1240’ta doğup 1321’de vefat eden Yunus Emre’nin yaşadığı döneme baktığımızda onun sadece bir derviş, bir halk şairi, bir mutasavvıf değil, aynı zamanda halk hekimi ve sosyal psikolog olduğunu da görürüz. Yunus yalnızca insandaki sanat zevkini tatmin ettiği için “Yunus” olmamıştır. Nefesinin bugün hâlâ bu kadar canlı olmasında en büyük etken insanların psikolojik ihtiyaçlarını gidermesidir. Çocukluk travmalarının çözümü konusunda Yunus’tan öğreneceğimiz çok şey var. Çünkü o şiirlerinde duygu ifadelerine çokça yer vererek bize hissettiğimiz olumsuz duyguların yerine sağlıklı tutumları koyabilme yollarını gösteriyor. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde sürekli Orta Anadolu bozkırlarında dolaştığı rivayet edilir. Bu bölgede Yunus’a atfedilen yirminin üzerinde makam vardır. Konya, Karaman, Erzurum, Kayseri, Amasya, Sivas, Isparta, Afyon, Eskişehir Yunus’un havzası olmuş şehirlerdir. Buralara bir bakıma “Yunus iklim kuşağı” denebilir. Bu iklimin sahibi olan Yunus Emre, anlatılanlara göre önceleri sufiliğe fazla değer vermiyormuş. Tam bir cengâvermiş. Daha sonra hakikat yoluna intisap ederek cengâverlikle dervişliği birleştirmiş. Onun risk almayı sevmesini, statik bir yaşamı tercih etmemesini Orta Asya’dan gelen genlerine bağlamak mümkündür. Yunus bu bozkırlarda kendi iç yolculuğuna çıkmış, insan olmanın hallerini önce kendi teninde ve yüreğinde hissetmiştir. Kendi içine doğru yaptığı keşif yolculuğunda duygular dile gelmiş ve o ölümsüz şiirler ortaya çıkmıştır.
Anadolu’nun Travma Yılları ve Dervişler
Yunus Emre’nin ruhsal yolculuğa çıktığı dönemde Anadolu’da kaos hakimdir. Bir taraftan Moğol istilaları, diğer taraftan Tapınak Şövalyeleri’nin saldırıları devam etmektedir. Alamut Fedaileri denen ve “soğuk nefes” olarak bilinen yağmacı çeteler de iş başındadır. Devlet otoritesinin olmadığı bu dönemde basılmayan, talan edilmeyen köy kalmamıştı diyebiliriz. Çeteler köylülerin ellerinden türlü çilelerle büyüttükleri ürünlerini, hayvanlarını almakla yetinmiyor, çocuklarını ve kadınlarını da esir ediyorlardı. İnsanlar canlarına ve mallarına zarar gelmesinden korkarak yaşıyorlardı. Bu olumsuzlukların üzerine, bir de Anadolu insanı arasında mezhep kavgaları tırmanmıştı. 1200-1300 yıllarını İslam tarihi açısından “travma yılları” olarak isimlendirebiliriz. Kaderin neticesi ki bu derece karışık bir dönemde Anadolu’dan Hazreti Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Yunus Emre gibi isimler çıkıyor. Maneviyat doktoru diyebileceğimiz bu isimler toplumun psikolojik yaralarını onarma faaliyetlerinde bulunuyorlar. Toplumun travmalarını çözen, toplumsal huzuru sağlayan ve yeni bir kültür ikliminin doğmasına zemin hazırlayan Yunus Emre, Hz. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran gibi isimler Osmanlı Devleti’nin manevi kurucularıdır. Onların manevi ıslah ve rehabilitasyon çalışmaları Osmanlı’nın güçlü toplum ve devlet geleneğini oluşturmuştur. Bu manevi büyükler, toplumun yaşadığı krizleri fırsata dönüştürmüş, Anadolu insanına travmaların öğretici yanlarını göstermişlerdir. Halka, kaybedilen değerleri yeniden keşfettiren bu manevi güç Osmanlı çınarının tohumunu da çatlatmıştır. Osmanlı Devleti kurulmadan önce yaşanan çöküntüler, toplumsal çalkantılar çağımızda, 21. yüzyılda da yaşandı, yaşanıyor. O halde, şimdi Yunus Emre şiirlerinin tedavi edici, yeniden yapılandırıcı değerini görmenin tam zamanı.
Yunus Emre Anadolu’da bir bakıma halk hekimi gibi dolaşarak halkın yaşadığı sorunlara çözümler getirmeye çalışmış, toplumun psikolojik hafızasını onarmıştır. Bir anlamda “onarıcı ruh sağlığı” hizmetini yerine getiren Yunus Emre’nin şiirleri sadece kendi döneminin insanlarını değil, bugünün insanlarını da ilgilendiriyor. Bu açıdan bakıldığında çağın insanı Yunus Emre’nin şiirleri vesilesiyle kendi travmasını tanıma, kendii çsel yolculuğuna çıkma fırsatı yakalayacaktır. Böylece daha huzurlu bir topluma doğru yol alınacaktır.
Sosyal Yaraların Tedavisini Duygu Yönetimi ile Yapmak
Travma ve tedavisi hakkında şimdiye kadar okuduklarınızdan sonra Yunus Emre’nin hayatı ve şiirleri ile tek tek kişiler ve toplum üzerinde yaptığı çalışmanın aslında sistematize edilmemiş bir travma tedavisi olduğunu göreceksiniz. Hacı Bektaş, Yunus ve Mevlana’nın yaşadığı 13. yüzyıl Anadolu’da kaosun hüküm sürdüğü bir dönemdi. Devlet otoritesi ortadan kalkmış, Haçlılar, Anadolu’ya yerleşmiş, Tapınak Şövalyeleri’nin ve Moğol-Mançur çetelerinin baskınlarıyla hemen her ailede kayıplar yaşanmıştı. Maddi ve manevi zarara uğramayan köylü yoktu diyebiliriz. Korku ve güvensizliğin kol gezdiği o dönemde adeta sosyal psikologluk görevini icra eden dervişler, ahlak hocalığı yapan mürşitler sığınak işlevi görüyorlardı. Onların rehberliğinin; Şeyh Edebalilerin, Şıh Abdurrahmanların, Piri Babaların, Akşemseddinlerin, Yesevi alperenlerinin yol açmasıyla Osmanlı çınarı kök salabildi.
Bugünden o çağlara baktığımız Yunus’un şiirlerinin o günün insanlarında duygu enerjisini nasıl etkilediğini, tıpkı EMDR tedavisi gibi nasıl onarıcı etkide bulunduğunu görüyoruz. Yunus’un şiir ve anlatıları ile kin, öfke, nefret, düşmanlık, kıskançlık gibi olumsuz duyguların yerine şefkat, merhamet, bağışlayıcılık, yardımseverlik, iyilik yaparak mutlu olma, insanları sevme, iç huzura ve esenliğe kavuşma gibi duyguların yerleştiğine şahit oluyoruz.
Sarı çiçeği konuşturarak bugünün insanını da heyecana getirebilen ve sosyal yaraları hissettirmeden tedavi edebilen Yunus Emre’ye binlerce teşekkür etmeliyiz. Yunus’un insanın ve toplumun ruh dünyasına katkısını yorumlayarak bugünün sosyal yaralarına bir parça merhem olabilirsem "ne mutlu bana" diyeceğim.
YAZETE
Okunma : 12860