Biyolojik ihtiyacımız bizi evlenmeye yöneltir. Genlerimizin bizi evlenmeye sevk ettiğini bilmeliyiz. Bu olgu insan neslinin devamı içindir. Genlerimizde, en iyi adayı bulmak, onunla birlikte yaşamak ve çocuk meydana getirmek gibi bir talimatname vardır.
Ayrıca psikososyal ihtiyaçlar da ancak evlilikle karşılanabilir. Onun dışında bu ihtiyaçları tam olarak karşılamak mümkün değildir. Ancak, doğa gereği olan evlenme kuralının da istisnası vardır. Evlilik kültürel bir olgudur Eğer kişi, ilgi ve zevk alanlarını çeşitli hale getirebilir, hormonlarını % 30-40 oranında kontrol edebilirse, kendini evlenmeden de mutlu edebilir.
İnsanlar modernitenin değerlerini ne derece benimserse, evlilik kurumuna olan bağları da o kadar zayıflar. Modernizm evli çiftlere ‘özgür yaşa, bağımsız ol, canının istediğini yap, çocuk seni engeller’ tarzında bir mesaj vermiştir.
Meselâ kadın, fizikî özelliklerinin aşırı yüceltilmesi sonucu, bu görüntüsünü kaybedince kendini çok kötü hisseder. Evlilik ise kadını fiziksel olarak yıpratır. O bu durumda, çocuk doğurması sonucunda oluşacak beden yıpranmasını düşünerek, kadınsı özelliklerini kaybetmemek ve aşınmamak maksadıyla annelik rolünden kaçınır. Meselâ bazı kadınlar, doğumdan sonra göğüslerinin bozulmaması için çocuklarını emzirmezler. Çocuk sahibi olmayı istememe de aynı düşüncenin bir sonucu, modernitenin sunduğu modellerin birer uzantısıdır.
Hattâ aileler, kız çocuklarının meslek sahibi olmasını, kocasıyla geçinemezse boşanabilmesi için istemektedir. Onların eğitimine bu kadar önem verilmesinin sebeplerinden biridir bu. Böyle bir düşüncenin arkasında da bencil olmaya yapılan özendirme sözkonusudur. Savunma silahı olarak düşünülen bu durumun evlilik kurumuna sağladığı fayda tartışılır. Bu niyet ve amaçlar evlilik bağını zayıflatmaktadır.
Gençlere, ‘ evlendikten sonra ne kendini ezdir, ne de karşı tarafı ez; evlilik bağlarını güçlendirmeye çalış!’ fikri aşılanmalıdır. Bizim kültürümüzde, evlenilen insanın ailesine ‘kaim valide ve kaim peder’ denilir. Bu tabir, ‘anne ya da baba yerine geçen’ anlamına gelir. Kayınvalide ve kayınpeder, oğlunu evlendirdiği kişiyi kızı gibi görmelidir. Büyükler, gelin ne kadar yanlış yaparsa yapsın, kendi kızında hissettiği duyguları hissetmeli, hak duygusunu elden bırakmamalıdır. Aksi halde, ‘geçinemezse, bırakır gider’ düşüncesi, karşı tarafta kendini gerçekleştiren bir ön kabul olur. Şimdi bu insanların yerini; gelinini kızı, damadını oğlu yerine koyamayan aile büyükleri almaktadır. Bu bağlar zayıfladığından, evlilikler de zayıflamaktadır.
Psikolojinin gizli yasalarından bir tanesi: ‘İnsan, neye inanırsa ona göre davranır’ kuralıdır.
Meselâ kişi birini kötü kabul ettiği zaman, farkında olmadan ona kötü davranmaya başlar, karşıdaki de fark etmeden olumsuz tepkiler verir. İnsanlar kötü olmadığı halde ilişkiler kötüleşir, muhatabı birden kişinin düşmanı oluverir. Burada anne babanın, gelin ya da damadı kendi evlatları yerine ikame edememesinin getirdiği hoşnutsuzluk vardır.
Bu noktada boşanmaların artması sadece bir sonuçtur. Bu olgular, pek çok kavramın zayıflamasının, toplumsal bağların ve insandaki erdemlerin azalmasının, ahlakî çöküntünün ve kişilerin şekle fazla önem vermesinin neticesidir. İnsanlar çok güzel giyinmelerine rağmen, gönülleri zayıflamıştır. Öncelikler değişince de boşanmalar, evlilikten korkmalar ve çok eşliliklerin sayısı artmaktadır. İnsanımız Batı’nın iyi değerlerini alırken maalesef hastalıklarını da almıştır.
Okunma : 6582