Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Dünya Çocuk ve Aile Koruma Platformu (Dünya ÇAKOP) tarafından düzenlenen ‘Cinsel Kimlik Karmaşalarında Talep Üzerine Terapi Yaklaşım ve Uygulamaları & Aile Kurumunun İfsadının Küresel ve Toplumsal Boyutta Bir Meta-Analizi ve Öneriler’ başlıklı Dünya ÇAKOP II. Uluslararası Sempozyumunun çevrimiçi konuğu oldu. Sempozyumda ‘Cinsel Kimlik Doğuştan mıdır; Edimsel midir?’ konusuna ilişkin değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocukların küçük yaşta daha ergenliğe girmeden cinsel eğilimleri hakkında eğitilmesi gerektiğini dile getirdi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “18 yaşından önce doğal vasi anne, babadır. Onun için çocuğumuzun cinsel rolünden, cinsel kimliğinden, cinsel yöneliminden bir tereddütümüz varsa burada bizim üzerinde durmamız gereken şey çocuklarımızı küçük yaşta daha ergenliğe girmeden bu konuda eğitmek ve alıştırmaktır.” şeklinde konuştu
Bizzat gelemeyecekler için online erişim seçeneği sunulan sempozyum İstanbul Haliç Kongre Merkezinde gerçekleşti. İki gün süren sempozyum ‘Cinsel Kimlik Karmaşalarının Psikoloji ve Psikoterapi Bağlamında İncelenmesi’ ve ‘Cinsel Kimlik Karmaşalarının Küresel ve Toplumsal Boyutta İncelenmesi’ şeklinde konu başlıklarına ayrıldı.
“Yaratılıştan dolayı biyolojik farklılıklar var”
Kadın ve erkeğin cinsel algılama yönünden farklılıklarına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Cinsel algılama açısından psikoloji öğrencilerine bir deney yapılıyor. Kız öğrenci ve erkek öğrencilerin ellerine birer düğme veriliyor ve aklınıza cinsellik gelince basın deniyor. Öğrencilerin kaç defa düğmeye bastıkları tespit ediliyor ve erkeklerin kızlara göre beş misli daha fazla düğmeye bastığı ortaya çıkıyor. Aslında ergenlik döneminde hatta özellikle ergenliğin uzadığı dönemlerde kadın ve erkek beyni farklı çalışıyor. Erkek beyni bu dönemlerde cinsel algılama yönünden erotizm odaklı çalışırken kadın beyni romantizm odaklı çalışıyor. Kadın-erkek beyninde buradaki algı biraz jargon gibi oldu ama akılda kalması için bazen çarpıcı yapmak gerekiyor. Kız ve erkek arkadaş örneğinde erkek ne yapıyor erotizm istiyor. Kız da romantizm istiyor. Ama erkek romantizm vererek erotizm istiyor. Kız da erotizm vererek romantizm istiyor. Yaratılıştan dolayı bu böyle biyolojik farklılıklar var. Kadın erkek biyolojik olarak eşit değil. Bunu bilmemiz gerekiyor. Biyolojik cinsiyet genlerimize kodlanmış hatta genin ötesinde kromozomlarımıza ayrı kodlanmış durumda.” şeklinde konuştu.
“Mutluluk hedef değil, sonuçtur”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “İşin toplumsal boyutuna bakacak olursak ABD’de yapılmış bir istatistik var. ABD’liler her şeyi istatistikle yapıyorlar iyi ki de yapıyorlar. Bu istatistikte 1950 ile 2000 arasında iki şey öğretmişler, biri gelir dağılımındaki kişi başı gayri safi milli hasıla diğeri de mutluluk puanı. Gayri safi milli hasıla 20.000 dolardan kişi başına bir yılda 35.000 dolara çıkmış. Ama mutluluk puanı aynı. Meşhur bir söz var ya ‘Parayla saadet olmaz’ Amerikan kültüründe ‘Para mutluluğu satın alamaz’ diye geçiyor. İşte öyle. Böyle bir durumda mutluluk arayışı içerisinde cinselliği, hedonizmi yücelten yaşam felsefesini sorgulamak gerekiyor. Aslında mutluluk hedef değil, sonuçtur. İnsan doğru bir şekilde yaşarsa mutluluk kendiliğinden gelir. Cinselliği mutluluğa ulaşmak için aracı olarak gören şu andaki kapital sistemin ciddi bir hata yaptığını bu istatistikler ile görüyoruz.” dedi.
“Kadın ve erkek doğru hak ve fırsatlarda eşittir ama biyolojik olarak eşit değildir”
Türkiye’de Batılaşmanın aileye ve mahremiyete verilen önemi azalttığından bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Biz şu anda Türkiye’de sosyolojik ve kültürel olarak hızla Batılaşıyoruz. Batının teknolojisini, bilimini gibi iyi taraflarını alalım dedim. Ama kültürünü almak gibi bir seçim yanlışmış. Burada çıkan sonuç o. Kendi kültürümüzü koruyarak modernleşmeyi seçmeme hatasını yapmışız. Bunu fark etmemiz için yeteri kadar bilimsel kanıt var ama biz kültür olarak da Batı olmak istiyoruz. Batı gibi yaşamak istiyoruz. Aileye, mahremiyete önem vermiyoruz. Mesela Amerika’da açık evlilikler var iki taraf da evli ama aynı zamanda iki tarafında sevgilisi var. Eğer bunu onaylıyorsak karar vericilerimiz biz böyle bir kültürü doğru buluyoruz desinler. Diğer yandan evliliğin adı birlikte yaşamak oldu. 3 ay 6 ay yaşayıp ayrılıyorlar. Biz çok evliliği eleştirirken çok ilişkili evliliklere doğru gittik. Bu durum konuyla nereden bağlantılı? Çünkü bunlar aile kurumunun çökmesi ihtimalini doğuran sebepler. Sosyolojik değişimler hemen düzelmez. Hemen yıkılmaz. Bizde yıkım, ailede yangın başladı. Büyümeden söndürebilir miyiz? Bu cinsiyetsizlik ideolojisi de bu yangına körük taşıyor. Kadın ve erkek eşittir derken kadın ve erkek doğru hak ve fırsatlarda eşittir ama biyolojik olarak eşit değildir.” şeklinde konuştu.
“Türkiye kadına yönelik şiddette dünya birincisi”
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin oranına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Burada kadına yönelik şiddet, çok enteresan Türkiye en başta. Bu nasıl oluyor? Kadına yönelik şiddette OECD ülkeleri arasında Türkiye birinci. 2019 istatistiği. Ben baktım bu kes yapıştır uydurma bir şey mi diye öyle bir şey değil doğru bir bilgi. Kadına şiddet Türkiye’de %38’lerde. Hayatının bir defasında yakın ilişki kurduğun bir kimseyle hayatında bir defa şiddet uygulanma oranı %38. Fiziksel ve seksüel şiddet deneyimi burada birinci sırada %38 ile Türkiye. İkinci sırada da Amerika geliyor. Ondan sonra Yeni Zelanda, Litvanya, Danimarka, Finlandiya, İngiltere, Norveç, İsveç, Fransa gibi ülkeler geliyor. Türkiye kadına yönelik şiddette dünya birincisi. Bu da bizim için utandırıcı, yüz kızartıcı bir şeydir.” dedi.
“Özgürlükler, rızaya dayalı sistemler çağındayız”
Çocukların küçük yaşta daha ergenliğe girmeden cinsel eğilimleri hakkında eğitilmesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “18 yaşından büyük bir kimse ‘ben böyleyim, karşı cinsle birlikte değil, kendi cinsimle birlikte olacağım. Böyle yaşıyorum’ diyorsa ya da cinsel kimliğini farklı yaşıyorsa özgürlükler, rızaya dayalı sistemler çağındayız. Kişinin rızası olmadan ona zorla şöyle yaşayacaksın böyle yaşayacaksın diyerek yaşam tarzı dayatmanın mümkün olmadığı, doğru da olmadığı bir çağdayız. Yani bizim ona sen şu kimlikte olmak zorundasın deme hakkımız yok. Fakat bununla ilgili sosyal kısıtlılıklar getirilebilir. Bu da tamamen kültürlere dağılmış, toplumlara bırakılmış bir değerdir. Genetik bir karşılığı da yoktur. Bilimsel Amerikan Psikiyatri de haklı olarak bunu ayırdı ve bu sosyal bir alandır dedi. Bir kimse cinsel kimlik olarak böyle davranmak istiyorum diyorsa, ruh sağlığı yerindeyse ve başka bir hastalığı yoksa, sağlıklı karar verebiliyorsa o kimsenin yanlışı seçme özgürlüğü de var demektir. Zaten baktığımız zaman insanın günah yapma özgürlüğü de var. Böyle durumlarda biz karışmayacağız. Bunu ayıp, günah diyenler için diyorum. Fakat şöyle de bir durum var ki 18 yaşından önce doğal vasi anne babadır. Onun için çocuğumuzun cinsel rolünden, cinsel kimliğinden, cinsel yöneliminden bir tereddütümüz varsa burada bizim üzerinde durmamız gereken şey çocuklarımızı küçük yaşta daha ergenliğe girmeden bu konuda eğitmek ve alıştırmaktır. Onun için erken ergenlikte cinsel eğilimlerin tespit edildiği zamanda eğer çocuğun kendi cinsiyle ilgili cinsel eğilimleri varsa çocuğun anne ve babaya ihtiyacı çok yüksek oluyor ve bu süreçte eğer anne baba bununla ilgili bir eğitime başlarsa çocuk hemen düzeliyor. Ama anne baba erken ergenlik döneminde bunu desteklerse ya da sen özgürsün böyle istiyorsan böyle yaşa şeklinde konuşursa çocuk öyle bir seçimde bulunmuş ve öyle bir yola girmiş bulunuyor.” ifadelerini kullandı.
“İnsan çocuğu dünyaya öğrenmek üzere doğuyor”
Cinsel kimliğin genetik değil, kültürel aktarım ile ilgili olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Cinsel kimliğin biyolojik bir temeli yok aslında. Sosyal öğrenmeyle gerçekleşiyor. Örneğin çocuk 3 yaşına kadar annesinde, babasında büyümüş fakat fiziksel ve duygusal olarak ihmal edilmiş. Bu çocuk 3 yaşında kayboluyor ve 10 yaşında bulunuyor. Çocuk bulunduğu zaman başta kız mı erkek mi anlaşılmıyor. Bakılıyor ki bu çocuk köpek gibi havlıyor, köpek gibi koşturuyor. Yemek yerken başını suya sokuyor. Aynı köpek gibi 4 ayak üzerinde yürüyor. Bu çocuğa 10 yaşından 20 yaşında kadar ayakta durmayı, konuşmayı öğretiyorlar ama tabii müthiş zor oluyor. Çocuk bırakalım cinsel kimliği insan olmayı bile öğrenememiş. Aslında biz sevgiyi, insan olmayı sonradan öğreniyoruz. İnsan çocuğu dünyaya öğrenmek üzere doğuyor. Ama hayvan çocuğu dünyaya öğrenmiş olarak doğuyor cinselliği, korunmayı, barınmayı her şeyi öğrenmiş oluyor. Ama insan çocuğu ancak ergenliğe kadar öğreniyor. Vahşi çocuk olarak literatüre girmiş böyle 50- 60 tane çocuk var. Bu çocuklar hangi hayvanın yanında doğduysa onun gibi davranıyorlar.” şeklinde konuştu.
Okunma : 3732
ÜHA