Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Hedefe yönelik sabır psikolojik dayanıklılığın temelidir”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ümraniye İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Ümraniye Belediyesi iş birliği ile düzenlenen “Yönetici Eğitim Okumaları” söyleşisinin konuğu oldu. Tarhan’ın “Kendinizle Barışık Olmak” kitabını okuyan eğitimcilerle bir araya gelen Tarhan, duyguların yönetimine ilişkin önemli paylaşımlarda bulundu. Narsisizmin giderek artış gösterdiğini vurguladı. Küresel ölçekte maddi refahın artmasına rağmen ruhsal sorunların azalmadığını hatırlatan Tarhan, hedefe yönelik gösterilen sabrın psikolojik dayanıklılığın temeli olduğunu da dile getirdi. Tarhan, negatif ve pozitif sabır kavramlarının altını çizdi.
Ümraniye Kaymakamlığı Konferans Salonunda düzenlenen söyleşiye Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ümraniye İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Sözen, Ümraniye Belediyesi Başkan Vekili, Ümraniye Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü başta olmak üzere idareciler ve eğitimciler katıldı.
Söyleşinin moderatörlüğünü Gazeteci Şaban Özdemir yaptı.
“Maddi refah artıyor ama ruhsal sorunlar azalmıyor”
Narsizmin giderek artış gösterdiğine vurgu yapan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, narsistlerin benmerkezciliği kişilik haline getirdiklerine değindi. Tarhan; “İnsanların sorunlarının kök nedenini anlamaya çalışıyoruz. Şiddet olayları, intihar vakaları, madde bağımlılığı ve yalnızlık artıyor. Bunların kök nedenini araştırıyoruz. Burada küresel olarak başlayan bir narsizm akımı var. Narsizm şu anda daha da belirginleşti. Yani narsist kimse kendini dünyanın merkezine alır. Benmerkezciliği kişilik haline gelmiştir. Kendisini dünyanın merkezine alır. Böyle kimse de kendisiyle yüzleşmez. Kendi kendini sorgulamaz. Her şeyi domine etmeye ve elde etmeye çalışır. Eşini, çalıştığı iş yerindeki insanları ezer. Bunun çözümü insanın kendini tanımasından başlıyor. Bu aslında yeni bir bilgi değil kadim bir bilgidir. İnsanoğlu birçok şeye sahip oldukça bunu unutuyor. Küresel olarak baktığınızda maddi refah seviyesi artmış. Mesela ABD’de yapılan bir çalışma var. 1950 ile 2000 yılları arasında kişi başı gayrisafi milli hasıla 1950’lerde 35 bin dolarmış şimdi ise 70 bin dolar civarında. Maddi refah artıyor ama ruhsal sorunlar azalmıyor. Manevi refah, psikolojik refah artmıyor.” diyerek sözlerine başladı.
“Bir insan kendi narsisizmini tedavi edemeden başkalarına faydalı olamaz”
İnsanın kendini tanımasının önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tarhan, duygusal zekâ çalışmalarından bahsetti. Tarhan; “Duygusal zekâ çalışmalarının birinci adımı kendini tanımaktır yani öz bilinç sahibi olmak. İkinci adım öz yönetimdir, kendini yönetmek. Üçüncü adım ise sosyal bilinçtir yani empati becerisi. Ondan sonra ilişki yönetimi geliyor. Bu açıdan kendini tanımayan insan sağlıklı ilişki kuramıyor. Yani onun için bu çekirdek bir kavram. Bir insan kendi narsizmini tedavi edemeden başkalarına faydalı olamaz. Önce kendisi terapi alıyor. Ondan sonra diğer insanlara faydalı olabilirsiniz. Bu psikiyatrideki bir kuraldır. O açıdan insanın kendisiyle barışık olması koruyucu ruh sağlığı açısından önemli. Mesela kişinin hasta olmaması için de önemli. Pozitif psikoloji bununla ilgileniyor. Bu bilim dalının ilk toplantısı 2009’da yapıldı. Harvard 2015’te ders olarak koydu. Yale Üniversitesi 2018’de koydu. Brüksel Üniversitesi 2019’da koydu. Biz Üsküdar Üniversitesi olarak 2013’te koyduk…” ifadelerini kullandı.
“Anadolu'daki kadim kültür, ‘Dünyayı düzeltmeye kendinden başla’ diyor”
İnsanın içindeki hasetleri terbiye etmesinin önemini vurgulayan Tarhan; “Kendisiyle barışık olmayan yönetici bir problem çıktığı zaman problemi hemen dış nedene bağlar. Başkalarını suçlar, yargılar. İçindeki savaşı dışarıya yansıtır. Başkalarına zararı verir. Anadolu'daki kadim kültür, ‘Dünyayı düzeltmeye kendinden başla.’ diyor. Kendini düzeltmeden başkasını düzeltemezsin. Adamın birisi çocuğuna nasihat vermiş, az konuşmanın faziletlerine dair 3 saat konuşmuş. Çocuk da ‘Baba sen az konuşmayı başaramıyorsun ki bak kaç saattir bana bundan bahsediyorsun.’ demiş. Yani kendimizden başlamamız gerekiyor. İnsanlar farkında olmadan iyi niyetle konferanslar vererek, vaazlar vererek insanları düzeltmeye çalışıyor ama ilk terbiye etmemiz gereken kendi içimizdeki hasetler. İçimiz sadece olumlu şeylerden oluşmuyor olumsuz da var. İçimizde kötü parça var. Bu kötü parça devamlı karanlık. Bu parçayı terbiye etmedikçe iyiye alan açılmıyor. Bu kötü parça bencildir, doyumsuzdur, açgözlüdür. Yani kanser hücresi gibidir. Kanser hücresi de doyumsuz, sorumsuz ve sınırsızdır. Doyumsuzdur, vücuda giren oksijenin glikozun çoğunu o tüketir. Sorumsuzdur çünkü ‘Vücut ölürse ölsün bana ne?’ der. Sınırsızdır, yandaki dokuları yer. Bunun çözümü bağışıklık sistemini kuvvetlendirmektir. Nasıl fiziksel bağışıklık sistemimiz vücuttaki kötü hücreleri ya da bakterileri kontrol altında tutuyor. Aynı şekilde içimizdeki kötücül bir parça var. O kötücül parçayla iyicil parçayı büyüterek kontrol etmemiz lazım. Buna da pozitifleştirme yöntemi deniyor.” şeklinde konuştu.
“Öfke anında itfaiyeci modeliyle hareket etmek gerekir”
Öfkenin nasıl yönetilmesi gerektiğinden bahseden Tarhan; “Öfke anında itfaiyeci modeliyle hareket etmek gerekir. Bir yangın çıktığında itfaiyeciler yangının neden çıktığını sorgulamaz önce yangını söndürür, soğutur. Sebebini yangın geçtikten sonra araştırırlar ve bir daha aynı şey olmasın diye önlem alırlar. Öfke anında da önce dikkat odağını değiştirmeliyiz. Çünkü o anda ‘Neden öfkelendim?’, ‘Bu haksızlığı niye yaptı?’ diye düşünmek öfkemizi daha da büyütür. Bu soruları öfke geçtikten sonra sormalıyız. O zaman, ‘Hangi ilkem zarar gördü?’, ‘Neden bu kadar kızdım?’ diye düşünüp bir şeyler öğrenebiliriz. Öfkeliyken bunları düşünmek, kırık bacakla yürümeye çalışmak gibidir. Daha çok zarar verir. Sonra pişman olabileceğimiz şeyler yapabiliriz. Bu yüzden önce öfkemizi yatıştıralım. Sakinleştikten sonra neden böyle hissettiğimizi anlayabiliriz. Öfke insani bir duygudur. Önemli olan onu doğru şekilde yönetmeyi öğrenmektir.” dedi.
“Olumsuz duygularının size bulaşmasına izin vermemelisiniz”
Benlik algısı hakkında konuşan Tarhan; “Hepimizin bir benlik seviyesi vardır. Yani kişinin kendisiyle ilgili taşıdığı bir değer algısı. Bu benlik seviyesiyle benlik saygısının birbirine yakın olması gerekir. Bazı insanlar benmerkezcidir. Bu kişilerde benlik saygısı, gerçek benlik seviyesinin üzerindedir. Yani kendilerini olduklarından daha üstün görürler. Bu yüzden hep dış onaya ihtiyaç duyarlar. Başkalarının onları övmesini isterler. Onlara hükmetmeye çalışırlar. Diğer insanları kendilerine bağlayarak benlik saygılarını yüksek tutmaya çalışırlar. Bu sahte bir özgüvendir. Bu kişiler özgüvenliymiş gibi davranır ama aslında kendileriyle barışık değillerdir. Bu durumun tam tersi de olabilir. Kişinin benlik algısı olması gereken seviyenin altındadır. Kendini değersiz hisseder, işe yaramaz gibi görür. Sürekli şikâyet eder, ağlar. Devamlı ilgi ve destek bekler. O da kendiyle barışık değildir. Bu iki uçtaki insanlarla ilişki kurarken bazı şeylere dikkat etmek gerekir. Özellikle onların olumsuz duygularının size bulaşmasına izin vermemelisiniz. Çünkü bu duygular bulaşıcıdır. Sizi sinirlendirebilir, öfkelendirebilirler. O zaman da onların tuzağına düşersiniz. Çünkü sizi öfkeyle yönetmeye çalışırlar.” ifadelerini kullandı.
“Hedefe yönelik gösterilen sabır psikolojik dayanıklılığın temelidir”
Azim ve kararlılıkla hedefe doğru giderken sabretmenin önemine değinen Tarhan; “Psikolojik dayanıklılık eğitimlerinde sabır, negatif ve pozitif sabır olarak ikiye ayrılır. Negatif sabır, bir hastalık ya da musibet geldiğinde ona katlanmaktır. Yani olumsuz bir duruma direnç göstermektir. Pozitif sabır ise bir hedef belirleyip o hedefe ulaşana kadar karşılaşılan zorluklara dayanmaktır. Kişi, ‘Bu hedefe ulaşmam için bu zorluklara katlanmam gerekiyor.’ der. Bu katlanma pasif bir bekleyiş değildir. O süreçte birlikte yaşadığı kişiye hatalarını onaylamadığını hissettirerek sabretmektir. Yani sabır, sadece kenara çekilip sessizce beklemek değildir. Aslında sabır, doğanın hız ve ritmine uyum sağlamaktır. Nerede hızlanacağını, nerede yavaşlayacağını bilmek ve bu dengeyi kurabilmek gerekir. Bu yüzden aktif sabır önemlidir. Hedefe yönelik gösterilen bu sabır psikolojik dayanıklılığın temelidir. Bu beceriye ‘yılmazlık’ da denir. Yılmazlık bizde çok bilinen ve sevilen bir kavramdır. Hatta Anadolu’da çok kullanılan bir isimdir. Yılmaz, pes etmeyen, mücadele eden, kolay kolay yılmayan kişidir. Hedefe odaklı bir azim ve kararlılık vardır bu kişilerde. Eğer bir hedef yoksa gösterilen sabır sadece katlanmak olur. ‘Çocuklarım için’, ‘Ailem için’ gibi bir amaç varsa o zaman bu sabır anlamlı ve değerlidir. Üstelik sabrederken ‘Katlanıyorum ama onaylamıyorum.’ diyebilmek de önemlidir. Bu tarz bir iyilik, sadaka olarak kabul edilir. İnsanların birbirine iyilik yaptığı bir ortamda kötülükler kendiliğinden azalır. Günümüzde iş yerlerinde hatta genel olarak ülkede yaşanan birçok gerginlik aslında önlenebilir şeylerdir. Ortamdaki negatif hava pozitife çevrildiğinde pek çok sorun kendiliğinden düzelir. Bizim kültürümüz yani Anadolu kültürü çok güçlü bir kültürdür. Zorlukları aşma konusunda büyük bir irfan ve erdem mirası taşır. Bu değerleri yeniden harekete geçirmek gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“Ergenlik dönemi bir geçiş sürecidir”
Katılımcıların da sorularını cevaplayan Tarhan, ergenlik döneminde iletişimin nasıl olması gerektiğine dikkat çekti. Tarhan; “Ergenlik dönemi bir geçiş sürecidir. Burada çocuk kendini dünyanın merkezi gibi görür. Herkes onun etrafında dönüyor gibi hisseder. Bu çok normaldir. Çocuk sevgiyi önce kendine yöneltir. Her istediği olsun ister, olmazsa ağlar. Sonra sevgisini annesine yöneltir, biraz daha büyür kardeşine, oyuncaklarına, babasına, ailesine, zamanla ülkesine, insanlığa, hatta yaratıcıya kadar gider bu. Yani sevgi yatırımını doğru yere yaptıkça o çocukluk narsisizmi de törpülenir, dengelenir. Bu gelişimin iki önemli dönemi var. Birincisi 0-3 yaş arası. Bu dönemde tıpkı ilkbaharda çiçeklerin patlaması gibi bir büyüme yaşanıyor. Beyin hücreleri hızla çoğalıyor. Eğer çocuk bu dönemde güvenli ve sevgi dolu bir ortamda büyürse kişiliğinin temeli sağlam atılıyor. İkinci büyüme dönemi ise ergenlik. Bu dönemde çocuk kendiyle ilgili büyük sorular sormaya başlıyor. ‘Ben kimim? Nereye aitim? Ne yapmak istiyorum?’ Kimlik arayışına giriyor. Her yönden kendini sorguluyor. Bu dönemde özerklik duygusu da gelişiyor. Yani ‘Ben de varım.’ demeye başlıyor. Ergenin en çok ihtiyaç duyduğu şey ciddiye alınmaktır. Yani büyüdüğünü hissettirmektir. Beyin yine gelişiyor, çevresiyle ve ailesiyle etkileşime girerek kimliğini bulmaya çalışıyor. Bu dönemde değer verildiğini hissederse, duygularını da daha iyi yönetebilir. Mesela iletişimde sen dili yerine ben dili kullanmak. ‘Niye böyle yaptın, sana yakıştı mı?’ gibi cümleler sen dilidir, suçlayıcıdır. Onun yerine ‘Ben olsam şöyle yapardım.’, ‘Ben senin yerinde olsam bunu giyerdim.’ gibi ifadeler kullanmak çok daha yapıcı olur. Bu da çocuğu karşısına alıp ‘Ben seni düzelteceğim.’ demek yerine, yanına alıp birlikte yürümektir.” dedi.
“Özgüven sağlam bir kişilik göstergesidir”
Özgüven ve öz beğeni arasındaki farkı anlatan Tarhan; “Özgüvenle öz beğeni birbiriyle karıştırılıyor. Aralarında ciddi farklar var. Öz beğeni dediğimiz şey kişinin kendine hayran olması. Hani aynaya geçip ‘Ey ayna, var mı benden daha güzeli?’ der gibi. Bu tarz kişiler dışarıdan çok kendine güveniyor gibi görünür ama aslında içlerinde büyük bir eksiklik duygusu vardır. İnsan kişiliğinde ne eksikse onu tamamlamaya çalışır. Bu yüzden böyle kişiler övgüyle beslenir. Takdir, onay almadan kendilerini eksik hissederler. Eğer özgüvenleri yoksa bu boşluğu dışarıdan gelen beğeniyle doldurmaya çalışırlar. Özgüven başka bir şey. Gerçek özgüveni olan biri başkalarının onayına ihtiyaç duymaz. Kendini olduğu gibi yeterli hisseder. Öz beğenili biri ise hep dışarıdan takdir bekler. Övgü gelmediğinde morali bozulur kendini kötü hisseder. Özgüveni olan biri yalnızlıktan korkmaz. Hatta bazen seçilmiş yalnızlık yaşar. Yani ‘Ben kendi başıma da iyiyim.’ diyebilir. Öz beğenili biri ise hep ilgi odağında olmak ister. Hep alkış ister, hep övülmek ister. Öz beğenili kişilerde sıradan olma korkusu vardır. Bu yüzden hata yapmaktan da çok korkarlar. Bazen bir hata yaptıklarında büyük duygusal çöküş yaşarlar. Hatta ağır depresyonlara bile girebilirler. Özgüveni olan cezaevinde de olsa sarayda da olsa huzur bulabilir. Bu otantik mutluluktur. Yani saf, içten, kalıcı bir huzur. Özgüvenle öz beğeniyi karıştırmamak lazım. Özgüven sağlam bir kişilik göstergesidir. Öz beğeni ise dış onaya bağımlı, kırılgan bir yapıdır.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Söyleşinin ardından Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a çiçek takdim edildi.
Ardından Tarhan, kitaplarını okurları için imzaladı.