Prof. Dr. Nevzat Tahran mutluluğun sırlarını ve nasıl mutlu olacağımızı anlattı.
Prof. Dr. Nevzat Tahran mutluluğun sırlarını ve nasıl mutlu olacağımızı Türkiye Gazetesi’nden Betül Altınbaşak’ın Pazar Kahvesi köşesinde anlattı.
İşte o yazı:
Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişinin mutlu olmayı zihninde başarması önemli. Kimisi zindanda mutlu olmayı başarırken kimisi saraylarda mutsuz oluyor” diyor. Tarhan’a göre küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmek lazım. Mesela çay içerken ya da çocuğunu severken...
Son günlerde yaşanan deprem, terör ve sosyal çekişmeler insanları toplumsal olarak mutlu olup olmadığımızı tartışmaya itti. Artık korkularımızı, kaygılarımızı daha çok dillendirir olduk... Ebeveyn çocuklarından, çocuklar anne-babasından, öğrenci okulundan, çalışan iş yerinden, bir gün devletten, öteki gün medyadan... Hasılı hepimiz birbirimizden şikayet eder olduk. Peki ama neden? Sürekli artan bu hoşnutsuzluğun sebebi ne? Bu soruyu gittim, NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi’nde, nöropsikiyatrinin ülkemizdeki en muteber temsilcilerinden birine Prof. Dr. Nevzat TARHAN hocamıza sordum. Şayet siz de artan hoşnutsuzluğumuzdan dertliyseniz sohbetimizi dikkatle okumanızı dilerim.
Hocam toplum olarak ruh sağlığımız bozuldu sanki, küçük şeylerden mutlu olmayı başaramıyor muyuz artık?
Toplum ruh sağlığının bozulmasının nedeni değerlerin bozulması. Popüler psikoloji bunu “kötü dünya sendromu” olarak tanımlıyor. Bunun üç sebebi var. Ekonomik olarak eskiye göre refah varken, şiddet artıyor, ölümler, hava kirliliği, elektro manyetik kirlilik var diyerek insanda korku oluşuyor. İkinci bir problem de duyarsızlık. Modernizmin getirdiği bir çok kolaylıkla beraber kaybolan değerlere de önem verilirse insanlık mutluluk yönünden yeniden kendi baharını oluşturabilir. Bir de bireysel huzur tabii ki... Eskiden yukarıdan aşağı düzelmeyi önemseyen, bireyi değil toplumu değerli tutan bir anlayış vardı. Şimdi bu anlayış yerini “bireyi mutlu edersen toplum da mutlu olur”a bıraktı. Artık psikoloji bireyi düzeltmeye çalışıyor. Çünkü ferdi istatistiklere bakıldığında şiddetin, intiharların, korku ve kaygıların arttığı görülüyor.
Bu kaygıların sebebi nedir?
İnsanı olumsuz etkileyen dört negatif duygu vardır. Kin, öfke, nefret ve düşmanlık... Beyin bu duygular devreye girdiğinde kendine özel, asidik kimyasallar salgılıyor ve bu salgı kana karışıyor. Bu salgı korkuyla ilgili olursa tansiyonu düşüyor, eğer öfkeyle ilgili kimyasal salgılandıysa tansiyon yükseliyor saldırganlık ortaya çıkıyor. Amerika’da çok popüler bir kitap var; “Zebra Neden Ülser Olmaz” Cevabı da basit. Zebralar sürü halinde yaşar, en büyük düşmanları da aslan... Aslan saldırınca zebra sürünün arasına karışıp kendini koruyor ve rahatlıyor. Tehlike geçtikten sonra da bu korkudan eser kalmıyor. Oysa insan öyle mi? Bir kere korkmaya görsün, kolay kolay unutamıyor. Ya ölürsem, ya deprem olursa, ya çocuğumu trafik kazasında kaybedersem. Beyninde bitiremiyor korkuyu... Bir çok psikosomatik hastalık böyle çıkıyor. Beyin çalışmaları bunu doğruluyor. Beynin ön bölgesi yönetici kısmıdır ve mesele bu kısmı nasıl eğitiriz? Mutluluk bilimi bunu araştırıyor. İnsan böylece zaman yönetimi, stres yönetimi gibi bir çok şeyi öğreniyor.
TEMEL İHTİYAÇ GÜVEN HİSSİ
Öte yandan güven duygumuzu da kaybediyoruz. Deprem, terör, sosyal çekişmeler...
Eskiden insan için temel duygunun sevgi olduğu söyleniyordu ama anlaşıldı ki insanın temel ihtiyacı güven hissi. Sevgi güven sağlıyorsa doğru bir sevgidir. İnsan kendini güvende hissederse mutludur, zira beyni sürekli korunma halinde çalışan kişi mutlu olamıyor. Böyle durumda beyin asit özellikli stres hormonu salgılıyor. Vücudu yıpratıyor bu durum. Ama kişi kendini güvende hissettiği zaman beyin mutlulukla ilgili hormonlar salgılıyor. Evinde, iş yerinde, geleceğini güvende hissettiği zaman bir insan o güven duygusuyla mutlu oluyor. Güven duygusu da sosyal bir duygu.
Kişinin tek başına yapabileceği bir şey değil. Bir yapının, ailenin toplumun parçası olunca anlam kazanıyor. Güven duygusu bu nedenle birlikte paylaşarak oluşabilen bir duygu. Bahsettiğiniz, terör, afet gibi kriz durumlarında aynısı söz konusu. İnsanlar güvenecekleri bir merci arıyor. Panik olmaması için insanların iyi bir lidere ihtiyacı vardır. Kriz anlarında ailede, mahallede kanaat önderi gibi kişiler sağlıklı davranışlar sergilerlerse orada güven oluşuyor, krizler sakinleşiyor. Mesela Van’daki en önemli problem Belediye Başkanı ile Valinin uyumlu çalışamaması... Halkta güven oluşmadı. Evlilikte de durum bu... Bilinenin aksine aşk tek başına mutluluk için yetmiyor. Karşılıklı dayanışma güven duygusunu doğuruyor. Güven de aşkı yaşatıyor.
BASINA BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR
Çocuklarımız çok kıymetli diyoruz, ama kavgalarımızın tam da ortasında tuttuğumuzu çok zaman fark etmiyoruz bile, onları nasıl koruyabiliriz?
Çocuklar genellikle yetişkin davranışlarına bakarlar. Onlarda kaygı, panik varsa çocukda ikinci travma oluyor. Anne baba davranışlarını düzelttiğimiz zaman çocuk davranışları da düzeliyor. Anne baba üzerinden giderek mutlu çocuklar yetiştirebiliriz. Mutlu anne babalar mutlu çocuklar yetiştirir. Burada basına da iş düşüyor, küçük bir olayı alıp çarpıcı bir haber olarak önümüze sunuyorlar. Mecliste on oturum sorunsuz geçer, kimse duymaz; bir oturum da olay çıkar sanki hep böyleymiş gibi akşam haberlerinde izleriz. Oysa çocukların, aileden, toplumdan, idarecilerden yana her zaman ümitli olmasını sağlamalıyız.
Korku ve kaygı durumlarında inanç sistemlerinin de katkısı var değil mi?
Elbette, var. Melekler, kişinin yaratıcıya kavuşması gibi manevi değerler ölüm konusunda çözüm üreten kaynaklardır. Çünkü kendi acizliğini, güçsüzlüğünü görür insanlar felaket olaylarında. Kalp krizlerinde de vücuduna hakim olamadığını görür insan. İşte bu noktada zihinsel bir sığınak, psikolojik bir destek arar insan.
BİLİM ADAMLARI ARAŞTIRIYOR
Mutluluk biliminden bahsettiniz. Mutluluğun bilimsel bir tabanı mı var ?
Evet, bilim adamları son zamanlarda, toplumların refah düzeyi artmasına rağmen, bireysel olarak huzurun neden artmadığını araştırıyor. Hatta bu nedenle ilk defa geçen yıl Philedelphia’da bir mutluluk okulu kuruldu ve ilk kongresi yapıldı, pozitif psikoloji kongresi... Amerika’da halk dünya standartlarının üstünde yaşıyor. Ancak buna rağmen boşanmalar, çocuk suçları, ileri yaş yalnızlığı artıyor. New York Üniversitesi Adli Psikiyatri Bölümü psikiyatrinin kötülüğü tanıma yeteneğini bulmak için ahlaka aykırılık ölçeği geliştirdi. İnsan neden hâlâ mutlu değil, neden bunca gelişmişliğe rağmen suç işliyor bu sorulara cevap arıyor.
Mutluluk nedir diye sorulduğunda insanla ilgili üç tip uyumdan bahsedilir. Kendi iç dünyasında uyumu, sosyal ve aile çevresindeki uyumu ve mesleki alandaki uyumu. Kişi bu üç alanda uyum yakalayabiliyorsa mutlu olabiliyor. Bu uyumun yakalanabilmesi için de iki tip mutluluk var. Bir tanesi batı kaynaklı kapitalist sistemin insanlara pompaladığı istediklerine sahip olabiliyorsan mutlusundur yaklaşımı. Tamamen tüketime dayalı... Evim olsun, bir de arabam olsun, param olsun... Varsa mutlusun, yoksa değilsin. Fakat insanlar bu anlayışa karşı gelmeye başladı. 99 Hareketi, Wall Street yürüyüşü, Londra İşgali bunun içindir. Oysa mutluluk maddi değil, psikolojik bir birikimdir, üretilebilir. Mutlu olabilmek için, özbilinç, özyönetim, sosyal bilinç, ilişki yönetimi gibi konularda kendimizi geliştirmeliyiz. Mevlana’nın bahsettiği nefis terbiyesi, insanın kendini tanıması gibi...
Peki nasıl mutlu olacağız, iyi insan olmak mıdır mutluluğun anahtarı?
İyi insan olmak gerekir elbette ama mutlu olmak için tek başına yetmez. İlkeleri olan insan olmak önemlidir. Yoksa herkes ona iyi insan desin diye sürekli kendinden taviz veren insan da mutsuz oluyor. Bazen insan başkalarını mutlu ederek mutlu olmaya çalışırken, kendine haksızlık ediyor, kendini hep ikinci planda tutarak izlenen bir yaklaşımda mutluluğu getirmiyor. Bir süre sonra “bu kadar verdim, insanlar hep nankör, karşılığında ne gördüm” diye hayıflanmalar başlıyor ve yine mutsuz oluyor. Bu nedenle kişi kendini de bir birey olarak görmeli, kendiyle ilgili haklarını da göz ardı etmemelidir. Kişinin mutlu olmayı zihninde başarması önemli. Kimisi zindan da mutlu olmayı başarırken kimisi saraylarda mutsuz oluyor. Küçük şeylerden, sıradan şeylerden mutlu olmayı öğrenmek lazım. Mesela çay içmekten, çocuğunu sevmekten mutlu olmak... Vererek mutlu olmayı öğrenmek lazım. İnsanlar birebir birbirlerine iyilik yaparlarsa toplumda barışçıl duygular artar. Bu şekilde mutluluk üretilir ve mutlu toplumlar oluşur.
HAYAT BİR YOLCULUKTUR
Son olarak hayattan ne anlamalıyız?
Dünya hayatı sonsuzluğun içindeki bir düz çizgide açılmış bir parantezdir. Hayat bir yolculuktur. Şu anda yolculuğun bir dönemindeyiz. Bu dönemde sahip olduklarımızla bu hayatın kontrolünü ne kadar sağlayabiliyoruz bu önemli. Hedefimiz, yol haritamız var mı bu önemli. Ölüm bu yolculuğun neresi onu bilmek lazım.
Ölümü bu yolculuğun sonu gibi görürseniz o zaman yaşamın anlamı kalmıyor. Öldükten sonraki yaşama inanmayan öğretilerde kişi elli yaşına geldikten sonra bütün kazandıklarını harcamaya başlıyor. O zaman da boşluğa düşüyor.
Ölümden sonra tasavvur gelişmediği zaman insanlar mutlu olamıyor. Materyalist düşüncede ölümden sonra hayat yok ve bu yolda giden bir çok insan boşluğa düşüyor ya da hastalık anlarında inanacak bir şey arıyor. Yok olma insanın doğasına göre değil çünkü. İnsan yaşlandıkça yaşama arzusu artıyor, yok olmaktan korku başlıyor. Ölümün belirsiz olması iyi bir şeydir. Mutluluk okulu ölümü nasıl ele almalı dediğinde yine son sözü inanç sistemlerine bırakıyor. Dolayısıyla inanç önemli. İnanç dayanağı olan insanlar daha rahat ayakta dururlar. Onun için mesela birçok kalp cerrahı dua eden insanları severler. Çünkü onların beyni felaket duygusu üreten hormonlar üretmez.
TÜRKİYE GAZETESİ
Okunma : 8215