TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: "Psikiyatrik Bilim Kurulu Oluşturmalıyız"

Prof. Dr. Nevzat Tarhan:

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, dünya gündeminin tek başlığı haline gelen koronavirüs pandemisinin ruhsal etkilerini ve bundan sonra yaşanabilecekleri anlattı.

Sağlık politikalarına ruh sağlığı politikaları da eklenmeli. Şu anki bilim kurulunda psikiyatrist bir üye de olmalı. Verilen kararların psikolojik boyutu ile ilgili bir değerlendirmenin de olması gerekiyor. Böyle giderse 1-2 ay sonra psikiyatrik bilim kurulu oluşturmak zorunda kalırız.

Koronavirüs nedeniyle psikolojik etki altında kalan insan sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu konuda psikiyatriye düşen görevler nelerdir? Bu hastalık gittiğinde insanların ruhsal olarak durumu ne olur? Beklenen bir tablo var mı? Bununla nasıl mücadele edilir? Tüm bu soruları sizin için sordum. Evet belki bu günlerde birbirimize dokunamasak da, sarılmasak da bugünleri elbirliğiyle el ele vererek atlatacağız. Yeter ki siz kendinize, ruhunuza iyi bakın. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile dünya gündeminin tek başlığı haline gelen koronavirüs pandemisinin ruhsal etkilerini ve bundan sonra yaşanabilecekleri sizin için konuştuk.

“Sosyal mesafeyi koruyacağız ama ruhsal mesafeyi bozmayacağız”

Şu anda koronavirüste AKUT dönemindeyiz. Beden sağlığı ön plana çıktı. Beden sağlığını korumak için verilen bazı tavsiyeler var. İlki hijyene dikkat edilmesi. İkincisi sosyal mesafenin korunması. Bunlar geçici olarak olursa insan bunu tolere eder. Ama bu uzun sürerse ruh sağlığı bozulmaya başlar. Sosyal mesafenin uzun süreli olması insanlar arası düşmanlık duygularını artırır. Korku artar güven azalır. İnsanlar arası tartışma ve çatışmaların ortaya çıkmasına sebep olur. Sosyal ilişki bozulur. Çin, Kovid-19 raporunu verirken virüs salgınını önleyecek şey sosyal izolasyon değil, sosyal iş birliğidir diye bir cümle kullanmıştı. Burada çok haklılar. Çünkü insanlara sosyal izolasyon yapılırken insanların birbirlerinden kopması hedeflenmiyor. Sosyal mesafe koyacağız ama ruhsal mesafeyi bozmayacağız. İnsanlar birbirleri ile olan bağlantılarını kesmemeli. Rutin görüşmeler yine yapılmalı fakat online ortamlara geçilmeli. Telefon görüşmeleri ve görüntülü görüşmeler yapılmalı artık.

“Sosyal izolasyonu psikolojik izolasyona dönüştürmeyin!”

Kişiler rutini bozdukları zaman koronafobi ortaya çıkıyor. Koronafobide 3 tane ana belirti var. Kişinin tek zihinsel uğraşı haline gelmesi. Sadece onu düşünüyor hale geliyor. İkincisi böyle durumlarda insanlarda kaçınma davranışının ortaya çıkması. Üçüncüsü de kişilerin davranışsal olarak da toplumdan kopması. Sosyal izolasyonu psikolojik izolasyon haline dönüştürmeleri. Şu anda insanlar birbirlerini destekliyorlar. Ama bir yandan da toplumdaki ruhsal hastalıklar da yükseliyor. Sosyal mesafe ile ilgili korkular ve güvensizlik ortaya çıkıyor. Ve hijyenle ilgili mizofobi vakaları ortaya çıkıyor. Mizofobi mikrop korkusu. Eline mikrop bulaşacak diye eline çorap geçirip evde dolaşan var. Bu durumla geçici bir süre olduğu zaman kabul edilebilir ama uzun sürede hastalık haline geliyor. Bu iki olgunun toplumda artması psikiyatrik komplikasyon olarak ortaya çıkacak. Şu anda yoğun bakımlarda doluluk yaşanıyor, eğer bu süreç daha da uzun sürerse psikiyatri kliniklerinde patlama olacak.

“Sağlık politakalarına ruh sağlığı politikaları da eklenmeli!”

Şu andaki veriler gösteriyor ki koronavirüs ile ilgili çalışanlar şu anda psikolojik müdahale ekibi kurmaya başladılar. 20 dakikaya kadar sağlık çalışanlarına ücretsiz destek veriyor pek çok kurum. Türkiye’de de derneklerin çalışmaları var. Bunların daha sistematik yapılması gerekiyor. Sağlık politikalarına ruh sağlığı politikaları da eklenmeli. Şu anki bilim kurulunda psikiyatrist bir üye de olmalı. Verilen kararların psikolojik boyutu ile ilgili bir değerlendirmenin de olması gerekiyor. Böyle giderse 1-2 ay sonra psikiyatrik bilim kurulu oluşturmak zorunda kalırız.

“Yalancı koronavirüs olgularına dikkat!”

Üçüncü ortaya çıkan da yalancı koronavirüs bulguları ortaya çıkması. Pseudo Kovid-19 deniyor. Psikiyatri alanında yayın yapan bir mecra olan Medscape Psychiatry yayınlanan bir araştırmada da belirtildiği üzere insanlar hastalık hastası durumuna geldi. Başı ağrıyan hastanelere başvuruyor. Hastaneler de şu anda en riskli alanlar. Ruh sağlığı politikalarıyla ilgili şu anda belirsizlik var. Sağlık Bakanlığı’ndan bilgi bekliyoruz. Eğer bilgi verilemezse korkan insanların korkusu daha da artacaktır. Şu anda kriz var. Krizi çözecek olan şey açık ve şeffaf olmaktır.

Acaba bunu ikinci planda mı düşünüyorlar?

Şu anda psikolojik boyutu doğru okuyup okumadıklarını bilemiyoruz. Çünkü bilim kurulunda bir psikiyatrist yok. Şu anda bize yansıtılan veriler psikolojik boyutun da eş zamanlı yansıtılması gerektiğini gösteriyor. Ruh sağlığı politikasının deklere edilmesi gerekiyor. Alınan kararları yapılan çalışmaları karar vericilerin açıklaması gerekir ki toplum rahatlasın. Biz de camia olarak bilmek isteriz. Halk sağlığı ve ruh sağlığı uzmanlarının ekip olması gerekiyor. Halk sağlığı uzmanları verileri kontrol eder toplumun ruh sağlığı açısından iki grubun karışık olduğu bir oluşuma ihtiyaç var.

“Korkular sağ kalım duygusu ile alakalı”

İnsan neden korkar, korku duygusu neden ortaya çıkar?

İnsanın nasıl karar verdiği ile ilgili yapılan araştırmalarda şu ortaya çıktı: İnsanın en çok karar vermesini etkileyen kaygı ve korkular. Bir insanın hayatı ile ilgili geleceği ile ilgili geçmiş günlük hayatı ile ilgili kısa orta ve uzun vadeli kararlarda kaygı ve korkular olumlu şeylerden daha çok etkiliyor. İnsanın öyle bir zihinsel işleyişi var ki komediden daha çok melodram insanı etkiliyor.

Bu beynimizle mi alakalı?

Beynimizle alakalı. Melodramı olumsuz şeyleri insan beyni daha çok algılıyor mesela burada konuşurken dışarıdan yüksek bir ses geldi. Herkes işini gücünü bırakır onunla ilgilenir. İnsanın sağ kalım duygusu ile ilgili bir şey bu. Sağ kalma kendini hayatta tutma gibi. İnsanın biyolojik kodları var, yaşama arzusu var insanda. Sonsuzluk isteği, ölümsüzlük isteği var insanda, biyolojik doğamızın gereği bu. İnsan doğası gereği ölmek istemeyen ve yaşamak isteyen hayatta kalmak isteyen bir varlık. Eğer bu duygu olmazsa zaten insanlar zorlukla karşılaştığı zaman bırakıverirler kendini. Yani yaşama motivasyonu olmasa insanın yaşam kalım tehditle hayatla mücadele ile ilgili bir adım atmaz.

Yaşama motivasyonunu insan nerede bırakır?

Depresyondaki kişilerde kaygı oluyor; ‘Yaşamasam daha iyi, ölsem daha iyi. Bir kaza olsa ölsem de kurtulsam’ gibi, intihar etmek istemeyen kişilerde ölüm düşüncesi daha çok aklına gelmeye başlıyor. Ölüm düşüncesi yetmiyor, ölüm isteği gelmeye başlıyor. Ölüm isteği yetmiyor ölüm ile ilgili niyet otaya çıkıyor.

Neden insanlar depresyona girer?

Depresyonda ölüm düşünceleri çok geldiği için intihar ortaya çıkıyor. Depresyona girmenin biyolojik boyutu var. Beyindeki serotonin hormonu azaldığı zaman kişi depresyona giriyor. Yaşamak istemiyor, haz almıyor, haz veren şeylere karşı ilgisi azalıyor, yaşamaya karşı da ilgisi azalıyor. Depresyona bu şekilde giriyor. Daha sonrasında psikolojik acı çekerler. Buna da psikolojik ağrı denir. ‘Böyle 5 sene daha yaşayacaksam hiç yaşamayayım bu hayatı’ diyebilirler. Bu duyguların arkasında aynı zamanda bazı korkular da oluyor. Fukuyama’nın bir tezi vardı. Güven diye bir kitabı vardı, sosyal güven ile ilgili. Kapital sistem insanın karar verirken ihtiyaçlarını dikkate aldığını söylüyordu. İnsan ihtiyaçlarına göre karar verir diyordu ama sonra şu ortaya çıktı: İnsan karar verirken sadece maddi ihtiyaçlarına göre değil, psikolojik ihtiyaçlarına göre de karar veriyor. Bu psikolojik ihtiyaçlardan en önemlisi güven ihtiyacı.

Hayatta güvendeyim, evimde güvendeyim, evim güvenli alan. Sosyal güven alanındayım diye düşünüyor insan. Mesela onun için kimlik duygusu da güven duygusu ile ilgilidir. Kimlik duygusu açlık tokluk duygusundan daha önemlidir insan için. Onun için kimlik duygusunu göz önüne almayan politikalar insanı algılayamaz. ‘Yediğin önünde yemediğin arkanda. Rahatın iyi ekonomik her türlü şartları sana hazırladık.’ Özellikle kültürel kimlik mücadelelerinde bunun farkına varılmıyor. Kişiye kültürel kimliğini ifade etme özgürlüğü tanımıyorsun. ‘Sana ekonomik haklar tanıdık daha ne istiyorsun’ diyorsun. Hâlbuki o kişinin kültürel kimliği demek ‘Ben filanca kültürel kimliğe mensubum, filanca milli değerlerim var filanca sosyal ailem yapım var.’ Buna kimlik çadırı deniliyor. Kişinin eğer kimlik çadırı yoksa kendini güvende hissetmiyor. Kimlik duygusunu tatmin etmeyen kişiler, evde değil gibi, kendini güvende değilmiş gibi hissediyor. Irkçılık politikaları insandaki güven duygusuna zarar verdiği için dünyada tutmadı. Yani bir insan bir ırka ait olmak istiyor, bir kültüre, milli bir değere ait olmak istiyor. Bunu yok edemezsiniz ama bunu başkalarının milli duygularını yok etmeye çalıştığınız zaman o insan içine kapanıyor, güven yerine korku alıyor ve korkusu olan bir kimse de ne yapar yatırım yapamaz.

“Bu çağın kutsalı insan haklarıdır”

ABD’nin en çok yenilikleri ortaya çıkaran ülke olmasının nedeni Avrupa’daki özgürlükçü kişilerin oraya göç etmesi ve oranın halkının temel kültürünün de özgürlükçülük ve yenilikçilik olması. İnsani değerlerinin de bu dünyada, insan haklarının da bu çağın dini olması. Bu çağın kutsalı dini anlamda insan haklarıdır. İnsan haklarından biri de insanın özgürce yaşama hakkıdır, insanca yaşama hakkıdır, yaşama hakkıdır, seyahat hakkıdır gibi temel insani haklar var. Bu hakları tehdit eden durumlarda insanın güven duygusu zayıflıyor. Korkuları ön plana çıkıyor. Korkuları ön plana çıkan insan, karar verirken bunlarla karar veriyor. Genellikle insanı insan yapan değerler temel değerler hatta insanı insan yapan değerleri cilt gibi kabul ediliyor. İnsan vücudundan elbisesini değiştirebilir ama cildini değiştiremez onun için insan hakları konusu insanın insan olduğu için olan hakkıdır. Bu onun hakkıdır. Her yönetici onu tanımak zorundadır. Onu istediği zaman kısıtlayamaz, kısıtlarsa insan haklarına aykırı davranmış olur. Ondan insan hakkından vazgeçmesini bekleyemezsiniz.

Gençlerin özerklik ve özgürlük duygusu göz önüne alınmalı

İnsan haklarına aykırı davranıldığı zaman toplumlarda nasıl sorunlar ortaya çıkar?

Korku ortaya çıkıyor. Korku ortaya çıktığı zaman güven zayıflıyor, güven zayıfladığı zaman kaçınma davranışı veya saldırganlık davranışı oluyor. Korku politikaları geçici olarak sessizlik yapmıştır. Kısa vadede etkili olmuştur, orta ve uzun vadede kaybettirmiştir. Mesela Hitler’in örneği verilebilir. Mesela Sultan Abdülhamit büyük sultandı ülkede o zaman mektepler kurdu mühendishaneler Mekteb-i Tıbbiye-i Şahaneler hepsini kurdu çok güzel bir refah seviyesine ulaştırdı. Ülkeyi zenginleştirdi, demiryolları yaptı ama ülkeyi yönetme politikası baskı ve korku ağırlıklıydı. Çünkü siyasi olarak o zamanki şartlarda çok iyi oyun kuran kişiydi, çok iyi operasyon yapan kişiydi. Muhaliflerine operasyonlar yapıyordu rahatlıkla ve korkutarak. Onun için yetiştirdiği gençler ondan koptu. Onun korku politikaları güveni azalttı. Gençlerde özgürlük arayışı çok daha önemlidir. Gençlerde özgürlük arzusu ve tutkusu çok fazla. Hatta o dönemde Fransız ihtilalindeki sloganları düşünün. Hürriyet, müsavat, adalet, uhuvvet bunlar nedir adalet, eşitlik, özgürlük ve barış. Şuandaki gençlerin de sloganları bunlar. O zaman İttihat ve Terakki’nin de sloganlarıydı bunlar. Hürriyet nutukları atılıyordu, meşrutiyet o şekilde ilan edildi.

Avrupa’da yetişen Abdülhamit’in yetiştirdiği gençler onu yıktı. Neden yıktı? Gençlerdeki özgürlük arzusunu göremedi Abdülhamit. Gençler korkularını içine atmadılar. Gençlerde eğer özgürlük arayışı yoksa kültürel olarak itaatin yüceltildiği bir kültürden geliyorsa içine atıyor atıyor, şartlar oluştuğu zaman orantısız tepki veriyor. Osmanlı’nın son döneminde de bu şekilde, zamanın ruhu özgürlük olduğu için özgürlüğü gençler yakaladılar. Gençler özgürlüğün ruhu ile İttihat ve Terakki’yi kurdular. Onun için gençler üzerinde politika yapıyorsak muhakkak gençlerin özerklik duygusunu ve özgürlük duygusunu göz önüne almak gerek. Gençlerde biyolojik olarak var bu.

“Korkutma yöntemi değil, güven kazanma önemli”

Gençlerin daha atak, daha gözü kara davranmalarına sebep nedir?

Gençlere delikanlı deniliyor neden? Bazı psikoloji ekolleri gençlik için normal şizofrenik dönem diyor. Şizofren gibi dengesiz, ölçüsüz, anlamsız saçma hareketler yapabilir genç. Gençliğin doğası bu. Hz. Peygamberin bir sözünü iştim. ‘Buluğ çağı deliliğinin bir şubesidir’ hadisi şerif bu ve psikolojinin şuandaki tespiti ile aynı. Delikanlı sözü gerçekten biyolojik doğamızda var. Gençlik çağı genellikle bazı görüşlere göre 22 şuanda da uzadı yani 30 yaşına kadar çıkabiliyor. Gençlik çağı 12-22 yaş arasıdır normalde ama şimdi uzadı evlilik çağı da uzadı zaten. Gençlerdeki özellik nedeniyle delikanlılık özelikleri nedeniyle akıldan çok hisler, mantıktan çok duygular ön plandadır gençlerde. Mesela bizim kültürümüzde olan sorma, düşünme, itaat et kültürü bu çağda geçerli değil, şu anda özgürlük çağı iletişim çağı. Sosyal medyadan sonra artık özgürlük çağı kurumsallaştı. Özgürlüğün bu derece kurumsallaşması, sosyalleşmesi yani anne baba çocuğu korkutarak yönetemez. Bir işyerinde yönetici insanları korkutarak yönetemez, siyasetçi eğer çalışanlarını korkutarak yönetim yapıyorsa geçici olarak başarılı olur. O yüzden korkutma yöntemini değil, insanlara güven kazanma yöntemlerini kullanmak gerekir.

Peki, bu anahtar mı, her yolu açar mı?

Korku gideren şey sevgidir çünkü. Mesela bir ailedesiniz ve altı tane çocuğunuz var üçünü fazla seviyorsunuz üçünü az seviyorsunuz o fazla sevmedikleriniz de korku yaşar. ‘Annem babam beni fazla sevmiyor demek ki geleceğim güvende değil’ diye düşünürler. Çocuklar kaygı hisseder ve anne babaya karşı pasif olurlar, saygısızlık yapmaz ama pasif bir direniş gösterir peki anne der ama tam aksini yapar, ters kimlik geliştirir.

Burada çocuk mutluluğu uyuşturucu benzeri şeylerde aramaya başlar mı?

Tabii ki işte çocuk mutsuz olunca orada mutlu olur, ona yönelir. Anne babaya karşı saygılı bir itiraz vardır, saygısızlık yapmaz ama dediğini yapmaz hatta engellemeler yapar.

“Geç evlenmek hatta evlenmemek doğal karşılanıyor”

Gençlerde evlilik yaşı uzadı. Neden evlenemiyoruz?

Evlilik yaşı şu anda bütün dünyada genellikle çocuk yapma yaşı dünyada 30’u buldu. Hatta genellikle 35 yaşında evlenip 35 yaşından sonra bir çocuk yapma eğilimi var. Dünyadaki popüler kültürün sonuçları Türkiye’de de yeni kuşakları etkiledi. Mesela evde kalma eskiden negatifti şu anda bu evde kalma tartışmaları olurken yani herkes gülerek karşıladı bunu. Doğal bir şey gibi onu tercih ettim denilebiliyor toplumda. Paradigma dönüşümü yaşanıyor, evde kalma kavramının negatif bir kavraman olmadığı bir tercih olduğu, sosyolojik bir değişim var dünyada. Bu Türkiye’ye de yansıdı. Hatta Mark Twain’in bir sözü var erkekler için geçerli bu, niye evlenmiyorsun demişler Mark Twain demiş ki, “Bir şişe süt için bir inek beslenir mi?” Erkek feminizmi bu. Kadın erkek ilişkisini cinselliğe indirgeyen bir ilişki.

Aslında öyle midir?

Öyle değil. Erkek beyni cinselliğe indirgiyor kadın erkek ilişkisini. Erkek beyni erotizmi yüceltir, kadın beyni romantizmi yüceltir, normali budur. Cinsellikle erotizm ve romantizm çalışmalarında psikoloji öğrencilerine günde kaç defa cinsellik aklına geliyor diye kız ve erkek öğrencilere bir alet veriyorlar, cinsellik aklına gelince düğmeye basıyorlar, erkekler beş misli fazla basmış kadınlara göre. Bu erkek beyninin biyolojik doğasıdır, tek gecelik beraberliklerde, ertesi gün erkek unutur o kişiyi kadın telefon bekler.

“Evlilikler şirket gibi görülmeye başlandı”

Bu çok enteresan bir şey gerçekten, peki buradan nasıl olacak?

Onun için evliliği başlatan erkek oluyor genelde, sürdüren kadın oluyor. Erotizm ihtiyaçları nedeniyle erkek evlilik istiyor, çocuk istiyor kadın da evliliğin sürmesi için romantizm istiyor ama modernizm romantizmi mahvetti. Modernizm, romantizmi ortadan kaldırdı, kapitalizm romantizmi ortadan kaldırdı çünkü evlilik insan ilişkileri çok maddesel keskinliklerle düşünülür hale geldi, şirket gibi görülmeye başlandı. Evlilik çıkar ilişkileri gibi görülmeye başlandı. Evlilik kurumunu maddi menfaatler gibi gördüğün zaman, romantizm olmadığı zaman insan neden evlensin ki, işte Mark Twain haklı çıkıyor o zaman. Evliliği bir menfaat ortaklığı gibi gördüğün zaman o evlilik yürümez. Evliliğin menfaat ortaklığı değil, yaşam ortaklığı olarak görülmesi lazım. Hatta biz ona evlilikte H2O formülü diyoruz; hidrojen ve oksijen atmosferde özgür ve özel dolaşıyor istedikleri gibi ama H2O olunca su molekülü oluyorlar, özgürlükleri gidiyor ama ben değil biz oluyorlar yeni bir yaşam formu oluyorlar.

Evlilik bir yaşam formudur onun için bir kişilik değil iki kişilik düşüneceksin. Evlilikte, karar verirken eşinin istek ve ihtiyaçlarını da zihninde hayal ederek karar vereceksin tek başına karar vermeyeceksin. ‘Evlendiğim zaman hem evli hem özgür olurum diyorsanız sakın evlenmeyin’ diyoruz, evlilik olgunluğu olmamıştır o kişide. Evlilik olgunluğu varsa bir insanın ben değil biz bilinci olması gerekiyor, iki kişilik düşünecek, iki kişilik kaygı hissedecek ve iki kişilik plan yapacak. Tek kişilik plan yapan, bütün gün eşini ailesini aklına getirmeyen kimse evliliği yapamaz. Evlenmesin daha iyi o zaman hiç olmazsa çocuklar mağdur olmaz.

“Amazon kadınlar bu çağda da ortaya çıktı”

Maddi veya manevi olarak sorumluluk almak aslında bilinçaltında yine bir korku mu dürtüyor?

Şu anda yaşam standartları arttı, bireysellik arttı, daha konformist ve daha benmerkezci nesil geliyor. Bu ben merkezci, konformist ama sevimli gençler yani yıkıcı ve agresif değiller ama konforlarını, küresel ısınmayı, dini ve milli ideolojik aidiyetlerden daha çok önemsiyorlar. Yeşille daha çok ilgileniyorlar sosyolojik değişim var dünyada. ‘Neden evleneyim özgürlüğümü kısıtlayayım?’ diyor. ‘Neden evlenip 10 sene ev borcuna gireyim ki?’ diyor, böyle bir nesil geliyor. Hatta çocuk ihtiyacını karşılayan bekâr anneler ortaya çıkmaya başladı. Çocuk isteği olduğu zaman sperm bankasından sperm alıyor, taşıyıcı annede çocuk yapıyor ve büyütüyor.

Bekâr anneler ortaya çıkıyor. Geçmiş çağlarda amazon kadınlar vardı şimdi Avrupa’da amazon kadınlar yine ortaya çıktı. Kendi adlarına dernek kuruyorlar, erkeklerle aralarına mesafe koyuyorlar dayanışma şeklinde. Kafeleri ayrı, erkeklerin olduğu kafelere gitmiyorlar ve evlenmiyorlar. Kadın erkek ilişkisini kadın erkek düşmanlığı gibi algılıyorlar. Kadın erkek ilişkisinde kadınla erkeği tamamlayıcı değil, kadın erkek rekabeti gibi algılıyorlar. Böyle algılanınca da ne oluyor? ‘Böyle durumlarda erkeğin üzerinde hâkimiyet kurmadıkça ben mutlu olamam’ diyor. Hâkimiyet kuracağı bir erkek istiyor ve bunu da başaramayacağını düşünürse evlenmiyor ya da evliliği devam ettirmeme kararı alıyor ve kendi içinde dernekler oluşturuyorlar.

“Evinde huzursuzluk olan gençler evliliği düşünmüyor”

Her şeyin kökü duyguya dayanmıyor mu? Her ne yapıyorsak duygularımız yüzünden mi yapıyoruz?

Temel duyguda güven ihtiyacı insanın temel güven duygusu, güvende olmadıkça bir insan evlenemiyor kendisi riske giremiyor, evliliği risk olarak görüyor. O zaman güven duyulmayan insanlarda, gelişmeyen bu yetilerin sebebin temeli çocukluğuna mı dayanıyor? Yetişme şekline mi dayanıyor? Anne babanın yaptığı hatalara mı dayanıyor? Gençler çok iyi gözlemci; kendi çevresindeki insanları, anneyi babayı gözlemliyor. Eğer evde devamlı bir huzursuzluk varsa evlenmeye karşı korkuyor.

Anne babası kavga eden çocuklar evliliğe karşı korkuyor diyebilir miyiz?

Çocukluk çağı travması olan çocuklar evliliğe karşı daha çok korkuyla yaklaşıyorlar. Böyle durumlarda 30-60 sene önce ve şimdiye bakıldığında kızlar okuyamıyorlardı o zaman erkeğe sığınarak güvende hissediyorlardı. Şimdi genç nesil daha eğitimli, eşine çay götürmüyor hatta eşine hizmet etmeyi şu an mobbing gibi görüyor. Erkek evlendiği zaman ona hizmet eden bir eş beklentisi var.

Erkekte böyle bir şey var. Hala böyle mi peki?

Hala böyle çünkü kadın da erkek de çalışıyor. Eve geldiği zaman kadın ev işine devam ediyor, çocukların bakımına devam ediyor. Erkek televizyonun başına geçiyor dizi izliyor, maç izliyor ama kadında çalışıyor bu kadına haksızlık. İkisi de çalışıyorsa, ikisi de yemek yapacak ikisi de bulaşık yıkayacak, bunu kabul etmiyorsa evlenmesin o zaman.

Bu tarz erkekleri kadınlar yetiştiriyor aslına baktığınızda annelerinden öğreniyorlar?

Anneler ve çocuklar arasında 30 senelik bir kuşak farkı var. Anneler fedakârlığı sorumluluk gibi görüyorlar ama yeni yetişen kuşak fedakârlığı lüks gibi görüyor evlilikte çünkü bunun altında yatan sebep erkeklerin nankörlüğü. Erkeklere mesela kadın hizmet ediyor, çocuklarına annelik yapıyor üç kariyerli çocuğunu yetiştiriyor; çalışan kadın, anne ve ev hanımı rolü var. Evde erkeğin iki rolü var iş adamı rolü ve evde erkek rolü var mesela eş rolü zayıf, baba rolü zayıf evde erkek sadece evin ihtiyaçlarını gideririm yeter diyor.

İşte gideriyor mu?

Hayır, şu an sorun var zaten gideremiyor erkek. Erkek şu anda kadından da beklenti içerisinde parasal açıdan.Beklenti içinde. Böyle olunca kırk yaş civarına geldiği zaman erkek şöyle düşünüyor; ‘Param var her şeyim var bir çiçekle bahar olmaz’ diyor ve başlıyor aldatmaya. Kadının biyolojik doğası tek eşliliğe yatkın, erkek poligamik kadın monogamik doğada erkeğin monogamiye yatkın olması için fedakârlık yapması gerekiyor. Kadınların özgürleşme hareketi ve erkeklerin uyum sağlayamaması evlilik kurumuna zarar verdi. Kadının özgürleşme hareketi erkeklerin zulmüne karşı haklıydı, evlilikte erkek zulmü var. Kadına ciddi şekilde köle muamelesi yapıyor. Bakıyorsun birçok evlilik efendi köle ilişkisi şeklinde. Böyle bir evlilik bu çağın doğasına aykırı.

“Kadın evde eşya gibi görülmek istemiyor”

Bir örnek anlatayım size, öğretim görevlisi olarak çalışan bir çift geldi. Evliliklerinin yürümemesinin sebebi şu; erkek ‘Dinimizde kadın kocasına itaat edecek deniyor, ancak bu kadın bana itaat etmiyor’ diyor. Örnek verir misiniz dedim. Kadın ise arala girerek ‘Şu elma örneğini verir misin?’ dedi. Adam elma kesmiş eşine vermiş kadın istememiş, adam zorla yiyeceksin demiş. Kadın yemeyeceğim deyince tartışma çıkıyor. İtaat denilince kölelik gibi görülüyor, böyle durumlarda kadın kendini evde eşya gibi hissediyor. Erkeğin uzantısı gibi hissediyor, bunu hissetmek zorunda değil bir kadın. Kadının hem özgür olması hem de kendini evine ait hissetmesi lazım.

Çocukların da hem eve ait hem özerk hissetmeleri önemli, bunu vermek lazım. Kuşak değişimi çok hızlandı tabii onun için gençlerimizi anlamamız önemli. Erkekler de evlilikle ilgili kavramlarını değiştirsinler. Artık evlilik ilişkisi, eş başkanlık ilişkisi var ya birlikte karar veren evlilik de bu şekilde olacak, ikili başkanlı sistem olacak. Bizim kültürümüzde de var o aslında kadın evliliğin dâhili müdürüdür. Ev işleri ondan sorumludur, son kararı kadın verir ama dış işler konusunda son kararı erkek verir böyle bir görev tanımı vardır. Bizim kültürümüzde bu değişti. Bu değiştiği için herkes her şeye karışıyor ve çatışma çıkıyor.

“Haz duygusu insanı esir ediyor”

Gençlik yaşı uzadı dediniz mesela 30 yaşında hala hayatta ayakta durmayı başarmayan birçok insan var, nedir insanları bu duruma getiren?

Ekonomik sebepler gözüküyor. Yaşam çıtasının yükselmesi ve yaşam standartlarının yükselmesi. Normalde şu anda herkesin dolabında 5 yıllık 10 yıllık ihtiyacını giderecek elbisesi vardır, mutfak eşyası vardır ama her sene alır. Bu tüketim ekonomisinin getirdiği bir sistem şu anda. Kapitalist sistem üretimi artırmak için tüketimi artırıyor. Tüketimi artıracak bir teşvik var popüler kültürde. İnsanda haz peşinde koşma duygusu vardır hedonizm. İnsan ödül ve ceza sistemine göre alışveriş yapar. Haz aldığına yönelir, haz almadığından kaçar, kapitalizm bunu kullandı. İnsanlarda doyum erteleme becerisi vardır, hayvanlarda yoktur. Haz insanı esir ediyor, haz bağımlıları haz kölesi oluyorlar. Haz insanın özgürlüğünü alıyor gerçek özgürlük insanın istediklerinden de özgür olmasıdır.

“Kapitalizm, haz duygusunu kullanıyor”

O zaman haz duygusunu normale çevirmek onun önüne geçmek için başka bir duygu var mı? Ne yapması gerekiyor?

İnsanda doyum erteleme duygusu var. Kapitalizm bu duyguyu kullanmamayı teşvik ediyor, hazın varsa karşıla diyor. Bu Freud’un haz ilkesinde geçiyor. İnsan için haz peşinde koşan bir varlık diyor. Kapitalizm, haz ilkesini çok önemsedi ve onu kullandı.

“İnsan doyum erteleme becerisini kullanmayı öğrenmeli”

İnsanın değer duygusunu mu yükseltmesi gerekir haz peşinden kurtulması için?

Haz duygusu kısa vadeli zevkler içindir. Mesela bir öğrenci bir hafta sonra sınava girecek, ders çalışması lazım ama televizyonla, bilgisayarla ilgileniyor çalışmayı erteliyor. Oysa doyum erteleme becerisine göre şunu demesi lazım: ‘İleride sınavı geçersem daha büyük bir haz bekliyor beni.’ Doyum erteleme becerisini kullanamayan insanlar böyle durumda haz peşinde koşan varlık durumuna geldiler. Kapitalizm, insanı hayvani dürtülerin ortaya çıktığı varlık haline getiriyor. Bağımlılığın artmasının en büyük sebebi kapitalizm felsefesidir. Kaliforniya Sendromunun dört tane ilkesi var; birincisi hedonizm yani haz peşinde koşmak, haz peşinde koşan bir insanın yaşam felsefesi hazcılığı yüceltiyor. Bu tip kişilere göre evlilikte hazları erteleme gerektirir, evlilik dayanıklılık gerektiren bir ilişkidir. Kişi hazların peşinde koşmak isteyince neden evleneyim ki diyor.

“İnsanların zevk peşinde koşma virüsü var”

İkincisi ise benmerkezcilik. Benmerkezcilik varsa bu kişiler yalnız kalmaya başlıyor. Modernizmin kâbusu yalnızlık şu anda yalnız kalan bir kimse mutsuz oluyor, kendini güvende hissetmiyor, kaygı ve korku artıyor. Sosyal izolasyon ortaya çıkıyor. İngiltere’de 8,5 milyon İngiliz yalnız yaşıyor. Onun için yalnızlıkla ilgili bakanlık kurulduğu şeklinde haberler yayınlandı. Bunun nedeni insanların yalnızlaşması ve mutsuzlaşması. Depresyon da artıyor. Sebebi araştırılıyor, neden artıyor, bir virüs mü var diye. İnsanların hedonizm virüsü var, zevk peşinde koşma virüsü var. Zevkçiliği ego idealizmi seçenler evlenmiyor bu yüzden gençlerin sorumluluğu reddetmeleri alışkanlık haline geldi. Önceden anne baba baskısıyla evleniyorlardı, şu anda anne baba artık eskisi gibi ısrarcı değil.

“Kapitalizm soyut zevkleri küçümsedi”

Toplumda cinsel özgürlük altında rastgele cinselliğin de yaygınlaşması var. Erkekler özellikle ‘Daha kolay fırsatlar var niye evleneyim ki?’ diyor. ‘Ben dünyaya bir defa geldim canımın istediğini yapmayacaksam niye yaşayayım ki’ diyor. Böyle durumlarda biz kişilere sonuç bilinci çalışıyoruz. Sen böyle tercihlerde bulunursan bir müddet sonra ne olur? Hayatta kısa değil orta ve uzun vadeli zevkler var. Anne, baba, meslek var. Hayattaki tek zevki cinselliğe ya da maddi zevke mi indirgiyorsun? Modernizm insanı somut zevklere yöneltiyor. Yemek, içmek ve cinsellik gibi temel dürtülerin yanı sıra soyut durumlardan da insan zevk almayı bilebilmeli. Gelişmiş insan soyut durumlardan da zevk alır; kitap okumaktan, sanattan, müzikten, seyahatten zevk alır. Soyut zevkleri küçümsedi kapitalizm.

“İnsan paylaşınca mutlu oluyor”

İnsanlar mutsuz. 40 yaşına gelmiş depresyonda birçok insan var. Mutlu olmak için ne önerirsiniz?

Mutluluk biliminde Perma modeli diye bir model var, çok güzel özetlemiş. Positive emotion, Engagement, Relationships, Meaning, Accomplishment. Pozitif psikolojinin kurucusu Seligman’ın geliştirdiği bir şey. Biz üniversite olarak 2013’ten beri Pozitif Psikolojiyi okutuyoruz, burada da öğretilen bir bilgi bu mutluluk formülü perma formülü. Permada, pozitif mizaç, olayları pozitif duygu haliyle karşılamak, pozitif ruh hali bizim baskın ruh halimiz olmalı. İkincisi perma engagement bir şeye angajeolmak özelliği. Bir insan işe kendini kaptırıyor. Bakıyor saatler geçmiş. İnsan işini severek yapıyorsa zaman çabuk geçiyor. Önemli olan sıradan işlerden zevk alarak yaşayabilmek.

“Güçlü olan değil, uyum sağlayan ayakta kalıyor”

Üçüncüsü, relationships yani ilişki. Kapitalizm bireyselliği yüceltiyordu, hâlbuki insan ilişkisel bir varlık ve yalnızken mutlu olmuyor. İnsan kendini mutlu eden bir şey olduğu zaman paylaşırsa rahatlıyor. Modern yaşam, bu özelliği terk ettirdi. Başkalarıyla paylaşmayı önemsemedi, Doğu kültürüne sadaka kültürü diye güldüler. Nietzsche kapital felsefenin teorisyenlerinden biridir. “Yardımlaşma piyasada işletme maliyetini artırır kimseye yardım etmeyin, kimseye alçakgönüllü davranmayın” felsefesini savundu. Yaşam felsefesinin teorisi değişti mesela Darwin’in şu teorisi sosyal psikolojinin teorisi oldu. Darwin ne diyordu; ‘Tesadüfi varoluş, yaşam mücadeledir, doğal seleksiyon var, doğal seçilim var, güçlü olan ayakta kalır.’ Pozitif psikoloji şunu söyledi: Varoluş tesadüfi diyemeyiz, tasarımsal varoluş, yaşam mücadele değil yaşam yardımlaşmadır, yardımlaşma esas mücadele istisnadır hayatta. Güçlü olan ayakta kalmaz, uyum sağlayan ayakta kalır.

“Terk ettiğimiz değerleri yeniden inşa etmeliyiz”

En büyük canlı dinozorlardı, vücudu büyüktü ama beyni küçüktü. Zırh var beyin yoktu uyum sağlayamadı ama karıncalar sağladı. Demek ki güçlü olan değil, uyum sağlayan hayatta kalıyor. Kapital sistemde yaşam mücadeledir. Kimseye acımayın kimseye yardım etmeyin diyerek merhamet duygusunu yok saydı kapitalizm. Doğada bir rekabet var ama barışçıl bir rekabet var böyle olunca modernizm yağmur ekti fırtına biçiyor şu anda. Biz terk ettiğimiz değerleri yeniden inşa etmeliyiz. Sosyal sermayenin parasal sermaye kadar gelişmesi gerekiyor.

“Haz peşinde koşan insan mutlu olamıyor”

Dördüncüsü meaning, insan hayata değer katan bir anlamının olması lazım, insanın kendi felsefesi için. İnsan mutluluk peşinde koşan değil anlam peşinde koşan bir varlık olmalı. Mutluluk peşinde, haz peşinde koşan varlıklarsa insan mutlu olamıyor. Mutluluk renkli bir gölge gibidir, yakalamaya çalıştıkça insan kaçar kaçtıkça daha çok koşarsınız ve yakalayamazsınız ama anlam peşinde koşuyorsanız arkanızdan mutluluk gelir. İnsanın hayatında anlam katacak hedefler olması lazım.

“Korkular ve kaygılar bizim seçimimiz”

Genç hayatın sonuna geldiği zaman nasıl anılmak istediğini, mezar taşında ne yazılması istediğini düşünebilmeli hatta anaokulundaki çocuğu bile yetiştirirken akvaryumdaki balığın ölebileceğini öğretmek gerekiyor. Onu öğretmediğin zaman çocuk öğrendiği zaman travma etkisi yaşar. ‘Bak çocuğum bu canlı, canlılar doğar, yaşar ve ölür. Bu balık da ölebilir’ diye öğretirseniz çocuk da ölüm korkusunu yenmiş olur çünkü çocuk için ölüm korkulacak yok sayacak gibi öğretirsek balığın ölümünden bile korkmaya başlar. Ölüm yaşamın bir devamıdır, korkup korkmamak bizim seçimimizdir. Korkmayı seçtiğimiz için korkuyoruz. Ölüm var olduğu için korkmuyoruz, ölüm yaşamın devamıdır diye düşündüğü zaman kişi ölümle ilgili korkusuna açıklama getirir ve korkularını yenebilir o yüzden bu bir anlamdır işte. Ölüme anlam katmak bir anlamdır yaşam felsefesi olarak.

Çok güzel bir şey söylediniz. Ölüm yaşamın devamıdır, böyle öğretilirse çok rahatlığa erilir. Tabii korkular, kaygılar bizim seçimimiz. Bazı insanlar korkmamayı, kaygısız olmayı seçiyor bazı insanlar seçmiyor korkuyor.

“Kadının köpeği ölmüş nasıl ağlıyor”

Tabii sevgi yatırımını ona yapıyor, sevgi nesnesi o olmuş onun. Onunla özdeşim kuruyor. Perma modelinin A’sı da accomplishment deniyor yani haz alacağın, başaracağın bir şey olsun. Bu başarı iyi çocuk yetiştirmek, iyi çocuk yetiştiren anne baba tüm toplumda parmakla gösterilir, insanın işi olması bir başarıdır.

Sosyal yardım yapmak mesela Kızılay’a üye olmak insanlara yardımcı olmak?

Bunlar da sosyal tatmindir yani tamamlamak, haz alacağın bir sonucu tamamlayabilmek yani duygusal bir ihtiyacı tamamlayabileceğin bir başarıdır bu. O insanda birisine iyilik yapmak, yoksula yardım etmek bir şeyi başardım duygusudur, bu insanda değerliyim duygusu oluşturur. Modernizm, bu değerlilik ölçüsünü değiştirdi. Genç kızları nasıl etkiledi? Güzelsen değerlisin çirkinsen değersizsin.

“İyi insan olmayı seveceğiz”

Bu değerlilik duygusu değer duygusu. İnsan nasıl kendini değerli hisseder?

Değerlilik duygusu modernizmi şöyle değiştirdi; bir kadını güzel yapan şey nedir? Fiziksel görünümüdür hâlbuki kadını güzel yapan şey sevimliliğidir. Fiziksel görünümü iyi olmayan o kadar sevimli kadın vardır ki ama şekilcilik ön planda olduğu için maddeci keskincilik ön plana çıktığı için değerlilik ölçüsü yer değiştirmiş. Böyle durumlarda çocuklar böyle kültürde yetiştiği zaman niye anoreksiya niye bulimia oldu diyoruz.

Çocuğun güzelliğini yücelterek seviyoruz, erkeğin yakışıklılığını yücelterek seviyoruz hâlbuki iyi insan olmayı seveceğiz. Herkes yakışıklı, güzel ya da zengin olamaz ama herkes iyi insan olabilir. İyi insan olmada insan eşit yaratılmış. Onun için iyi insan olmayı ego ideali olarak seçmek, hayatın sonuna geldiği zaman iyi insan olarak. Buna göre yaşamayı bilen bir insan yaşam felsefesinde zengin olmak, güçlü olmak, meşhur olmak değil de iyi insan olmak idealini vermesi gerekiyor.

“Zamanın ruhunu yakalayabilmek önemli”

Gençlerde öncelik değişti atalarımızın bir sözü var ‘ibnü’l vakt’ denir. Zamanın çocuğu, o zaman neyse o oluyor. Hatta Hz. Ali’nin bir sözü var çocuğu zamana göre değil, gelecek zamana göre yetiştir. Biz çocuğumuzu geçmişe yönelik yetiştiriyoruz. Bizim toplumumuz gelenekçi bir toplum. Gelenekçilik ayrı yeni gelenek ayrı. Irkçılık derecede gelenekçilik varsa anne babada çocuk tam tersi davranış sergiliyor. Gelenekçiliğe saygı ayrı gelenekçilik ayrı. Bunu karıştırmamak gerekiyor. Geleneğe saygı gösterebilirsin ama eski sorulara yeni cevaplar verebilmek gerekir. Gelenekçi kişi eski sorulara eski cevaplar verir ama yeni gelenek oluşturan kimse eski sorulara yeni cevap verir. Yenilikçi olabilmeliyiz. Bu paradigma dönüşümünü yakalayabilmek demektir. Zamanın ruhunu yakalayabilmek demektir. Anne babaların ya da yöneticilerin zaman ruhuna uygun çocukla ilişki kurabilmesi lazım yoksa kuşaklar arası kopuş yaşanır.


KAYNAK:
//www.gazetebirlik.com/haber/uskudar-universitesi-kurucu-rektoru-psikiyatrist-prof-dr-nevzat-tarhan-psikiyatrik-bilim-kurulu-olusturmaliyiz-309/

Okunma : 4092

 

Haberler

Foto Galeri