Türkiye’nin ergenlikten çıktığını söyleyen psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan ruh halimizi analiz etti
Türkiye’nin kimlik krizinden yani ergenlikten çıkmaya başladığı için sancılı bir dönem geçirdiğini söyleyen Prof. Tarhan, ‘Bazı insanlarda doğuştan ‘radikallik geni’ var’ diyor ve ekliyor: ‘Bu kişi siyasete yönelirse uç siyaset yapar ve sürekli gerginlik çıkartır’
Zor geçen 2007’den sonra tam her şey yoluna girdi derken iktidar partisi için açılan kapatma davası geleceğimizi bir kez daha kararttı, ortalığı pus bürüdü. Yine nefesimizi tuttuk ne olacak diye bekliyoruz ama bu arada da toplum olarak çok gerildik. Siyasiler, akademisyenler, televizyon yorumcuları arasındaki tartışma giderek sertleşiyor. El böğürde, öfke boğazda. Ülkenin, hepimizin kaderi 11 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi’nin elinde. Kalemi kırarlar mı kırmazlar mı derken Mahkeme üyelerinden Osman Paksüt’ün kuşkucu davranışı kendimizi bırakıp bu 11 kişinin psikolojik durumunu düşünmeye itti bizi. O yüzden de Nöropsikiyatri Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kapısını çalıp ‘Ruh halimiz nasıl doktor bey’ diye sorduk.
2007 zordu, 2008 de hiç kolay olmayacak gibi. Peşpeşe yaşadıklarımız toplumun ruh sağlığını nasıl etkiliyor?
Bu analiz için coğrafyanın kültürünü iyi bilmek gerek. Türkiye orta Asya’dan gelen itaat, Mezopotamya’dan gelen korku kültürü ve batıdan gelen özgüven ihtiyacının kavşak noktasında. Tıpkı, ergenlikteki kimlik krizi gibi bocalama yaşıyor. Çocuk bu dönemde ‘ben kimim, nereye yöneleceğim’ sorularını sorar. Türkiye de işte bunu aşamadı. Bunda cumhuriyetin hatalarının etkisi de var. Kimliğimizi koruyarak modernleşmek yerine, terk ederek modernleşmek gibi, sosyolojik olarak imkánsız bir şey istendi. Bir kısmımız batıyı taklit etti, bir kısmımız içine kapandı. Toplum ne doğulu, ne batılı oldu. Başı aslan, vücudu boğa eski Yunan heykelleri gibi. Bu ruh haliyle ufak sorunlar bile çarpık algılamalara, büyük tepkilere yol açıyor.
ERGENLİKTEN ÇIKIYORUZ
Geçen yılı ve bu yılı önceki on yıllardan ayıran bir şey yok mu?
İki şey var. 1) Aktörler değişti. 2) Toplum olarak biraz daha olgunlaştık. Kimlik krizini aşmaya yaklaştık. Ergenlikten çıkıyor, bunun sancısını yaşıyoruz. Yaşadıklarımız olumlu gelişmeler aslında. Bu kriz, herkesin sınırlarını bilmesi, olaylara farklı bakabilmesi, başkalarını anlayabilmesi gibi faydalar sağlayacak. Önceki yıllarda toplum kışkırtmalara kolay kapılıyordu şimdi daha olgun tepkiler veriyor. Siyasi-askeri elit de daha soğukkanlı.
Toplumdaki bloklaşma, bölünme psikolojik olarak da gerçekleşti mi?
Bloklaşmadan çok bloklaşma arzusu görüyorum bazılarında. Sokaktaki ortalama Türk insanı değil bunu isteyenler; radikal modernistler ile radikal gelenekçiler. Toplumda diyalog olduğunda radikallerin oranı düşüyor ama bazı insanlarda radikallik geni var zaten.
Radikallik geni mi?!
İnsanların yüzde 1’inde doğuştan gelen şizofreni geni olduğu gibi bazı insanlarda da radikallik geni var. Şu an dünyadaki bütün radikalleri yok etseniz de yenileri çıkar. Radikallik bilimde, siyasette, sanatta olabilir. Hangi alanda olacağını konjonktür belirler. Toplum siyasette radikalliği istemezse o gen sahibi sanata ya da bilime yönelebilir. Şu an ise toplumda radikallik isteyenler var.
Radikallik geniyle doğan biri siyasette ise ne yapar?
Siyasi radikallikte bir yöntem radikalliği, bir de ideoloji radikalliği var. Yöntem radikalliğinde konjontüre göre çıkar odaklanır, diğerinde ideoloji. Yöntem radikalleri uç siyaset yapar, kavga çıkartır, şiddete başvurur. Sözel şiddet de dáhil buna, bir şeyi elden güzelce verebilecekken fırlatmak gibi davranışlar da. Kendilerinin özel ve önemli olduğunu zanneder, olaylara sadece kendi pencerelerinden bakarlar.
Somutlaştıralım bunu. Mesela Baykal, bir siyasi radikal midir?
Tanı koyuyor olmak istemem ama Sayın Baykal’ın yöntem radikali olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca eski kuşak uzantısı Baykal. Yeni kuşak politikacılarda toplumsal fayda öne çıkarken, eski kuşak ‘şu an bana ne prim getiriyorsa öyle davranayım’ der, pragmatiktir. Baykal önceden YÖK kanununun değişmesini isterken şimdi ‘değişmesin’ diyor. Eski politik anlayışı nedeniyle gerginliğe yol açıyor. Toplumda yeni cevaplar bekleyen yeni sorunlara eski cevaplar veriyor. O yüzden de toplumla örtüşmüyor. Bu bir müddet sonra onu yalnızlaştıracak. Bu politik anlayış kısa vadede kazandırsa da orta ve uzun vadede kaybettirir. Zaten uzun vadeli düşünen politikacılar seçim kazanıyor. Baykal’ın kişisel iktidar ve yarar odaklı, ego tatminli politika yerine Türkiye gemisini alabora etmeyecek bir yöntem bulması gerekir.
CHP OLDU CBP
CHP teşkilatında parmak koparmaya varan şiddet olayları yaşanabiliyor. Bu nasıl bir ruh hali?
Özgür tartışmanın olmadığı yerde şiddet çıkar ortaya. Özeleştiriye kapalı olmak, farklılığa tahammül edememek doğu despotizminde vardır. Sosyal demokrat akım, doğu despotizmini daha çok yaşıyor. Hangi siyasi partinin kongresinde kavga çıkıyorsa o parti ne demokratlaşmış ne kurumsallaşmıştır. Ülkeyi de kongresi gibi yapabilir. Bunu görmek gerekir. Doğu toplumlarının en riskli özelliği liderleri yarı tanrı gibi görmesi. Cumhuriyet Halk Partisi de Cumhuriyet Baykal Partisi gibi oldu bir bakıma. Benzer bir şey diğerleri için de geçerli. Türkiye’de her şey İSO standartlarına uymaya çalışıyor ama siyasetçiler bir türlü değişmiyor.
Lider egosuyla mı ilgili bu?
İtaat liderin hoşuna gider ama bir süre sonra etrafında sadece onaylayan kişilerin olması onun için bir risktir.
Kapatma kararı halkı küstürür
Kapatma kararının, o partilere oy verenlerde ‘Aldatıldık, demek ki biz Türkiye’ye ait değilmişiz’ duygusuna yol açacağını söyleyen Prof. Tarhan, ‘Mahkeme o yüzden ağır sorumluluk altında, yüksek kaygı içinde’ diyor
AK Parti için ne dersiniz?
Dünyada sıfır hatalı iktidar yok fakat Lenin’in ‘Hatayı savunursan daha da büyütürsün’ diye bir sözü var. İktidara önerim eleştirileri dinlesin. Böylece hem güven oluşturur hem kara propagandayı engeller. Yoksa muhalefet habbeyi kubbe, pireyi deve yapar o hatayı.
Partiler sorunları çözmek için var. AK Parti’ye de, DTP’ye de oy verenler türban, katsayı, Kürt sorunu gibi alanlarda çözüm istiyor. Bu iki parti hakkında açılan kapatma davası onlara oy verenleri nasıl etkileyecek?
Ald
atıldık duygusu, ‘seçtiklerimiz hukuk oyunlarıyla alaşağı ediliyor’ düşüncesi oluşacak. Oyun yapanlara karşı güvensizlik ve öfkenin uyanması radikalleşmeye ve alaşağı edileni daha çok sahiplenmeye yol açar. Hukuk oyunlarını yapanların korktukları şeyi, kendi elleriyle kendi başlarına getirmeleri demek bu da.
Siyaseti, ekonomiyi iç ve dış kamuoyunu etkileyen AK Parti kapatma davasının sorumluluğu, Anayasa Mahkemesinin (AYM) 11 üyesinin omuzlarında. Bu yük onları, davayı nasıl etkiler?
Yüksek kaygı altındalar. Çünkü verecekleri karar ülkenin rotasını değiştirebilir, bölünmesine yol açabilir. Toplumu bir arada tutan adalet, eşitlik gibi değerlerin yok olması, kendilerini temsil için seçtikleri kişilerin ve o partiye oy verenlerin sistem tarafından reddedilmesi ülkenin bölünmesine giden yolun, psikolojik zeminini hazırlar. Güneydoğu insanı ‘Demek ki biz Türkiye’ye ait değiliz’ diye düşünüp hissedecek. Karar, Mahkeme üyelerini, Osmanlı’yı dağıtan Enver, Talat ve Cemal Paşa pozisyonuna getirebilir.
KUŞKU KORKU İŞARETİDİR
AYM başkanvekili Osman Paksüt ‘izleniyorum’ dedi sonra yanıldığını söyledi. Bu davranış o ağır psikolojik yükün sonucu mu?
Ya psikolojik durumundan ya da hukukçu değil de siyasi kimlikle hareket ettiği için böyle davranmış olabilir. Anayasa Mahkemesi üyesi olmak, akıl olgunluğu, soğukkanlı düşünme, sağlıklı karar verebilme yetkinliğini gerektirir. O kişi, hissi davranamaz, somut tehlike yokken varsayımla hareket edemez. Şüphecilik, kararsızlık korku işaretidir. Sayın Paksüt kuşkulandığı arabayı durdurup polise araştırtıyor. Bunu herhangi bir vatandaş yapamaz. Hiçbir yasa izin vermez. Bunu ancak kendini çok önemli, özel ve üstün gören biri yapar. Demek ki ‘Ben önemliyim. Polise yasalara uymayan bir telkinde bulunabilirim’ diye düşünüyor. Ya da o anda ya hukukçu değil mesela siyasi bir kimlikle hareket ediyordur veya kimsenin ulaşmasını istemediği başka bilgilere sahiptir. Her iki halde de istifa etmesi gerekir. Yoksa mahkemenin vereceği karara gölge düşer.
KRALiÇE’NiN MARKA DEĞERi VAR
‘Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’un temsilcisi Kraliçe Elizabeth, köklerinin ihtişamıyla geldi Türkiye’ye. Biz de bir cihan imparatorluğunun bakiyesiyiz ama padişahlarımızı sürdük, onlara ‘hain’ dedik. Kraliçe ile karşılaşmak neyle yüzleştirdi bizi?
Mehter Cumhuriyetle birlikte kaldırılmıştı. Yeniden kuruluşu Celal Bayar’ın İngiltere’de askeri bandoyu görmesiyle oldu. Cumhuriyet döneminde müziğimiz giyimimiz kültürümüz her şeyimiz yanlış dendi, kötülendi. Modernizm adına doğu despotizmi yapıldı. Merzifonluyum ben. Babam mezarlıkların bile yıkıldığını, kütüphanelerdeki kitapların çukura ıslatılarak gömüldüğünü anlatırdı. Bu bir insanın hafızasının silinmesi gibidir. Eski kimliğimiz reddedildiği için özgüvenimizi kaybettik biz. Başarmak için batılıları taklit etmeye çalıştık. Kraliçe şu an yaptırım değil temsil makamı. Bu da taburlara ait sancaklara benzer. Sancağın yaptırım gücü yoktur ama savaşta taburun ayakta olduğunu temsil eder. Kraliçe geleneğin sembolü ve bu İngiltere’nin piyasa değerini artırıyor. Ekonomide bir malın marka değerinin, kendi değerinden fazla olması gibi. Biz tarihteki marka değerimizi kendi ellerimizle yok ettik. Oysa hala Endonezya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Avrupa’da Osmanlı’nın marka değeri vardır. Osmanlı’ya dayanan diplomasi geleneğimizle Osmanlı’nın marka değerini birleştirebiliriz. Kraliçenin gelişi bize bu çağrışımı yaptırırsa özgüven eksikliğimizi gidermemize katkı sağlayabilir.
bizkackisiyiz.com askeri mantık işi
Geçen yılki kitlesel mitinglere kaç kişinin katıldığı tartışma konusu olmuş, meydanlar kıyaslanmıştı. Tuncay Özkan da bizkaçkişiyiz.com diye bir site kurmuştu mesela. Sayısal değeri öne çıkarmak nasıl bir ihtiyaç?
Bu askeri aklın yaklaşımıdır, bir savaş mantığıdır. Askeri akıl sadece siyah-beyaz, dost-düşman, kırmızı kuvvetler-mavi kuvvetler diye ayırır ve çatışma üzerine kurar ilişkiyi. Çağdaş demokratik kültürün geldiği noktada ise askeri akılla değil ortak akılla hareket etmek esastır. Benim gibi düşünenler ve farklı düşünenler var, denir. Farklı düşünenleri düşman görüp yok etmek yerine o bir adım, ben bir adım atarım ortada buluşuruz denir. Toplum geneli böyle düşününce, diğerleri marjinal kalır. Psikolojide zamanın ruhu diye bir kavram var. Toplum artık çocuklar gibi kavga edilmesini istemiyor.
www.bizkackisiyiz.com’a umut bağlayıp destek verenler, kanalın satışıyla ‘bizkaclirayız’ diye soruyor. Umudu kırılanlar bir yıkım mı yaşıyor?
Zaten en kötüsü insanlardaki ümidi yok etmektir. Burada ayrıca psikolojik üstünlüğü kaybetme duygusu var. Satışı yapan için de böyle. Güveni sarsan bir durum olunca hırçınlaştı, çünkü yalnızlaştı.
Osmanlı’yı hatırla sosyal barışı sağla
Bazıları türbanlıları şeriat, Kürtleri bölünme tehdidi olarak görülebiliyor. Zan altında kalanlar da kendilerini ispat zorunda hissediyor. Bu tehdit/ispat ne anlama geliyor?
Toplumumuzda paranoid eğilimlerinin fazla olması itaat ve korku kültürünün bir sonucu. Asırlarca birada yaşayanlar birbirlerine karşı kışkırtılıyor. Bir mahallede kavga çıkarmak istiyorsanız orada yaşayanların ortak değil farklı yanlarını öne çıkartırsınız. Oysa farklılıkları iki tarafı da mutlu edecek şekilde yorumlamak gerekiyor. Osmanlı’nın içinden 36 farklı ülke çıktı, oysa kimse birbirinden nefret etmiyordu. Başka ülkeler bunun farkında, biz ise unuttuk ne yazık ki.
KAYNAK: http://www.stargazete.com
Okunma : 2921