TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Helal ve Haramın Psikolojisi




Prof. Dr. Nevzat Tarhan Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Her insan ve her inanan, önce kendi nefsinden başlayarak kendini tanıma, sınırlarını bilme, diger insanlara saygı duyma, sorumluluk sahibi olma, insani değerleri öğrenme ve öğretme, aynı zamanda hayata geçirme görevi ile mükelleftir.


“ANKARA (AA) - 08.08.2012” tarihli Çiğdem Odabaşı imzalı bir bilim haberi ile konuya girmek istiyorum.

“Dürüst olmak sadece ahlaki açıdan değil, vücut sağlığı açısından da önemli.

Amerikalı bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre yalan söylemek, sadece manevi anlamda değil, fiziksel anlamda da insana zarar veriyor.

Alman Bild der Wissenschaft Dergisinin haberine göre, Notre Dame Üniversitesi bilim adamları, gönüllü deneklerle yaptıkları araştırmada, iki grup oluşturdu.

Ortalama yaşın 31 olduğu gruplardan birinden, 10 hafta boyunca küçük ya da büyük yalan söylememeleri, gerekirse cevap vermemeleri, her şekilde yalan ifade kullanmaktan kaçınmaları istendi. Diğer grup ise kontrol amaçlı kullanıldı.

Deneklerin yalan söyleyip söylemedikleri konusunda dürüst olup olmadıkları ise yalan makinesi yardımıyla tespit edildi.

Değerlendirme sonucunda, yalandan kaçınanların vücut sağlığında iyileşme olduğu görüldü. Özellikle baş ağrısı gibi şikayetleri bulunan denekler, bu rahatsızlığın hafiflediğini ifade etti.

Bilim adamları, yalan söylemenin strese neden olduğunu, bunun da sadece insan psikolojisine değil, vücuduna da zarar verdiğini belirtti.

Araştırma sonuçları, Amerikan Psikoloji Derneği'nin Orlando'daki yıllık toplantısında açıklandı.”

Yalanla beden ve ruh sağlığının bu derece yakın ilişkisinin bilimsel sağlamlıkla anlatıldığı günümüzde, semavî öğretilerin insan için koyduğu sınırların hikmetini araştırmak yine bilime düşmektedir.

İlişki Çerçeve Teorisi

Psikiyatri pratiğinde son yıllarda Freud’un hazzı yücelten ve arzuları serbest bırakan tedavi yaklaşımı, artık yerini üçüncü dalga tedavilere bıraktı.

Kabul ve Sorumluluk Terapisi (ACT, Acceptance and Commitment Therapy) olarak da tanımlanan bu tedavi tekniğinde, hastanın değerleri ve sorumlulukları üzerinde durulur. Değerler, farkındalık, kabul ve sorumluluk gibi dinî kaynaklı referansların, tedavi pratiğinde bu derece yoğun kullanılması dikkat çekicidir.

ACT, danışanların daha canlı, amaçlı ve anlamlı bir yaşam kurmalarına yardım etmek için kabul ve farkındalık müdahalelerini sorumluluk ve davranış değişikliği stratejileriyle birlikte kullanan modern bir davranışçı terapidir. Daha geleneksel bilişsel davranışçı terapi (BDT) yaklaşımlarının aksine ACT, kişilerin istenmeyen düşüncelerinin ve duygularının formunu veya sıklığını değiştirmeye çalışmaz. ACT’nin ana hedefi psikolojik esnekliği geliştirmektir, bu da şimdi ki anla temas hâlinde olma becerisi ve -durumun gücünün neye yettiğine dayanarak- kişinin değerleri açısından değişmesi veya sebat etmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle ACT, insanların istenmeyen düşünceler, duygular ve hisler olduğunda bile daha yapıcı bir yaşam sürmelerine yardımcı olmaya odaklanır.

ACT tedavi olarak bir dizi alışılmadık ve ayırt edici özelliğe hakimdir. En kayda değeri, ACT’nin, insan dilinin ve zihninin doğası hakkında bir temel araştırma teorisi ve programı ile (İlişkisel Çerçeve Kuramı veya RFT [Relational Frame Theory] olarak bilinir) çok yakından bağlantılı olmasıdır.

Bu temel davranış prensiplerine olan bağlantı, altı birbiriyle ilişkili davranış sınırları ihtiva eden insan işlevinin eşsiz ve sınanabilir deney temelli modelinin oluşmasına öncülük etmiştir.

Davranış Tedavisi Başlıkları:

1-Farkındalık ve kendini tanıma,

2-Kabullenebilme

3-Şimdiki zamanla temas hâlinde olma,

4-Ayrıştırabilme,

5-Değerlere sahip olma,

6-Kararlı eylem.

Yukarıda adı geçen 6 özellik incelendiğinde insanın sağlıklı davranması için çalışan bir bilim dalı olan psikolojinin, davranış sınırlarını dinlerin tarif ettiği gibi çizmeye başladığı görülür.

Farkındalık, Şeytan ve Ayrıştırabilme

Yazar Metin Karabaşoğlu’ndan (2011) alınan (Risale-I Kuşeyriye) aşağıdaki bilgilerde, şeytanın harama sevketme, helalden uzaklaştırma gayreti ve insanın şeytanın tuzaklarından sakınma çabası anlatılmaktadır.

Bu bilgilerle insanın içindeki kötücül ve iyicil eğilimler için yapması gereken mücadelenin, ne kadar insanın menfaatine olduğunu anlayabiliriz.

A’râf sûresinin bildirdiği üzere, Allah’ın kendisine verdiği mühlete karşılık İblis, “…Andolsun, senin doğru yolunda oturacağım. Sonra onların önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine yanaşacağım. Sen de onların çoğunu şükreden bulamayacaksın.”[1] diye yemin etmişti.

Büyük sûfî Şakîk-i Belhî, İblis’in bu yeminini hatırlatır ve onun dört yönden kurduğu bu tuzağın Kur’an’ın irşadıyla nasıl aşılacağını şöyle anlatırdı:

“Her sabah şeytan, önümden ve arkamdan, sağımdan ve so­lumdan bana yanaşır.

Önümden geldiğinde, bana ‘Korkma, Allah Gafûr ve Rahîm’dir’ der ve tevbe ve ibadetten alıkoymaya çalışır. Ben de, Hak Tealâ’nın ‘Şüphesiz ki ben, tevbe ve iman edenler, salih amelde bulunanlar için çok bağışlayıcıyım.’[2] ayetini okurum.

Arkamdan geldiğinde, beni çocuklarımın fakirliğe düşecekleri korkusuyla tehdit eder. Ben de ona karşı ‘Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızıkları Allah’ın taahhüdü altında olmasın.’[3] ayetini okurum.

Sağımdan bana geldiğinde, beni medhederek yaklaşır. Ben de ‘Akıbet, müttakiler içindir’[4] ayetini okurum.

Solumdan geldiğinde ise bana şehevî şeylerle yaklaşır. Ben de ‘Kendileriyle arzularının arasına bir set çekilmiştir.’[5] ayetini okurum.”

A’râf sûresinden öğrendiğimize göre şeytanın insanlar için hazırladığı tuzaklar tek tip değildir. Taşıdığı kibir dolayısıyla emr-i ilahîye isyan eden ve bu yüzden cennetten kovulan şeytan, kendisine mahşer gününe kadar ve­rilen mühleti, Rabbinin doğru yolunda durup insan­ları yol­dan alıkoyma yönünde kullanmaya azmetmiştir. Şey­ta­nın ahdi, doğru yoldan sapmaları için insanlara “önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından yanaşma” şeklin­de­dir. Bu bakımdan insan, tek tip bir tuzakla karşılaşmaz. Aksine, karmaşık ve çetrefilli tuzaklar çıkar karşısına. İşte bu karmaşık şeytani tuzakların belki en etkili örneği, insanın bile bile günaha düşmesinin peşi sıra, yaşadığı sorgulama hengâmında sergilenir.

Şeytan, reklamcıların pîri olarak, insanı ve özellikle mümin­leri binbir allama-pullama, binbir katıp katıştırma ile günaha çağırır. İnsan bu çağrıyı bir kez savsa, peşinden ikincisi gelir. Onu da savsa, üçüncüsü gelir. Hülasa bu günah çağrısı, insan bilfiil günaha düşünceye kadar, değişik renklere ve suretlere bürünerek durmaksızın yinelenir. Sonunda, bile bile günaha kapılır, göz göre göre şeytanın davetine icabet eder, kalp ve vicdanının uyarılarına rağmen şeytanın tuzağına düşeriz.

Bu, tuzakların ilkidir.

Bu meyanda, davet edildiğimiz günahtan elde edeceğimiz, vaad edilen lezzet ile o günahı bilfiil işlemekle elde ettiklerimiz arasındaki muazzam uçurum, ‘aldatıldığımızı’ geç de olsa farketmemizi sağlayacaktır. Ancak, olan olmuştur. Ve bizim dünyamızı, böylesi bir günaha nasıl düşebildiğimizin sorgulaması doldurmuştur.

Bu sorgulama, kalp ve vicdanın yardımıyla, Rabbin doğru yolundan sapıp girdiğimiz şeytani günah yolunun çirkinliğini derketmemiz sonucunu getirecektir. Bu ise, istiğfar ve tevbeye yöneltir bizi. Yaptığımızın, bir insan ve bilhassa bir mümin olarak bize yakışmadığını anladığımızda, yaptığımız bu fiile karşı Rabbimizden utanır ve O’nun rızasına uygun bir hayata yeniden dönüşün adımları olarak istiğfar ve tev­­be sürecini başlatırız. Bu ise, şeytanın bir kez aldatan mümini ikinci kez aldatamaması demektir. Bir kez ağına düşür­düğü insanın, ikinci kez tuzağa düşmekten kurtulması demektir.

Şeytan, bu ihtimali yeni bir hileyi devreye sokarak aşmaya çalışır. Günah sonrası sorgulamalar içinde vicdandan gelen, “Senin aslın bu değil!”dir. Vicdan, “Sen ‘ahsen-î takvîm’de yaratılmış, arza halife kılınmış en şerefli mahluksun. Bunun hakkını ver.” çağrısında bulunacaktır. Bu vicdanî teşvik, insanın iç dünyasında hayra yönelme iştiyak ve ümidini uyandırır. İşte bu ümit ve iştiyakı kırmak için şeytan, benzer­siz bir tuzak kurar. Kandırıp aldatarak; akıl, kalp ve vicda­nını tesirsiz kılarak insanı günaha sevkeden kendisi değil­miş gibi, çelmelediği aynı insana şu telkinleri vermeye başlar: “İşte senin gerçeğin bu. Sen böylesin işte. Kendini iyi biri mi sanıyorsun? Sen busun işte; sen adam olamazsın.” Pe­şi­ sı­ra, bu iddialarına delil olarak, bizi işlemeye sevkettiği günahı gösterecektir şeytan: “Çirkinliği bu kadar bariz bir günaha nasıl da kapılıp gidiverdin? Hâlâ daha, kendini iyi bir kul olabilir mi sanıyorsun? Allah’ın kapısına hangi yüzle gideceksin ki? Bu günahla mı O’nun kapısından içeri buyur edileceksin? Boş yere umutlanma!”

Yukarıda anlatılan kötücül duygularımızı temsil eden şeytana karşı aklımızı kullandığımızda, davranış tedavisinin farkındalık, ayrıştırma, değerlere sahip olma, şimdiki zamanla bağlantı kurma, kabullenme ve eyleme geçme adımlarını kullanarak yerine iyicil duygularımızı koyabiliriz.

Duyguların Yönetimi

Sıkılmış dişler, kasılmış kaslar, kabaran göğüs, genişlemiş burun delikleri, hızlı bir soluma olmadan öfkeden söz edilebilir mi? İşte bunlar, duyguların aktarılması, düşünce bilgisinin duygu bilgisine dönüşmesi için zihinsel malzemeler gerektiğini gösteriyor. Bu malzemeler de serotonin, noradrenalin, dopamin gibi kimyasallar, hormonlar ve enzimlerdir. Başkalarına anlam aktarırken veya sinir sistemimizin rahatlatıcı (parasempatik) bölümünü devreye sokarken bazı kimyasallara ihtiyacımız vardır. Beynimizdeki bu kimyasalları doğru bir şekilde üretip, yönetmeyi ‘duygusal zeka’ olarak isimlendirmek hiç de abartılı olmaz.

Savaşan ve Seven Beyin

Beynimizin bizi savaşmaya veya sevmeye iten, akıl yürütme ve karar verme ile birlikte akıl dışı davranmamıza neden olan somut biyolojik temelleri vardır.

Nezaket ve güvenin azalması, bencillik, şiddet, alçaklık ve zalimliğin artması ile birlikte başkalarının hissettiğini anlama becerisinin (empati) zayıflaması, şiddet suçlarını artırdı. Empatinin zayıfladığı durumlarda başkalarının yaşadığı acı, mutsuzluk gibi psikolojik ihtiyaçlar anlaşılamaz. Empati yoksunluğunda, dürtüler kontrolden çıkmaya başlar. Benmerkezci beklentiler sosyal beklentilerin önüne geçer. Başkalarına ilgi, yardım, iyilik yapma, şefkatli olma yerine kendi çıkarını düşünme, zevkinin peşinde koşma, acımasız olma gibi değerler yaşama baskın olur.

İstanbul’da, Anadolu’da, bütün Ortadoğu’daki “dergahlara” ilim öğrenmek için gelenlere “önce edep” denilmesi, duygusal hayatımızın akıllıca yönetilmesiydi. Zaten tutkularımızı, düşüncelerimizi, değerlerimizi ve yaşamımızı iyi yönetmek, gerçekte bilge olmaktır.

Zehirli Duygular Haram Dairesi ile Bağlantılıdır

Dürtüler, kendini eylemle ifade etmek isteyen duygulardır. Dürtüsüzlük insanı tembelliğe, acizliğe ve yalnızlığa iter. Dürtülerin aşırı ifade edilmesi ise acımasızlığa, başkalarına kötülük yapmaya, aceleciliğe, sabırsızlığa, alçakça olarak bilinen davranışlara sebep olur.

İnsanın istek ve dürtüleri ile yaptığı mücadele ve eğitim çalışması, temel yaşam becerisini oluşturur. Yıkıcı, kendine zarar verici veya ölümcül riskleri sonuç veren dürtüleri zapt etmek ve şefkatli olmak için duygusal alışkanlıklar, sosyal beceriler edinilmesi gerekir.

Bu konuda duygusal zeka tanımını temel yaşam becerisi olarak popüler psikiyatriye katan Daniel Goleman şunu söylüyor: “İki ahlaki tavra ihtiyacımız var: Kendine hâkim olmak ve şefkat göstermek.”

Zehirli duyguların, sigara içmek gibi fiziksel sağlığımıza zarar verdiğinin somut ve biyolojik temelleri, duygusal zeka tanımlamasının temel gerekçelerinden birini oluşturmuştur. Duygusal zeka eksikliğinde, depresyon, şiddet dolu bir yaşam, uyuşturucu bağımlılığı, hayat başarısızlığı gibi durumlarla karşılaşıldığı somut bir bilgi olarak önümüzde durmaktadır (Duyguların Psikolojisi, Tarhan, 2006).

Kur’an-ı Kerim’de haram olarak sınıflandırılan bilgilerin zehirli duygularla ilgili olduğunun görülmesi, anlamlıdır. Diğer taraftan helal olarak tanımlanan sınırların, insanın uzun vadeli çıkarına hizmet ettiğinin anlaşılması, psikolojinin bugünkü verileri ile örtüşmesi çok anlamlıdır.

“Helal dairesindeki keyf, keyfe kafidir” diyen çağın vicdanı Bediüzzaman’a, verdiği bu güzel ilham için teşekkür etmeliyiz. “Kıyamete yakın çocuklarınıza şeytan musallat olacaktır, onu haya ve merhamet eksikliğinden anlarsınız” (Camiu’l – ehadis, Suyüti, 23. Cilt, s. 463) mealindeki Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tavsiyesi çok anlamlıdır. Toplumdaki saygı, sorumluluk, merhamet eksikliği ve şiddetin artması, böylece anlam kazanıyor.

Bunun için her insan ve her inanan, önce kendi nefsinden başlayarak kendini tanıma, sınırlarını bilme, diger insanlara saygı duyma, sorumluluk sahibi olma, insani değerleri öğrenme ve öğretme, aynı zamanda hayata geçirme görevi ile mükelleftir.

" Helal Kazanç Helal Tüketim " DİB Yayınları

 

Okunma : 9106

 

İlgili

02 Ocak 2012
"Kişisel Haberler" içerisinde
18 Nisan 2016
"Kişisel Haberler" içerisinde
18 Haziran 2021
"Kitaplar" içerisinde

Haberler

Foto Galeri