TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

“Depresyondan korunmak için dünyayı değiştirmek yerine kendinizi değiştirin!"

Depresyon, çağımızın hastalığı. Bununla beraber postmodern dönem bağlanma problemlerini tetikliyor. Peki ruh sağlığımızı korumak nasıl mümkün? Maneviyatın psikolojiye etkileri neler? Tüm bu soruları ve daha fazlasını ömrünün yarısını psikoloji bilimine adamış bilim insanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a sorduk.

“Depresyondan korunmak için dünyayı değiştirmek yerine kendinizi değiştirin!

Kısa süreli ilişkiler veya bağımlı beraberlikler... Sürekli üzüntülü olma durumunun adı depresyon mu? Ne zaman harekete geçmeli? Tüm bu soruları ve daha fazlasını 70 'e yakın makalesi olan psikolojinin babası Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocamıza sorduk. İşte detaylar...

Aksam.com'dan Sena Parlar'a önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, depresyondan korunmanın ilk yolunun hayata bakış açısını değiştirmekte olduğunu ifade etti.

Depresyondan korunmanın 3 yolu nedir diye sorsak, yanıtınız ne olur?

Depresyondan korunmanın 3 yolu bunun en önemlisi şöyle bir özetleyebiliriz: Depresyon bir kere şunu bilmek gerekiyor. 2 türlü depresyon var. Biri minör depresyon biri de majör depresyon. Minör depresyon kişi kendi çabalarıyla onu güzel yenebilir. Bundan korunabilir ama majör depresyon ortaya çıkması için muhakkak bir uzman görmesi gerekiyor. Bunu bilmek gerekir. Depresyonun en önemli şeyi koruyucu hekimlik sorusu bu soru. Koruyucu hekimlik sorusu olduğu için bu kişinin insanların depresyona girmemesi için "nasıl yaşamalı?" Bu yaşam stili ile ilgili vereceğim 3 tane özet cevap hap cevap diyelim.

Kişilerin yaşam stiliyle ilgili 1'incisi; olaylara bakış açınızı değiştirin diyebiliriz. Yani kişiler olaylara bakış açısını yani insanlar olayları değiştiremezler %80 ama olaylarla ilgili bakış açılarını her zaman değiştirebilirler. Bunun için bu olaylara, karşımıza bir olay çıktığı zaman o olayla ilgili verdiğimiz hatalı kararların %80'inden biz, olayı sorumlu tutuyoruz. Aslında biz olayların %80'ini bakış açımızı değiştirmekle değiştirebiliriz. Yani yaşadığımız, karşılaştığımız olayların %80'ini bakış açısını değiştirmekle değiştirebiliriz. O halde şu anda bu olaya otomatik önyargılarla baktığımız bir, aklımıza gelen ilk düşünce, ilk duygu ve ilk tepki vardır. Bunu eğer çözemiyorsa bunun yerine B düşünce tarzı ne olacak? C düşünce tarzı ne olacak? Bunu düşünmesi önemli. Böyle durumlarda yaşadığı olayı, problemi çözebilir. Bu aynı zamanda bir problem çözme yöntemidir.

2'incisi "Dünyayı değiştirmek yerine, kendinizi değiştirin." Özellikle insanın kontrol edemeyeceği şey vardır, kontrol edemediği şey vardır. Gücünün yettiği şey var, yetmediği şey var. Diyelim mesela kışa girerken insan "Ben kışı sevmiyorum, kıştan nefret ediyorum." Deyip böyle bir duyguya kapılırsa acı çekersiniz. Çünkü gücü yetmeyeceği bir şeyi hayal ediyor, istiyor. Bunun gibi hayattaki bazı olaylar da böyle mesela ölüm gibi, bazı ağır hastalıklar gibi olaylar. Böyle durumlarda kabullen- yönet metodunu uygulasınlar. Kontrol edemeyecekleri, gücünün yetmediği olaylarda kabullen ve yönet yöntemi. Olayları kabullenecekler. "Bu olayı ben, değiştiremiyorum. Kabul ediyorum. Benim gücümü aşıyor. Fakat bunu nasıl yönetebilirim?" diyecekler. Bununla ilgili kendileri çözüm bulabilirlerse çözüm bulacaklar. Çözüm bulamazsalar da bir iyiden yardım alın diyoruz. Bu konuda tecrübesi olan, bilen, illa bir uzman olması gerekmiyor hemen. Bir hayat tecrübesi olan bir kimse de olabilir. Ona bir iyiden yardım almak diyebiliriz.

3'üncüsü de depresyona girmemek için hayata verdiğiniz anlamı gözden geçirin diyoruz. Anlam arayışı çok önemli. Genellikle özellikle bu 21. Yüzyıldaki depresyonların en büyük sebebi anlam kaybı ile ilgili depresyonlar. Mesela intihar girişiminde bulunan hastamda rastlamıştım bir defa. Neden intihar etmek istiyorsun? Diye sorduğumda; "Yaşamak için bir nedenim yok ki." Onun için yaşamak için muhakkak bir nedeniniz olsun. Buradaki söyleyeceğimiz bir şey, yaşamak için nedeni olan bir kimse hayatına anlam katacak bir yöntem bulur. Böyle yöntemlerde de olaylara olumsuz yönden değil, olumlu yönden bakmayı başarabilir. Yani kişi hayata verdiği anlamlarla, olumsuz anlamlar veriyorsa depresyona kolay girer ama olumlu anlamlar veriyorsa, gerçekçi ve olumlu anlamlar veriyorsa o onun aynı zamanda motivasyon tekniğidir. Bu kendini harekete geçirme, zevk alma tekniğidir. Bu anlam arayışının diğer özelliği de insanda akış duygusunu oluşturur. Akış duygusu şuna benziyor; Bir insan yemek yemeyi bile unutur. Saatlerce çalışır. Bir işe öyle kaptırır ki her şeyi unutmuştur. Bu akış duygusudur. Akış duygusu mutluluk öğretilerinden birisidir. Bu duyguyu hayatınızda yaşamaya çalışın. Ya sevdiğiniz işi yapın yahut da yaptığınız işi sevin diyoruz. Bunun için bunu yapabilirse insan yaptığı işi sevebilmesi için de insanın diğer canlılar gibi değil sadece yemek, içmek, üremek, barınmak bak. Diğer canlıların özellikleri. Bunlar somut anlam ve zevklerdir ama insan soyut anlam ve zevklerle tatmin oluyor. Sevgisini onlara yöneltmesi lazım. Modernizm sevgiyi, bu ilk 4 şeye yöneltiyor. Yemek, içmek, barınmak ve üremek. Bunlarla yetiniyor. Kişilere sadece dünyasal hedefler koyduruyor ama anlam arayışında insan yüksek değerler düşünüyor. Her şeyi, soyut değerleri düşünüyor. Yani sadece kendini düşünen bir insan değil, yaşadığı toplumu da düşünen bir insan, yaşadığı ülkeyi düşünen bir insan ve bırakın ülkeyi... Yaşadığı gezegeni düşünen insan hatta evrensel olarak düşünen bir insan. Anlam arayışına bunu katabilen bir insan böyle duygularda, o yaptığı işin anlamını bildiği için yaptığı işten daha derin bir zevk alıyor ve iz bırakabilen bir hayat ortaya çıkarabiliyor. Bu nedenle anlamlı yaşamayı başaranlar depresyona daha az giriyorlar diyebiliriz.

Bağlanma probleminin nedenleri arasında hangi faktörleri sayabiliriz?

Bağlanma problemi bağlanmayla bağımlılığı ayırt edebilmek gerekiyor. Bu kavramlar çok karışıyor. Bağlanma bir insanda, diğer canlılarda da bu kısmen var. Mesela bütün yavrularda anneyle ilgili bir bağlanma var. Mesela civciv annesine bağlanıyor. Hatta civcivlerle bir deney yapılmış. Civcivleri bir grup civciv, bir tavuğun civcivlerini maviye boyuyorlar. Boyun sırtlarını. Diğerlerini de kırmızıyla işaretliyorlar. Yine maviyle, karıştırıyorlar civcivleri. Civcivler tekrar bir araya geldiğinde maviler kendi annesini, kırmızılar kendi annesini buluyorlar. Bu nasıl oluyor? Bu şu anda bilimsel olarak araştırılan bir konu ama şu anda bu bulundu. Bu civcivlerle annesi arasında, beyinlerinde onların ayna nöronlar var. Ayna sinir hücreleri var. Bu ayna nöron hücreleri telsiz internet gibi çalışıyor ve birbirlerine bağlantı kuruyorlar. Bütün canlılarda bağlanma duygusu biyolojik, nöro biyolojik, bunun karşılığı var. Daha sonra bu civciv büyüdükten sonra anaç tavuk onu büyüdükten sonra kanadıyla itiyor, onları kovalıyor. Ondan sonra onlar da kendi hayatlarını oluşturmaya çalışıyorlar ama insan annesi bunu yapmıyor. 80 yaşına geliyor, anne çocuğu da 60 yaşında, daha hala ne giydiğini, ne yediğini, ne içtiğini sorguluyor. Bu işte annenin şefkat duygusunun bir abartısıdır. Yanlış kullanımıdır. Bunun için burada bağlanma duygusunu biz bağlanma duygusu, bağımlılık duygusu ne oluyor? Kişi artık eğer bir çocuk annesine bağlanma değil de bağımlıysa, bağımlı bir kişilik oluşturduysa her şeyi ona sorar ve yanından ayrılmaz. Devamlı 3'üncü ayağı gibi yanında dolaşır. Böyle durumlarda bağlanma değil de bir bağımlılık vardır. Yani bağlanmanın; çocuk mesela ilk bağlanma duygusu annesiyledir. Bu sevgi yatırımını yaptığı kişidir. İkincisi çocuk büyümeye başladıktan sonra kardeşlerini sever, oyuncaklarını sever, babasını sever. Sevgi yatırımını onlara da bağlar. Daha büyüdükçe işte ailesine bağlanır. Okula bağlanır, daha büyüdükçe yaşadığı topluma bağlanır, ülkesine bağlanır, daha da büyüdükçe insanlığa bağlanır. Daha da büyüdükçe yaratıcıya bağlanır. Bu bağlanma duygusu gelişmişlik seviyesine göre ilerleyen bir durumdur. Bağlanma duygusu bu nedenle yönetilmesi gereken bir duygu. Bağlanma duygusu bizde biyolojik olarak bağlanma hissi olarak var ama bunu duygularımız istiyor. Mantığımız bunu yönetmesi gerekiyor. Kar- zarar analizine göre büyüdükten sonra, evlendikten sonra annesine babasını uzaktan sevmeyi başaracak gibi böyle bağlanma duygusunu yönetmek gerekiyor. Bağlanma duygusunu yönetememe ile ilgili en çok yapılan hata 1'incisi söylediğim gibi bağımlılık haline dönüşmesi. Bağımlılık haline dönüşmesi bağlamları biz artık klinik vaka olarak görüyoruz. Çok ileri durumlarda, hastaneye yatırdığımızda oluyor. Yani bir çocuğun emzikten kopması nasıl zordur, ağlar. Yufka yürekli anneler vardır çocuğu 4-5 yaşına kadar emzirir ama o çocuk ne olur? Daha sonra bireyselleşemeyen, özerklik duygusu gelişmemiş, kendine güveni olmayan bir çocuk haline gelir. Böyle durumlarda üretken olamaz. Yeniliği keşfedemez, girişimci ve atak olamaz. Bunların olması için muhakkak ailesiyle hem ait hissetmesi gerekiyor, hem de özgür hissetmesi gerekiyor. Yani ikisini dengeleyebilmeyi öğrenmesi gerekiyor. Özgürlük ve aidiyet dengesini kurmayı çocuğumuza öğretirsek ki bu çocuk bunu yaşayarak öğrenir. Bu bağlanma bağımlılığa dönüşmemiş olur.

Diğer bağlanma bozuklukları mesela dezorganize bağlanma var. Örneğin bir anne sabah çocuğunu sapır şupur öpüyor. Öğleden sonra, Allah belanı versin seni niye doğurdum ki? diyor. Mesela borderline anneler vardır. Bu dezorganize bağlanmadır. Çocuk, annem beni seviyor mu sevmiyor mu anlayamaz. Böyle durumlarda çocuk ileri yaşlarda devamlı kaygılı bir çocuk olur. Mesela böyle yetişen çocuk ileride evlendiği zaman ne oluyor? Birisine âşık olduğu zaman âşık olduğu kişiye yakasına yapışır, Allah belanı versin senin der. Arkasından şunu söyler, "sakın beni bırakma." Bu borderline kişiler, bu dezorganize bağlanma oluyor. Üçüncüsü ise "güvensiz bağlanma." Güvensiz bağlanma da ne oluyor? Güvensiz bağlanan anne ilişkilerinde devamlı kuşku vardır. Çünkü sadece güven, sevgi vardır ama dürüst bir ilişki yoktur, güvensiz ilişkilerde. Çünkü seviyordur eşi onu diyelim ki karı koca ilişkisinde daha çok olur. Seviyordur ama çok yalan söylüyordur. Sözünde durmuyordur, aldatıyordur. Ne oluyor? Sevgi tek başına güven sağlamıyor. Sevgi artı dürüstlük eşittir güven oluşur. Açık, şeffaf, dürüst bir ilişki olmazsa sevgi güvensiz ilişkiye neden olur. Evde devamlı tartışma çıkan ama birbirini seven kişiler devamlı bir araya geldikleri zaman da devamlı birbirlerini gagalıyorlar. Ama gerçekte de seviyorlar. Yani ne birlikte yapabiliyoruz ne biz bize yapıyoruz ne de bizsiz oluyoruz diyorlar. Böyle durumlarda bu ilişkilerde güven oluşamıyor onun için sevgi artı güven sağlıklı sevgi artı dürüstlük sağlıklı, güvenli, bir ilişki oluyor. Böyle ilişkilerde bağlanmada sadakat ortaya çıkıyor. Çünkü sadakatin birinci anlamı bağlılık, ikinci anlamı da doğruluktur. Sadık olmak. Sadık olurken sadakat göstermek... Arapça bir kelimedir. Kökeninde sıdk yani doğruluk kelimesi vardır. Sıdk da aynı kökten geliyor. Doğruluk demek. Çünkü doğruluk olmadan sadakat bağlanma olmuyor. Güven oluşmuyor. Bunu da bilmek gerekir.

“Depresyondan korunmak için dünyayı değiştirmek yerine kendinizi değiştirin!

Bağlanma da önemli diğer bir faktör vardır ki aşk gibi bir bağlılık denildiği zaman bağlanmanın en üst seviyesi aşk 'tır. Aşk sebep değil sonuçtur. Çünkü iyi âşıklar iyi iş birliği kuramıyorlarsa aşk buharlaşır. Sevgi var. Âşıklar birbirlerine altı ay sonra boşanıyorlar. Niye? Çünkü sağlıklı iyi iş birliği kuramıyorlar. Sağlıklı iletişim yok. Boşanıyor, çatışma çıkıyor. Sevgi var artı iyi bir iş birliği var eşittir ne oluyor? Ömür boyu Aşk oluyor. Çünkü sevgi ve iyi iş birliği varsa konuşulabiliyor, iletişim kurulabiliyorsa. Yani iletişim kurmak sadece konuşmak değil, böyle sevgi dilleriyle konuşmaktır. Sevgi dilleri nedir? Sadece seni seviyorum demek değildir. Hizmet davranışıdır ihtiyacı olduğu zaman anında yardımına koşabilmektir. Hediyeleşmektir. Fiziksel temastır, dokunmaktır. Tebessümdür, sevgi dolu bir bakıştır. Birkaç tane güzel sözdür. Dediğim gibi bir sarılmaktır, dokunmaktır. Bunlar hep sevgi dillerinde bu takdir, övgü, onay sözleri. İlişkiler de bağlanmayı en çok bozan şey, eleştirinin dozunun kaçmasıdır. İlişki de eleştiri odaklı bir ilişki olması hâlbuki takdir, övgü, onay esas olacak, eleştiri istisnai olacak sağlıklı bağlanma olması için. Bu bağlamda eleştirisellik bağlanmayı bozuyor. Bağlanma konusu bitmez.

SORU: Yakınlarımız tarafından uğradığımız mobing veya şiddete karşı tavrımız nasıl olmalı?

Cevap: Tabi insanlar yakınları tarafından mobinge uğradığı zaman bir kere mobingin bazı kişiler ben hep mobinge uğruyorum hep eşim tarafından diyor. Bize geliyorlar. Bakıyorsunuz eşinin normal bir hareketini bile mobing algılıyor. Mesela bir örnek anlatayım. İtaat ile ilgili bir konuydu. İkisi de eğitimli, karı koca, yeni evliler, çocukları yok. "Eşim bana itaat etmiyor, bana devamlı itiraz ediyor, devamlı karşı geliyor ne dersem" dedi. Bir örnek anlatır mısınız? Dedim. Mobing olarak, psikolojik taciz anlamında. Bir elma örneği var. Eşi ona elma soyup veriyor. O da elmaya, sağ ol canım istemiyor, diyor. Eşi ısrar ediyor bir daha ye diye. Bir daha ısrar ediyor. Kadın yemeyeceğim, diyor. Bir defa, üç defa yemeyeceğim diyor. En sonunda adam bak bana itaat etmedin, diyor. Yani eşinin o elmayı yememesini kendine bir itaatsizlik gibi görüyor. İtaat etmedi, itiraz etti. Bu ona mobing gibi geliyor. Eşim bana itaat etmiyor, taciz uyguluyor. Bu mobing değil. Bu tamamen olaylara bakış açısıyla ilgilidir. Yani eşinin hatırı için yiyebilir ama onunda yememe hakkı var. İnsanın karnı tokken canı istemeden bir şey yemesi çok zor. Kadın da böyle durumlarda baskıyla yemek yemekten rahatsız olabilir. Ama ona bağırmadan daha başka şekilde de söylenebilir. Ama bu sonuçta erkeğin olaya bakış açısı ama tersi de olabilir. Onun için mobing sistematik olursa önemli. Sistematik olarak uygulanan psikolojik tacizlere planlı tasarlanmış ve sistemli bir şekilde yapılıyorsa; ama kendiliğinden arada bir yapılıyorsa bunu mobing olarak görmemek gerekir. Sistemli, planlı ve kasıtlı. Kasıt vardır onda. Kasıtlı yapılıyor çünkü mobing. Bunu bilmek gerekiyor şimdi böyle diyelim gerçekten mobing uyguluyor. Ya mobing olarak uyguladığı şey, kişi bunu devamlı kızdırıyor eşini, damarına basıyor. Devamlı onu bağırtacak bir şey yapıyor. İlişkilerde vardır bu. Bu mobing gibi algılanır. Aslında bu, kişi kişiliğinin bir gereğini yapıyor. Bunu yapan kişi karakterinin gereğini yapıyor. Karakterinin gereğini yaptığı için niyeti aslında kasıt değil onun. Mobing bilerek taciz yapmak ama hakikaten zehir eder ilişkiyi. Böyle bir durumda biz onunla ilgili bu yaptığının hata olduğunu da görmez. Bunu da mobingin bir, işte devamlı yapar, planlı yapar ama kasıt yoktur. Bunu mobing değil sadece çatışmalı iletişim olarak görüyoruz. Mobing olması için kasıt olması gerekiyor. Çünkü artık mahkemeye de girmiş bir tabir bu olması gerekiyor. Bunun için böyle durumlarda kişiye eşiyle olan ilişkilerde böyle damarına bastığı, kızdırdığı olayları not almasını söylüyoruz. Not aldıktan sonra bunları o olayda sen şöyle davrandın, böyle davrandın. Bu negatif üzerine bu problem üzerine bir ilişki kurulursa problem pekişir. O problemin dışında başka konularla iyi ilişkiyi kurup o problem de sen onun farklı bakış açısını sağlamaya çalışman gerekiyor bu konularda. Bu da niyet okuma oluyor genellikle. Zihin okuma. Mobinglerde en çok rastladığımız karşı tarafın zihninde düşünmediği niyet etmediği bir şeyi yapıyor diye niyet eder. Selam vermez iş yerinde. Bak bu burnu büyüdü onun için selam vermiyor, der. Hâlbuki adam dalgındır, başka bir şey düşünüyordur. Niyet okumaktır bu. Niyet okumakta zihin okumakta bu çok yani ilişkinin en büyük düşmanlarından birisidir. Mobing olarak algılanır. Onun için mobing dediğimiz durumlarda zaten eğer bir şey varsa mesela Einstein' in evliliğinin onuncu yılında karısına söylediği bir söz var: benimle evli kalmanı istiyorsan üç öğün yemeğimi getir. Bana itiraz etme. Benden arkadaşlık ve yakınlık bekleme. Böyle diyor. Şimdi bunu bazıları diyor ki bu Einstein'ın bencilliğinden kaynaklanıyor. Bir görüşte kasten yaptı, evliliği bitirmek için. Eğer kasten yaptıysa bu mobingtir ve evliliği bitirmiştir hakikaten kasten yaptıysa. Ama öbür türlü yaptıysa o mobing değil.

“Depresyondan korunmak için dünyayı değiştirmek yerine kendinizi değiştirin!

SORU: Maneviyatın ruh sağlığımıza katkıları nelerdir?

Şimdi biz daha önce psikiyatriyi biz biyopsikososyal bir disiplin olarak görüyorduk. Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik disiplin olarak görüyorduk. Ama son yıllarda özellikle insan beyninin nasıl çalıştığı anlaşıldıktan sonra insan beynini mutluluk hormonları salgılatan, insan beyninde böyle sinir sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlayan bazı sinir sisteminin özellikle otonom sinir sisteminin, parasempatik sinir sisteminin sağlıklı çalışmasının, insan beyninin gevşeyen, rahatlayan, sakin ol her şey kontrol altında, hayat kontrol altında diye kişinin yüksek bir güce, yüksek bir zihinsel sığınağa, bu kişinin inanç sistemine göre yüksek bir güce inanması, zihinsel bir sığınağa inanması ya da koruyucu bir meleğe inanması. Böyle bir deneyüstü gerçekliğe inanan kişiler de vagus sinir sistemi daha sağlıklı çalışır. Vagus sinir sistemi, Parasempatik sinir sistemi. Gevşiyor. O gevşe diyen sinir sistemi. Sempatik sinir sistemi savaş diyor, Parasempatik sinir sistemi vagus sinir sistemi daha sağlıklı çalışıyor ve rahatla, gevşe diyor. Tehlike geçti diyor. Vagus sinir sistemini devreye sokmak için kişinin ruh halinin iyi olması gerekir. Hatta onun için şu anda yeni tedavi yöntemleri var. Vagus sinir sistemini kendi kendine yönetemeyen kişilere vagus siniri uyarıcı boyundan implant takıyorlar. Yahut da yeni cihazlar geliştirildi. Cilt, kulaktan takılıyor ve kişinin beynine gidip vagus sinir sistemini harekete geçirip beynini rahatlatıyor, gevşetiyor. Vagus sinir sistemini uyarma. Maneviyat vagus sinir sistemini uyarıyor. Gevşetiyor. Maneviyat olan kişiler de bu daha çok kalp ritmi düşüyor. Cilt ısısı düşüyor. Cilt direnci düşüyor. Cilt ısısı ölçülebiliyor. Cilt direnci de ölçülebiliyor. Cildin ıslaklık seviyesi de ölçülebiliyor. Kalp atımı, solunum sayısı da ölçülebiliyor. Kas gerginliği ölçülebiliyor. Bu beş parametre ölçüldüğü zaman vagus sinir sistemi iyi çalışıyor bu kişilerde. Peki bu kişiler de mesela meditasyon yapan kişiler de. İki türlü meditasyon var. Biri budist meditasyonu bir de bizim kullandığımız sufi meditasyonu var. İkisi de meditasyon. Mesela budist meditasyonuyla deneyler yapılmış. Biz benzer deneyi Mevlevilerde yaptık. 2014' te yayınlandı. Yüksek lisans tezi olarak. Şu duygular yakalandığı zaman kişinin beyninde anterior cingulate cortex var. Beynin ortasında vites kutusu dediğimiz ACC (anterior cingulate cortex) isimli, beyin kabuğu bölgesi ortasında. Beynin vites kutusu deniyor oraya. Emosyon regülasyon yapıyor. Yani duygu düzenleme yapan beyin bölgesi. Deneyde, Emar deneyinde beynin o bölgesinin hızla çalıştığını tespit ettik. Peki o anda ne hissediyor bu kişiler? Meditasyona girdiği zaman ne hissediyor bu kişiler? Bu Budist meditasyonunda, sufi meditasyonunda. Şu üç şey hissettikleri zaman o harekete geçiyor; Birinci olarak bütün istekleri karşılanmış, ikinci olarak bütün ihtiyaçları giderilmiş, üçüncü olarak ta evrenle bütünleşmiş. Budistler evrenle bütünleşmiş diyor. Sufiler de yaratanla birleşmiş. Yani yaratana tam teslim olmuş. Yaratanla kendilerini bütünleşmiş hissediyorlar. Allah ile bütünleşmiş hissediyorlar. Yani sufi meditasyonunda Allah ile bütünleşmiş gibi hissettikleri zaman bu kişiler de bütün istekleri karşılanmış, bütün ihtiyaçları giderilmiş ve evrenle bütünleşmiş, Allah ile bütünleşmiş duygularını yakaladıkları zaman bu kişilerin beyninde alfa dalgaları artıyor. Alfa dalgaları beynin istirahat dalgası beynin. Beyin de aynı anda o bölge harekete geçtiği için mutluluk hormonları salgılanıyor. Beyin mutluluk hormonlarını resmen kana boca ediyor. Oluk Oluk. Bu beynin o bölgesini çalıştırabilen kişilerde oluyor. Bir nevi maneviyatla ilgili bu. Onun için artık maneviyat dediğimiz zaman böyle bilim dışı bir alan değil. Artık maneviyatı bilim yeniden keşfetti. Maneviyatın bilimsel karşılıkları var. Hatta bizim bir hocamız bununla ilgili bir kitap yazdı. "Düşünüyorum O halde Varım" Descartes'in Yanılgısı diye kitap yazılmıştı. Üsküdar Üniversitesinden Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ hocamız da "İnanıyorum O Halde Varım" isminde bir kitap yazdı. Ben de maneviyatla ilgili konuyu İnanç Psikolojisi ve Bilgelik Psikolojisi 1– 2 kitaplarında ele aldım. İlgi duyanlar ve ayrıntıyı merak edenler bu kitaplara erişebilir.

AKŞAM.COM

Okunma : 2189

ÜHA

 

Haberler

Foto Galeri