Üsküdar Üniversitesi tarafından düzenlenen “VIII. Türkiye’de İş Sağlığı ve Güvenliği Alanında Yaşanılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri Sempozyumu”, 11 Aralık 2024 Çarşamba günü Üsküdar Üniversitesi NP Sağlık Yerleşkesi İbni Sina Oditoryumu'nda gerçekleştirildi.
Programda İSG’de uygulamasız bir eğitimin olamayacağına dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG)’nin ayrı bir bilim dalı olarak ele alınması ve mutlaka bir doçentlik alanı olarak tanımlanması gerektiğinin altını çizdi.
Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin: “Türkiye iş kazaları ve işçi ölümleri açısından dünyada üst sıralarda yer almaktadır.”
Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan: “Kritik konularda bilinçlendirme çalışmalarını artırmak ve otomatik müdahale sistemleri gibi insan faktörünü en aza indirecek önlemler geliştirmek büyük önem taşıyor.”
Doç. Dr. Müge Ensari Özay: “Bize düşen, sektörle, firmalarla yakın iş birliği içinde daha fazla proje geliştirmektir. Ancak, bu projeler kâğıt üzerinde kalmamalı, gerçek hayatta uygulanabilir ve etkili olmalıdır.”
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimler Fakültesi, İş Sağlığı ve Güvenliği Bölümü ve ÜSGÜMER tarafından bu yıl “Afetlerde dayanıklılık ve iyileştirme uygulamaları” temasıyla düzenlenen “VIII. Türkiye’de İş Sağlığı ve Güvenliği Alanında Yaşanılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri Sempozyumu”, Üsküdar Üniversitesi NP Sağlık Yerleşkesi İbni Sina Oditoryumunda gerçekleştirildi.
Sempozyumun açılış konuşmasını Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi İş Sağlığı ve Güvenliği Bölümü ve Meska Vakfı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, ARGE ve Yenilik Politikaları Direktörü (ARGEYEP) Doç. Dr. Müge Ensari Özay, Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin ve ÇSGB-İSGGM İstatistik yaptı.
İş güvenliği kültürü Türkiye’de henüz yeterince içselleştirilmemiş…
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) ile ilgili bu tür toplantıların oldukça faydalı olduğunu dile getirerek, “Bu toplantılar, önemli bir bilgi birikimi sağlıyor. Buradan birçok değerli proje çıkıyor ve bu projeler, paydaşlarımızla birlikte yürütülerek anlamlı bilimsel çalışmalara dönüşüyor. Ayrıca, bu çalışmalar bürokrasiye de yol gösterici bir nitelik taşıyor. Özellikle hangi adımların atılması gerektiği konusunda önemli sonuçlar ortaya konuluyor. Ancak burada en önemli gördüğümüz ihtiyaç, iş güvenliği kültürünün Türkiye’de henüz yeterince içselleştirilmemiş olması. İş güvenliğinin bir kültür ve yaşam alışkanlığı haline gelmemesi temel bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.” dedi.
İSG kültürünün yaygınlaştırılması önemli…
Bazı işverenlerin iş güvenliği önlemlerinden kaçınabildiğini ama yine de yasal bir zorunluluk olduğu için bu önlemleri almak durumunda kaldığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu noktada, bürokrasiye yön verecek ve toplumda iş güvenliği bilincini güçlendirecek projeler geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tür projeler, İSG kültürünün yaygınlaştırılması ve daha güçlü bir şekilde benimsenmesi için önemli bir adım olabilir. Özellikle bu konuda bürokrasinin Türkiye'de fazlasıyla tutucu davrandığını düşünüyorum. Bürokrasinin bu tutucu yaklaşımı değiştirmesi gerektiğine inanıyorum ve bunun er ya da geç değişeceğini düşünüyorum.” diye konuştu.
İSG’de Açıköğretim eğitimi olmaz!
İSG eğitimi konusunda Bakanlığın üniversitelerde ve özellikle Açıköğretim programlarında İSG’ye yüklediği anlamı gözden geçirmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Açıköğretim kapsamında, hiçbir uygulama yapılmadan ve sahada deneyim kazanmadan eğitim verilmektedir. Bu durum, tehlikeli alanlarda — örneğin inşaatlarda, madenlerde veya benzeri sahalarda — çalışacak mezunların sahayı bilmeden sadece teorik bilgilerle mezun olmalarına neden olmaktadır. Bu, tıp fakültesinden hiç hasta görmeden mezun olan bir doktor düşüncesiyle benzerlik taşır. Sahada hiç deneyimi olmayan bir İSG uzmanının tehlikeli çalışma alanlarında etkili olması beklenebilir mi? Bu nedenle, pratik eğitime ve uygulamalı öğrenmeye daha fazla ağırlık verilmesi gerekmektedir.” şeklinde konuştu.
İSG’de uygulamasız bir eğitim düşünülemez!
Tehlikeyle ilgili hiç pratik yapmamış bir kişinin, sadece kitaba bakarak teşhis koymaya çalışması gibi bir durum yaşandığına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şöyle devam etti:
“Bu kişiler, daha sonra Bakanlık tarafından yapılan bir sınava giriyorlar ve bu sınav, bildiğim kadarıyla teorik bir sınavdan ibaret. Bu sınavı geçtiklerinde belge almaya hak kazanıyorlar. Ancak sahadaki bilgilerini genellikle deneme-yanılma yöntemiyle öğreniyorlar. Bu durum, bence hataları ve iş kazalarını artıran bir faktör. İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) eğitiminin düzenlenmesi gerekiyor. Şu anda verilen eğitim, uygulamadan yoksun bir eğitimdir. Nasıl ki hastanesiz bir tıp fakültesi düşünülemezse, uygulamasız bir İSG eğitimi de düşünülemez. Bu eksiklik, iş güvenliği kültürünün yerleşmemesinde önemli bir rol oynuyor diye düşünüyorum.”
Alanın hâlâ bir doçentlik alanı olarak tanımlanmamış olması eksiklik
Bir diğer sorunun da yükseköğretimin İş Sağlığı ve Güvenliğine (İSG) verdiği önemin yetersizliği olduğunu dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu alanın hâlâ bir doçentlik alanı olarak tanımlanmamış olması, büyük bir eksiklik. İSG gibi önemli bir alana yatırım yapılıyor, bütçeler ayrılıyor, ancak akademik çalışmaların desteklenmesi için bu alanın mutlaka doçentlik kapsamına alınması gerekiyor. Ayrıca, İSG’nin daha çok mühendislik ve hesaplama boyutuna odaklandığını görüyoruz. Oysa bu alanın, daha geniş bir perspektifle ele alınması gerekiyor. Psikiyatride bile artık bulanık mantık ve yapay zekâ kullanılarak hesaplamalı yaklaşımlar benimsenirken, İSG gibi önemli bir alanda bu teknolojik gelişmeleri göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu tür yeniliklerin İSG eğitimine ve araştırmalarına entegre edilmesi büyük önem taşıyor.” dedi.
Ayrı bir bilim dalı olmalı
“İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG), ayrı bir bilim dalı olarak ele alınmalı ve mutlaka bir doçentlik alanı olarak tanımlanmalıdır.” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu gerçekleştiğinde, toplumdaki algı da olumlu yönde değişecektir. Şu anda bu alanda kariyer yapılmaması, bir doçentlik alanı olmamasına bağlı olarak, İSG’nin bilimsel değerinin zayıf olduğu yönünde yanlış bir algı yaratıyor. Bu durum, İSG’yi diğer alanların yan dalı gibi görme eğilimini de beraberinde getiriyor. Bu noktada eleştiri yerine, bilimsel gerekçelerle desteklenmiş bir sonuç bildirgesi hazırlamanın daha etkili olacağını düşünüyorum. Buradaki tüm katılımcıların katkılarıyla, ‘Neden İSG bir doçentlik alanı olmalı?’ sorusuna yanıt veren bir bildirge hazırlanabilir ve bu, bürokrasiyi harekete geçirebilir. Bizlerin orta ve uzun vadeli stratejik hedefler belirleyerek, bu alandaki eksikleri somut bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Böyle bir yaklaşım hem sahada ihtiyaçların karşılanmasını sağlar hem de İSG alanındaki tartışmaların daha ileri bir seviyeye taşınmasına katkıda bulunur.” şeklinde sözlerini tamamladı.
Toplumun bilinçlendirilmesi çok önemli…
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi İş Sağlığı ve Güvenliği Bölümü ve Meska Vakfı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, bu sempozyumun ilkinin Soma maden faciası ve 202 madencinin vefatından sonra başlatıldığını ve aralıksız devam ettiğini kaydederek, şunları söyledi:
“Burada üç farklı konuyu dile getirmek istiyorum. Birincisi, toplumun bilinçlendirilmesi konusudur. İş sağlığı ve güvenliği bölümü olarak, çeşitli kazalar ve olaylardan sonra televizyon kanallarından davet alıyoruz. Bu davetlerde gönüllü olarak röportajlar veriyor ve yaşanan yanlışları düzeltmek için halkı bilgilendirmeye çalışıyoruz. Bu, önemli bir çalışmamızdır. İkincisi, TÜBİTAK desteğiyle yürüttüğümüz bir projeden bahsetmek istiyorum. Depremin hemen ardından, deprem bölgesinde toz ölçümleri gerçekleştirdik ve elde ettiğimiz sonuçları TÜBİTAK’a sunduk. Üçüncü konu, doğal gaz kaynaklı patlamalarla ilgili saha çalışmalarımızdır. Yılda üç-dört kez doğalgaz patlamaları yaşanıyor ve bu olayların ardından inceleme yapmak üzere olay yerlerine gidiyoruz. Ancak, son olarak gittiğim kaza diğerlerinden farklıydı. Beylikdüzü’nde bir apartmanda, gece saat 12 civarında doğal gaz kokusu hissedilmiş ve bu durum WhatsApp grubunda paylaşılmış. Kokunun artmasına rağmen, sabah 7:00-7:30 saatleri arasında kimse acil servisi (187) aramadı. Ne yazık ki, saat 7:35’te patlama meydana geldi. Bu olayda gördüğümüz gibi, insanlar bazen kişisel rahatsızlıklarını önceliklendirerek durumu yetkililere bildirmekten çekiniyorlar.”
Zayıf nokta insan…
Bu durumun, insana bırakılan müdahalelerde zayıf noktanın insan faktörü olduğunu gösterdiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, “İnsanların kişisel rahatlıklarını ön planda tutarak durumu ihmal etmesi, ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Bu nedenle, bu tür kritik konularda bilinçlendirme çalışmalarını artırmak ve otomatik müdahale sistemleri gibi insan faktörünü en aza indirecek önlemler geliştirmek büyük önem taşıyor.” dedi.
Bu olayda bir kişinin hayatını kaybettiğini, üç kişinin yaralandığını ve ciddi maddi hasar meydana geldiğini hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, “Yaklaşık dokuz-on saat boyunca devam eden gaz sızıntısı nedeniyle gaz birikmiş ve çok daha geniş bir alanda güçlü bir patlama yaşanmış. Eğer bir uyarıcı sistem devreye girseydi ya da 187 Acil Doğal Gaz hattına zamanında başvurulsaydı, bu olay hiç yaşanmayabilirdi. Bu tür olaylar, toplumun bilinçlendirilmesi ve duyarlılığının artırılmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermektedir.” diye konuştu.
Depremde erken uyarı sistemleri 15-60 saniye arasında değişen sürelerde uyarı verilebiliyor
Depremde erken uyarı sistemleri konusuna değinen Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, şunları kaydetti.:
“Geçtiğimiz yıl, deprem sonrası erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi ve vatandaşlara hızlı bir şekilde uyarı verilmesi amacıyla bir akademik kurul oluşturuldu ve ben de bu kurulda görev aldım. Bu süreçte, yurtiçi ve yurtdışındaki üniversiteler ve üretici firmalarla görüşmeler gerçekleştirdik. Buradan edindiğim deneyimleri paylaşmak istiyorum. Erken uyarı sistemlerinde, deprem fay hatlarına yakın kurulan merkezler sayesinde depremin ilk P dalgasının büyüklüğü ve şiddeti çok hassas bir şekilde ölçülüp değerlendiriliyor. Bu sistemlerin daha etkin bir şekilde kullanılması, deprem anında birçok hayatı kurtarabilir ve zararları en aza indirebilir. Bu alanda pek çok arkadaşımız da çeşitli sunumlar yaparak önemli bilgiler paylaşacak. Sunumlar aracılığı ile bu sistemler hakkında bilgi verilecek. Son teknoloji fiber optik ağlar sayesinde, son kullanıcıya 15-60 saniye arasında değişen sürelerde uyarı verilebiliyor. Topraktan iletilen deprem dalgası ile optik ağdaki iletim arasında oluşan zaman farkı, önceden uyarı sağlamamızı mümkün kılıyor.”
Deprem anında bile sistemin çalışması önemli
Deprem anında bile bu sistemin çalışmaya devam etmesinin hayati önem taşıdığını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, “Bunun için elektrik kesintisi durumunda devreye girecek jeneratörlerin önceden çalıştırılması veya doğalgaz kesintisi durumunda alternatif tedbirlerin alınması gerekmektedir. Erken uyarı sistemi, büyük bir avantaj sağlamaktadır. Önceden alınacak tedbirler ve yapılacak çalışmalar çok önemlidir.” dedi.
Doç. Dr. Müge Ensari Özay: “Doktora düzeyinde öğrenci yetiştirmemizin önemi çok büyüktür”
ARGE ve Yenilik Politikaları Direktörü (ARGEYEP) Doç. Dr. Müge Ensari Özay, bu sempozyumda, üniversiteyi, sanayiyi, öğrencileri ve akademiyi bir araya getirerek, iş birliğini ve bilgi paylaşımını teşvik etmeyi amaçladıklarını dile getirerek, “Üniversitemizin, özellikle İş Sağlığı ve Güvenliği bölümünün temel görevi, sanayi ve sektöre hizmet etmek, yenilikçi projeler geliştirmek ve nitelikli öğrenciler yetiştirmektir. İş Sağlığı ve Güvenliği, nispeten yeni bir bilim dalı olduğundan, bu alanda eleman yetiştirmenin, özellikle yüksek lisans ve doktora düzeyinde öğrenci yetiştirmemizin önemi çok büyüktür.” şeklinde konuştu.
Projeler kâğıt üzerinde kalmamalı
İş Sağlığı ve Güvenliğinin, her sektörü ilgilendiren, her yerde çalışanların olduğu bir alan olduğunu kaydeden Doç. Dr. Müge Ensari Özay, “Üniversitelerden fabrikalara, küçük işletmelere kadar her yerde çalışanların iş güvenliğini sağlamak hedefimizdir. Bu kapsamda, daha geniş bir güvenlik kültürü oluşturmayı amaçlıyoruz. Bu kültürün temellerinin, ilk okuldan itibaren atılması, İş Sağlığı ve Güvenliği alanında gerçek başarıya ulaşmamızı sağlayacaktır. Bize düşen, sektörle, firmalarla yakın iş birliği içinde daha fazla proje geliştirmektir. Ancak, bu projeler kâğıt üzerinde kalmamalı, gerçek hayatta uygulanabilir ve etkili olmalıdır.” şeklinde sözlerini tamamladı.
Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin: “İş kazalarını ve bu kazalara bağlı ölümleri önleyebilirsek…”
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin, bu tür etkinliklerin uzun süre devam etmesinin, hem kurumun bu konuya verdiği önemin hem de ülkelerin iş sağlığı ve güvenliğine gösterdiği hassasiyetin bir göstergesi olduğunu ifade ederek, “İş sağlığı güvenliği ve meslek hastalıkları, genel anlamda bakıldığında, önlenebilir durumlardır. Eğer iş kazalarını ve bu kazalara bağlı ölümleri önleyebilirsek, büyük bir hizmeti ve sorumluluğu yerine getirmiş oluruz. Ayrıca, yapılan çalışmalar göstermiştir ki iş sağlığı sorunları ve iş kazaları sonrasında ortaya çıkan rehabilitasyon ve iyileşme maliyetleri, önleyici tedbirler için yapılacak harcamalardan çok daha fazladır. Bu nedenle, önleme odaklı bir yaklaşım hem ekonomik hem de toplumsal anlamda büyük fayda sağlayacaktır.” dedi.
İş kazaları ve ölümlerin yüzde 90’a yakını erkeklerde görülüyor
Türkiye’de 2024 yılına kadar, toplamda bin 371 iş kazası sonucu ölüm vakası kaydedildiğini söyleyen Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin, “En sık iş kazası yaşanan sektörler ise inşaat, tarım ve taşımacılık olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca, kadınlar, çocuklar ve mülteciler de bu ölümler arasında yer almaktadır. İş kazaları ve ölümlerin yüzde 90’a yakını erkeklerde görülüyor. Bunun iki nedeni olabilir, ya erkeklerin alanda çalışma oranı daha yüksek ya da erkeklerin güvenlik kurallarına uymada daha ihmalkâr olması. Kadınların bu konuda daha dikkatli davranması da bir etken olarak düşünülebilir.” diye konuştu.
Günde 900 kişi iş kazalarında hayatını kaybediyor
2019 yılında yaklaşık 420 bin iş kazası bildirildiğini dile getiren Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin, “Dünyada ise 2023 yılı verilerine göre, toplamda 3 milyon iş kazası ve meslek hastalığı kaynaklı ölüm meydana gelmiştir. Bunun 330 bini iş kazasına bağlıdır. Bu da günde yaklaşık 900 kişinin hayatını kaybettiğini göstermektedir. Dünyada en riskli sektörler tarım, inşaat, ormancılık, balıkçılık ve imalat olarak belirlenmiştir. Bu kazaların büyük bir kısmı Asya ve Pasifik bölgelerinde yaşanıyor olsa da Türkiye de iş kazaları ve işçi ölümleri açısından üst sıralarda yer almaktadır.” şeklinde konuştu.
Sempozyumda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü (ÇSGB-İSGGM) İstatistik ve EDIS Afet ve Deprem Sistemleri A.Ş. CEO’su Ali Emre Erişen de birer konuşma yaptı. Daha sonra toplu fotoğraf çekimi gerçekleştirildi.
Konular 4 farklı oturumda ele alındı
Sempozyumda dört farklı oturum gerçekleştirildi. İlk oturumda, acil afet ve deprem sistemlerinden iş sağlığı ve güvenliğinde teknolojik çözümlere kadar farklı başlıklar, ikinci oturumda, dijitalleşmenin iş güvenliğindeki rolü ve akıllı şehirlerde üretken yapay zekâ uygulamaları gibi yenilikçi çözümler ele alındı.
Üçüncü oturumda, afet yönetiminde motosiklet sürücülerinin ulaşım ağındaki rolü ve yapay zekâ ile afet risk yönetimi gibi konular masaya yatırılırken, son oturumda ise hidroelektrik santrallerde iş sağlığı ve güvenliği, nükleer reaktörlerde yangın güvenliği ve Türkiye’deki nükleer santraller için deprem riski gibi hayati konuları da tartışıldı.
Okunma : 192
ÜHA