Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan Diyanet Dergisi'nin son sayısında anlattı...
Kontrol edilemeyen stres, depresyon ve intihara giden kapıyı açar.
Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) depresyonu geleceğin en büyük sağlık sorunu olarak ilan etti. ABD'de iş gücü kaybına neden olan hastalıklar sıralamasında, kalp hastalıklarından sonra ikinci sırayı depresyon alır.
Dünyada her gün binden fazla kişi intihar ediyor. İngiltere'de intihar edenler, trafik kazalarında ölenlerden daha fazla. ABD'de her yıl erişkin nüfusun % lO'u depresyon geçiriyor. Her insanın hayatının bir noktasında depresyona girme ihtimali % 20'dir. Şu anda Türkiye'de 3,5 milyon insan sözünü ettiğimiz depresyon hastalığına tutulmuş durumdadır. Sağlık ocaklarına başvuran hastaların % 26'sının depresyonda olduğu belirlenmiştir.
Depresyon, zayıflık, acizlik değil bir hastalıktır. Kendisine göre tedavi yöntemleri vardır. Asıl önemli olan depresyona giden yolu kesmektir.
Depresyon nedir?
Depresyonun tarifini, kendini ele veren, genel verilerinden yola çıkarak yapabiliriz. Bunları maddeler hâlinde sıralayalım:
- Hoşlandığınız şeylerde azalma ve ilgi kaybı.
- Kendini üzgün, hüzünlü hissetme, keyfi yerinde olmama durumu.
- Kiloda azalma ya da artışlar.
- Uyku bozukluğu ya da aşırı uyku.
- Sıkıntı, huzursuz olma, yerinde duramama, kararsızlık.
- Kendini yetersiz, değersiz, suç işlemiş gibi hissetme.
- Dikkat, düşünce konsantrasyonunda azalma.
- Enerjide azalma, yaşlanıyor olma hissi, çalışma güç ve veriminde düşüşler.
- Tekrarlayan ölüm düşünceleri.
- Cinsel ilgide değişme.
Yukarıdaki belirtilerden 2-3 tanesine iki haftadır sahipseniz, depresyonun klinik ölçütlerine göre tedaviniz gerekmektedir.
Depresyon bir hastalıktır.
İnsanın kendini değersiz ve yetersiz görmesi, kötü hissetmesi, zaman zaman herkes için geçerlidir. Bu bir suç ve zayıflık değildir. Bu duygular depresyona dönüşmüşse tedavi ve profesyonel bir yardımla büyük rahatlama elde edilebilir.
Bir örnek:
S. O. 45 yaşında bir bayan. Başarılı bir iş kadını... 25 yıldır gülemediğini, yaşamaktan zevk almadığını, bunun için de evlenemediğini, işinin dışında hiçbir şeyin kendisini ilgilendirmediğini, tatilden bile bir tat almadan günlerinin geçtiğini söylüyor. Son yıllarda bağırsak şikâyetleri artmış ve işe gitmekten de nefret eder hâle gelmiş. Devamlı bir hâlsizlik ve yatma isteği hissediyor ve yaşamayı gerektirecek hiçbir sebep bulamıyor.
Hekime başvurdu. Gerekli testler yapıldı. Beyin biyoelektrik profili, stres seviyesi ölçüldü. Kendisinde depresyonun bütün bulguları vardı. Yani beyinde elem, keder, neşe ve sevinçle ilgili merkezlerin salgıları bozulmuştu. Gerekli ilaç tedavisine başlandı. Altı hafta sonra geldiğinde % 70-80 oranında bir iyileşme görüldü. Kendisi "Hayattan zevk almaya başladım. Evimdeki taşların renklerini fark ettim. Gülebiliyorum. Bağırsak şikâyetlerim de düzeldi. Şimdi geçen yıllarıma yanıyorum, aman böyle kalayım." diyordu.
Başka bir örnek:
Z. E. 48 yaşında. Başarılı bir iş adamı. Çalışkan, titiz, şefkatli ama çok sinirli. Yakınları, her şeye kızmasına artık dayanamadıklarını söylemişler. En son bir alışveriş merkezinde, "tuvalet kâğıdı acaba 6'lık mı yoksa 12'lik mi olsun" diye tartışıp eşiyle kavga çıkarmış.
Hekime başvurdu. Gerekli testler ve ölçümler yapıldı. Stres seviyesi yaş grubuna göre oldukça yüksekti. Muhtemelen beyninde öfkelilik, sinirlilik, şüphecilik, kıskançlıkla ilgili merkezlerin salgıları bozulmuştu. Gerekli tedavi planlandı ve uygulandı.
1-2 ay sonra eşi ile birlikte geldiler. Eşi; "Doktor bey keşke bu tedaviye 25 yıl önce başlasaydık. Eşim artık sinirlenmiyor, evimize huzur geldi." diyordu.
Yukarıdaki iki örnekte görüldüğü gibi yaşam tarzı hâline gelmiş bazı depresyonlar, insanın yaşam kalitesini büyük ölçüde etkilemektedir. Profesyonel bir yardımla böyle uzun vakaların düzelmesi psikiyatri pratiğinde sık rastlanan gerçeklerdir. Ama asıl olan insanın depresyona girmesini önleyecek tedbirleri almaktır.
Y. Ö. 35 yaşlarında üç çocuk sahibi bir ev hanımı. Kendisini çocuklarına adamış. Duygularını ifade edemiyor. Geniş bir aile ortamında, kayınpeder, elti, görümce beraber yaşıyorlar. Eşi doktor, genellikle eve geç geliyor. Evde konuşma, sohbet ortamı yok. Kendi ailesi ise şikâyet dinlemek istemiyor, onu sorunları ile baş başa bırakıyorlar. İntihar etmeyi bile düşünüyor. Bir gün dinleyicilerin problemleri ile ilgilenen bir radyo programına telefon eder. Program sunucusu D. S. ile aralarında özel bir iletişim başlar. Y. Ö.'yü artık hayata bağlayan tek şey bu konuşmalar olur. Kayınpeder telefon faturalarının birdenbire yükselmesinden şüphelenip iz sürer. Kısa bir süre sonra gerçek anlaşılır. Olay patlak verdikten hemen sonra, genç kadın annesinin evine gönderilir ve boşanma davası açılır.
Bu vakada gördüğümüz durum, genç hanımın depresif durumda iken kişiliğine uymayan şeyler yapması. Karşı tarafın da onu hiç anlamaması. Olay bu noktaya gelmeden eşler birbirlerine biraz zaman ayırsalar böyle kişilik değişimi şeklinde depresyon yaşanmayacak, hatalar yapılmayacaktı.
Örtülü depresyon
Depresyonda temel belirti "elem-keder" hissi yönünde kendini gösteren bir artıştır. Örtülü depresyonda ise neşesizlik, durgunluk, elem, bir şeyden zevk almama duygusu fazla gözlemlenmez. Depresyon bu sefer, beden ve organ diliyle ortaya çıkmaktadır. Kronik, gezici ağrılar, yüz ağrıları, baş ağrıları, astım krizi, mide bağırsak bozuklukları, çarpıntılar, baş dönmeleri, tansiyon dengesizlikleri, bulantı ve kusmalar, alerjiler, romatizmalar, unutkanlık, öğrenme güçlükleri, uyku problemleri, iştah, cinsel sorunlar, alkol-uyuşturucu madde kullanımları, saplantılar, takıntılar, kişilik değişimleri depresyonun farklı biçimde tezahürü olabilir.
Böyle sorunlarda gerekli inceleme ve araştırmalardan sonra hekimler, hastalığın sinirsel olabileceğini hastaya söyler.
İnsanlar genellikle, "Ben deli miyim?" diye itiraz ederler. Ancak insanın nasıl midesi, karaciğeri hasta olursa, sinir sistemi, ruh yapısı da hasta olabilir. Genç yaşlarda görülen mide kanaması, kalp krizi, beyin kanaması vakaları, böyle yoğun streslerin yaşandığı ve organ dili ile ortaya çıktığı durumlarda olabilmektedir.
Bebeklerde depresyon
Bebekler kısa süreli anne yoksunluğunda bile depresyon belirtileri gösterirler. 6 ayın sonunda anne bebeğinden birdenbire ayrılırsa; bebekte dindirilemeyen ağlamalar başlar. Bebek, kısa bir süre için susar, yanına biri yaklaştığında ağlamaya devam eder. Sustuğunda da yüzünde yorgun ve üzgün bir ifade vardır. Çocuk korku içindedir ve kendisini tehlikede hissetmektedir.
Eğer bu dönem uzun sürerse, bebeğin iştahı kesilir, zayıflar, fizik gelişmesi durur. Sık sık kusar ve ishal olur. Durgundur, küskündür ve nadiren güler.
İkinci aydan sonra eğer anne dönmezse içe kapanma dönemi başlar. Duygular küntleşir. Çevresindekilerin yanına yaklaşmasına ilgisiz kalır. Anne üç ay içerisinde dönerse iyileşme başlar. Dönmezse veya anne yerine geçen kararlı, tutarlı bir kişi yoksa -bu durum özellikle yuvalarda görülür- ani ölümler olabilir.
Çocuk, parmak emme, sallanma gibi bedensel haz kaynaklarına döner. Yalancı zekâ gerilikleri görülür. Beslenme ve bakım iyi olsa da çocuk mutlu olmadığı için gelişemez. Boy ve kilo yönünden geri kalır. Beyin büyüme hormonunu yeterli seviyede salgılayama- maktadır.
"Bebekte depresyon mu olurmuş?" denilmemeli. Bir bebeği hayata bağlayan annedir. Onunla arasında ruhsal bir bağ vardır. Annenin kokusu bile çocuk için güven kaynağıdır. Çocuk anneye yakınken kendisini güvende hisseder. Şefkatli, yumuşak bir anne kadar çocuğu rahatlatan bir şey yoktur. Hatta çocuk annesinden korksa bile yine onun kollarına atılma arzusu taşır.
Çocuk, sevgi yatırımını anneye yapmıştır. Onu kaybettiği an kendini tehlikede hissedecektir. İnsanoğlu büyüdükçe sevgi yatırımını diğer insanlara, eşyalara, mala, paraya yapar. Ancak bütün bu sevgiler geçicidir, kaybedilebilir, kaybedildiğinde de depresyona girmek mümkündür.
Bebeklerde depresyon uzun sürerse, otizm denen bir çeşit çocukluk şizofrenisi ortaya çıkar. Göz teması kuramayan, saldırgan, kendini ısıran, konuşamayan, sürekli sallanan, duygusal olarak ayrı bir dünyada yaşayan çocuklar ortaya çıkar.
Bir çiçek susuz bırakıldığında veya iyi bakılmadığında nasıl yaşayamazsa insan yavrusu da sevgi ve ilgiden yoksun kaldığında çiçekler gibi solar ve gelişemez.
DİYANET DERGİSİ
Okunma : 14041