Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, TRT Haber ekranlarında yayınlanan Külliye’de Ramazan programının canlı yayın konuğu oldu. Ramazan ayının iç keşif yolculuğuna çıkma ayı olduğunu hatırlatan Tarhan, Ramazanla birlikte orucun kişiye doyum erteleme becerisi ve dayanıklılık becerisi kazandırdığını söyledi. Tarhan, oruçla biyolojik olarak da vücudun temizlendiğini de sözlerine ekledi.
“Ramazan ayı iç keşif yolculuğuna çıkma ayıdır”
Külliye’den gerçekleştirilen canlı yayında Ramazan ayının önemine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Ramazan ayı önemli bir içe bakış, iç keşif yolculuğuna çıkma ayıdır. Bir de hayatın, varoluşun, ölümün anlamıdır. Görünen evrene değil görünmeyen evrene kafa yormayı gerektirecek, durup düşünüp yeniden değerlendirilecek bir zaman dilimi olarak düşünmek gerekir. Özellikle hayatın sonuna geldiği zaman sonsuzluğa cevap arıyor insan. Burada Yalom’un varoluş anksiyetesi diye tanımladığı 4 temel anksiyete var. Bütün insanlarda ortak ve genetik karşılığı olan bir korku. Bunlardan bir tanesi anlam arayışı. Anlam arayışını karşılamadığı zaman kişi belirsizliğe düşüyor. Güvensizliğe düşüyor, korkusu ortaya çıkıyor. Onları araması gerekir. Bunları aramadığı zaman Ramazan sadece bedensel bir ibadet halinde kalır. Ramazan’ın bedensel bir ibadet değil aynı zamanda varoluşsal boyutu olan bir ibadettir. Din için hep ‘Sosyal bir kurumdur. Toplumda ahlakı öğretir, faydalıdır.’ denir. Din bir diğer anlamıyla da varoluşsal bir kurumdur. Anlam krizi nedeniyle birçok psikiyatrik hastalıklar artıyor. Böyle bir dönemde anlam arayışını doğru şekilde dile getirmek gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
“Vücut kendi kendini tamir etmeye başlar”
Ramazan ayında beynin kendini açlığa göre programladığını dile getiren Tarhan; “Kişi Ramazan ayını bir fırsat ayı gibi görürse Ramazan’ı o şeklide karşılıyor. Beynimizin çalışma sisteminde de öyle bir özellik var. Kendi kendini programlayabiliyor. Mesela ‘Sabah dörtte kalkacağım.’ diye inanarak yatarsan saat kurmadan kalkarsın. ‘Kalksam da olur kalkmasam da olur.’ dersen kalkamazsın. Bunun gibi Ramazan'da da ‘Ben bütün gün aç kalacağım, oruç tutacağım.’ diye inanarak yaptığı zaman kolay oluyor. İnanmadan yapıyorsa Ramazan külfet haline geliyor, öfke oluşuyor. Bu tamamen beynimizi programlama ile ilgili. Beynin çalışma sistemi ‘Düşünüyorum o halde varım.’ diyordu. Şu anda ‘İnanıyorum o halde varım.’ diyor. Bir düşünceye duygu ekleniyor. Duygu eklenince onu enter tuşuna basar gibi kabul ettiği zaman beyin onu inanış olarak kabul ediyor. Sonra ona göre pozisyon alıyor, algılama yapıyor. Tepkiler veriyor ve ona göre beynini programlıyor. Oruçta ilk 2-3 gün alışma dönemi vardır. Alışma döneminden sonra acıkmamaya başlar. Bu arada da vücut kendi kendini tamir etmeye başlar. Kişi açlığın vereceği zahmeti kolayca aşmış olur. Zaten yemekteki lezzeti en çok ortaya çıkaran şey açlığın şiddetidir. Yediğin yemeğin kıymetini, lezzetini daha iyi anlıyorsun.” şeklinde konuştu.
“Diyet rejimlerini değiştiren devrim…”
Orucun fiziksel ve biyolojik etkisine ilişkin Tarhan; “2016 yılında bir Japon, otofaji çalışmasıyla Nobel ödülü aldı. Otofaji çalışmasında vücut 12 saatten fazla aç kaldığı zaman şuna benziyor: Mesela bir insan eve gelse evin kapısı kapalıysa içeri giremeyecek. Yemek için de öyle. Her taraf kapalıysa sağda solda ne varsa onu atıştırıp yemeye başlar. Vücut da aç kaldığı zaman depodan yiyor. Aç kaldığı zaman alıştığı rutin gıdalar gelmediğinde bu sefer vücudun sağındaki solundaki atıkları yemeye başlıyor. Depodan yiyor. DNA’nın içerisindeki birikimleri yiyor. Hücre içerisinde bazı kesecikler var. Vücut fazla gelenleri orada biriktiriyor. Onlar daha sonra yağa dönüşüyor. Hücrede hasar yapıyor. Vücuttaki hasarlı birikimleri, yorgunluk maddelerini, vücuttaki atıkları temizliyor. Otofaji bunu kanıtla gösterdi. Bu devrimi yaptığı için diyet rejimleri de değişmeye başladı. Bu da aslında aralıklı oruç denilen orucun 10-12 saat aç kalmasıyla çok yakından ilgili. Bağırsaklar açısından da bağırsak mikro biyomu var. Bağırsaklarımızda vücudumuzun hücresi kadar hücre var. Bu hücrelerde bizim yol arkadaşımız. Bu süreçte onlara da bir rahatlama alanı bırakmış oluyoruz.” dedi.
“Kaliforniya sendromu medeniyetin sendromu haline geldi”
Kaliforniya sendromunun medeniyet sendromu haline geldiğine dikkat çeken Tarhan; “Evrenle beynimiz arasında bir zihin arayüzü var. Ruh denilen bir program var. Ruh programı. O programın doğuştan gelen bir yanı var, kendi değiştirilemeyen yazılımlar var. Sistem dosyaları var. İşletim sistemi var. Bir de bize ait, rahat hareket ettiğimiz alan var. Ruhumuzun bize ait özgür bir alanı var. Zihin olarak dediğimiz bir alan. Ramazan’da bunu yeniden düzenlemek mümkün. Bu çağ özellikle hedonizmin yüceltildiği bir çağ. Kaliforniya sendromu diye tanımlanıyor. Şu anda Kaliforniya sendromu medeniyetin sendromu haline geldi. Bu sendromun dört ana belirtisi var. Birincisi hazcılık. Haz peşinde koşmayı ego ideali saymak. Haz vermeyen şeyden kaçıyor. Modern öğreti bunu savunuyor şu anda. İkinci belirti kişinin egosantrik olması yani benmerkezcilik. Üçüncü olarak da yalnızlık. Böyle insanlar zaten yalnız kalıyor. Hedonist insanlar bir müddet sonra kendi çıkar odaklı ve haz odaklı oldukları için güç de elindeyse etrafında sahte bir sürü insan oluyor ama gücünü kaybettiği zaman da yalnız kalıyor.” ifadelerini kullandı.
Ramazan ayının kazandırdığı iki önemli beceri…
Ramazan ayının iç esenlik duygusu oluşturduğunu dile getiren Tarhan; “Ramazan ayının kazandırdığı iki önemli beceri var. Biri doyum erteleme becerisi. İkincisi dayanıklılık eğitimi. Bu iki beceriyi özellikle ergenlere modüllerle öğretiyoruz. Bu becerilere sahip olmayanlar hayatta başarılı olamıyorlar. Birçok hata yapıyorlar. Bazı kişiler hemen şimdi olsun istiyor. İçimizdeki haz parçası böyle istiyor. Nefs olarak tanımlanan parça hemen ve şimdi diyor. Onu erteleme becerisi kazanıyoruz. Normalde bu kültürel olarak ailenin içerisinde öğreniyordu. Şu anda kültür aktarımını aile yerine sosyal medya mecraları yaptığı için çocuklarımız bunu öğrenemiyor. Çocuklar bu yüzden haz zevk tuzaklarına düşmeye daha yatkınlar. Onlara öğretmek gerekiyor. İşte Ramazan ayı bunun için bir fırsat değerinde. Çünkü Ramazan’da bir atmosfer oluşuyor. İnsanın Ramazan dışında oruç tutması daha zordur ama Ramazan’da genel bir iklim oluşuyor ve kişi bunu inanarak yaptığı zaman beyinde iç esenlik duygusu oluşuyor. İç huzur oluşuyor. Bu da beyinde mutlulukla ilgili kimyasalların aktif hale geçmesi demektir. Burada tansiyon gibi sağlıkla ilgili konularda daha olumlu gelişmeler görüyoruz. Kişinin ruh sağlığı açısından da önemli etkileri var. Birçok psikiyatrik hastalıkların sebebi olan acelecilik, sabırsızlık becerilerine karşı dayanıklılık becerisi kazandırıcı rolü var.” şeklinde konuştu.
“Ramazan ayının kazandırdığı en önemli duygu sosyal merhamet duygusudur”
Ramazan ayında sosyal merhamet duygusunun arttığını vurgulayan Tarhan; “İnsan, biyolojik doğası ve psikolojik doğası bakımından ilişkisel bir varlık. Yani insan tek başına yaşamaya göre programlanmamış. Bu özellikler dolayısıyla insan sosyal dokunun parçası olmak istiyor. Ramazan ayı yüksek duygularla yardımlaşmayı kazandırıyor. Yardım etmenin insana peşin bir faydası var. Ölüm ve ölüm sonrasıyla ilgili faydasından daha çok peşin bir faydası var. Onu sevindirmek. Onu mutlu etmek. Merhamet girdiği her şeyi güzelleştiriyor. Ramazan ayının kazandırdığı en önemli duygu sosyal merhamet duygusudur. Merhamet duygusunun birinci faydası kendimize, ikincisi faydası da aileyedir. Yani Ramazan ayında ailelerde tartışmalar azalıyor. Herkes sabırlı oluyor. Basit problemlerden çıkan kavgalar minimize oluyor. Bu nedenle çocuklar Ramazan ayını çok seviyorlar. Hani hep geçmiş Ramazan’lar denilir. Aslında hepimizin çocukluğunun Ramazanını özlediğimiz için öyle diyoruz. Çünkü çocukluk Ramazan'ları hep güzel anılarla yaşanır. Ruh sağlığı demek iyi anılar biriktirmek demektir. Sosyal insan ilişkilerinde iyi anılar biriktirirseniz ne kadar az travmatik yaşantınız varsa ruh sağlığınız o kadar daha iyi yürür. Ramazan da bunu sağlıyor ve birçok gerginlikleri azaltıyor. Sosyal ilişkileri aile içi ilişkileri düzeltiyor. Sosyal toplumdaki dezavantajlı insanların farkına varıyorsun. Ramazan ayı onlara yardım etmek için müthiş bir fırsat sunuyor. O insanların topluma aidiyetini de arttırıyorsunuz.” dedi.
“Hayatta hedefi olanlar için zorluklar birer basamaktır”
Ramazan’ın insana kazandıracağı faydalardan bahseden Tarhan; “Oruç tutan kişide gerginliğin, kaygı halinin olması doğal bir durum. Oruçlu insan açlık çekecek, zorluk çekecek ve bunu yönetecek. Biz bu zorlukları kucaklayarak büyüyebiliriz. Yani bunlar büyümenin, mükemmelin bir parçası. Kabullenmek gerekiyor. Hayat yolunda ilerlerken karşılaşılan zorluklardan kaçınmak, korkmak değil onlarla yüzleşmek ve yönetmek gerekiyor. Korkularla, stresle olan ilişkimiz karanlıkla olan ilişkimiz gibi. İnsan karanlığın olduğu bir mağaraya girdiği zaman ilk başta korkar. Hemen çıkıp kaçmak ister ama orada yapması gereken bir şey varsa biraz bekler ve gerekli tedbirleri alır. Yavaş yavaş ilerler ve daha sonra gider yapmak istediğini yapar. Eğer bir hazine bulacaksa hazinesini bulur. Hayatta hedefi olanlar için zorluklar birer basamaktır. Aynı zamanda insanın dayanıklılık eğitimi oluyor. Yaşanan hayat olayları, zorluklar bizim psikolojik savunmalarımızı güçlendirir. Ramazan’ın da insana kazandıracağı maddi manevi faydalar var. İçimizdeki o yanlış telkinlere hayır diyebilmemiz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
“Eski sorulara yeni cevaplar vermemiz gerekiyor”
Ramazan ayının gençlerin anlayacağı dille anlatılması gerektiğini söyleyen Tarhan; “İslam medeniyetiyle birlikte Selçuklular, Osmanlı dönemindeki kültürel aktarımını atalarımız çok güzel aktarmış, bir noktaya kadar getirmişler. Şu anda eski sorulara yeni cevaplar vermemiz gerekiyor. Ramazan’ı da gençlere klasik bir şekilde anlatmak gençleri tatmin etmiyor. Bu nedenle gençlerin anladığı bir dille anlatabilmemiz gerekiyor. Hiç ummadığınız kişilerde bakıyorsunuz birçok dini ritüeli yapmadığı halde Ramazan’da yapıyor. Türkiye’de alkol kullanma oranı Ramazan ayında yüzde 50 oranında azalıyor. Bu sebeple alkole bağlı karaciğer ve kalp hastalıklarının çıkması engelleniyor. Bu bir gelenek buna kolektif bilinçaltı deniyor. Kolektif bilinçaltımıza yerleştiği için bu aktarılıyor. Bu sosyolojik bir gerçeklik haline geliyor. Buna karşı çıkmak aslında akla karşı çıkmaktır. Bu bizi biz yapan kültürdür. Din, dil birse bu millet zaten birdir. Atalarımız asırlardır bunu yapmıştır.” şeklinde konuştu.
Okunma : 81
ÜHA