. Somut anlam, evim olsun, arabam olsun gibi ihtiyaç ve arzularla ilgilidir. Fakat sanat, müzik ya da akademik başarı da bir anlam biçimidir. Örneğin, bir öğrencinin üniversite sınavına hazırlanması haz odaklı bir süreçtir fakat bu geleceğe yönelik bir doyum erteleme becerisi kazandırır. Doyum ertelemek gelecekteki ödülleri düşünebilmektir. Kısa vadeli hazzı reddedip uzun vadeli hedeflere odaklanabilen kişi, beyindeki serotonerjik sistemi harekete geçirir. Böylece elde edilen haz daha kalıcı ve sürdürülebilir olur. Anında haz, dopaminle ilgilidir. Örneğin, bir çocuk çikolata istediğinde anne hemen verirse çocuk anlık dopaminle tatmin olur. Ancak bu, çocuğun sabır geliştirmesini engeller. Anne, ‘Önce dersini bitir, sonra çikolatayı alacaksın.’ derse çocuk derse çalışırken gelecekteki ödülü düşünür. Bu da serotonerjik sistemi güçlendirir ve çocuğun ödül için sabretme becerisini artırır.” şeklinde konuştu.
“Ergenlerle çatışmada kaybeden büyükler oluyor”
Katılımcılardan gelen soruları da cevaplayan Tarhan, ergenlerle iyi iletişim kurulması gerektiğine dikkat çekti. Tarhan; “Ergen bir evlat sahibi olmak gerçekten büyük bir imtihan. Z kuşağı ergenler benmerkezci, konformist oluyor ve çok şey denemek istiyorlar. Her şeyi sorguluyorlar. Onlarla iyi ilişki kurarsak, evi güven alanı haline getirirsek ve evi severlerse hata yapsalar bile tekrar eve dönerler. Bizim en çok rastladığımız ergen sorunlarında, anne-çocuk veya baba-çocuk çatışmaları varsa kaybeden genellikle büyükler oluyor. Çocuğuyla savaşa giren bir insan o savaşı kaybeder. Bu yüzden çocuğumuzla hatta eşimizle bile savaşmayacağız onunla hayat yolunda yol arkadaşı olacağız. Çocuğumuza nasihat veya konferans vermek yerine iyi örnek olacağız. Buyruk ve emir vermek yerine seçenek sunacağız. Mesela, ‘Al şu tişörtü giy!’ demek yerine dört-beş tişört çıkartacağız ve en cazip olanını seçmesini isteyeceğiz. Ona ‘İstediğini seç.’ diyeceğiz. Çocuk bunu yaparak ‘Ben yaptım.’ duygusunu yaşayacak ve özerkliğini tatmin edecek. Anne ve baba da kontrolü kaybetmeyecek. Bunlar gibi basit yöntemlerle ego savaşlarına girmeyin kaybedersiniz.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Tarhan okuyucularına kitaplarını da imzaladı…
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist, Yazar Prof. Dr. Nevzat Tarhan söyleşinin ardından kaleme aldığı eserlerini katılımcılar için imzaladı.
Samimi ortamda gerçekleşen kitap imza töreni renkli anlara şahitlik etti.