Deprem herkes için stres sayılan bir durumdur. Böyle bir durumda insanlar benzer duygu-düşünce ve davranış kalıplarında tepkiler verirler.
Sadece deprem değil kaza, yangın, savaş, sel, gibi büyük afetler ve hayatı tehdit eden olaylar, cinsel tacizler ağır stres durumlarıdır.
Olayın şiddetine, türüne, önceden hazırlıklı olup olunmamasına, olayın çıkış biçimine, bireyin kişilik yapısına bağlı olarak tepkiler değişir.
ÜÇ DÖNEM YAŞANIR
Birincisi ŞOK DÖNEMİ’dir. Mağdur olan kişi psikolojik şoktadır. Şaşkın sersemlemiş, dona kalmıştır. (Emotionel numbness). Amaçsızca dolaşır, yaralarının farkında değildir. Kendisine veya diğer kaza kurbanlarına yardımcı olma çabası göstermez. Yönelimi bozulur, zaman, yer, kişi kavramları şaşar, bellek kaybı, bilinç dişlenmesi olur. 17 Ağustos depreminde görüldüğü gibi bir şey yemeden, acıkmadan donakalmış insanlar herkesin hatırladığı görüntülerdendi. Bu nedenle yakınlarını kurtarma noktasında başarılı olamazlar. Şok tepkisi bedenin psikolojik savunma mekanizmasıdır. Kişi olaya yabancılaşarak psikolojik dağılmadan kurtulabilmektedir. Bu tablo 1-2 gün sürebilir.
Bazı bireylerde de panik ve çılgınca davranışlar yaşanır. Kişi birkaç dakika gecikmenin çok geç olabileceğine, kaçarsa kurtulabileceğine inanıldığında, ben merkezci eğilimlerin güçlü olduğu kişilik yapılarında tehlike ile ani karşılaşıldığında bu tür tepkiler rastlanır. Mamafih kendisini 2-3. kattan atıp kolu-bacağı kırılan veya ölen insanların psikolojisi böyledir.
İkinci Dönem: Pasifleşme dönemidir. Mağdur kişi telkine açık ve edilgen haldedir. Yardıma gelenlerin önerilerini dinler yapmaya çalışır fakat basit işleri bile yapamayacak yetersizlik ve becerisizliktedir. Kişi sanki çocukluğun pasif ve bağımlı yıllarına dönmüştür.
Üçüncü Dönem: Toparlanma dönemidir. Bu evrede kaygı düzeyi yüksektir, telaşlı ve heyecanlıdır. Olayı düşüncelerinde ve rüyalarında sık sık yaşar, irkilme tepkileri, uyarılma ufak bir tık sesi ile sıçramalar yaşanır. Uyku derinliği bozulur, uyanmakta güçlük çeker, kabuslu rüyalar görürler. Olayla ilgili dikkat artmış, başka konularla ilgili dikkat azalmıştır. (Travma sonrası stres bozukluğu) . Bu dönemlerde fısıltı gazetesi en yaygın iletişim haline gelir. Küçük söylentiler kulaktan kulağa hızla yayılır. Sürekli Depremi konuşur, kurtarma işleminin yetersizliğinden yakınır. Öfke ve düşmanlık duyguları besler, saldırgan ve yıkıcı davranışlar gösterebilirler. Kişi eğer ümidini tamamen yitirirse “Umut tükendiği anda işlenen suçlar” vardır ki bu sosyal barışı zedeler. Bu dönem sağlıklı bireylerde birkaç gün içinde geçer.
DEPREMDE UZAYAN RUHSAL BELİRTİLER
Sevdiklerini depremde yitiren kişilerde suçluluk duyguları ve kendini sorumlu tutma eğilimi ortaya çıkabilir. Matem tepkisi uzar ve depresyon belirtilerine dönüşür.
Patolojik Matemin Belirtileri:
Uykusuzluk, hayattan zevk almama, neşesizlik, ölenlerin hatıralarını sayıklayıp durma, kendini suçlama.( Bu belirtiler 2 aydan fazla sürdüyse mutlaka tedavi gerekir.) Umutsuzluk, özgüven ve benlik saygısının yitimi ve yaşama isteğinin azalması da varsa depresyon başlamış demektir.
Örtülü Depresyon belirtileri:
Deprem bölgesinde sağlık birimlerine acil başvuran hastalarda baş, mide, göğüs ağrıları, çarpıntılar, nefes darlığı, Kolit, astım, baş dönmesi belirtilerine çok sık rastlanır. Bu belirtiler psikosomatik belirtilerdir. Beynin stres salgıları salgılamasının organlarda yaptığı işlev bozukluğu ile ilgilidir. Kişinin ağrısı tedavi edilirken ruhsal durumu da gözden geçirilmelidir.
Ölümden dönen kişilerin duyguları:
Ölümün çok yakınından geçtikten sonra sağ kalmak, sonraki hayatta kalıcı bir tesir bırakır. Çeşitli uçak kazaları ve Hiroşima’da sağ kalanlar üzerinde yapılan araştırmalar ortak bazı belirtiler göstermektedir. Kişiler uzun bir süre psikolojik kapanma durumunda kalıyorlar. Duygusal küntlük veya gerçek duygularını bastırmak için olağan dışı tepkiler vermeler görülüyor. En çokta sağ kalmanın suçluluğu yaşanıyor. “Neden yaşıyorum, keşke ölseydim “, “Onların ölümünden ben sorumluyum” gibi patolojik savunmalar gözlenir.
Bazıları da sihirli bir yenilmezliğe sahip olduğunu düşünür, ölüme egemen olduğu türünde bir inanç geliştirir. Böyle yenilmezlik duygusu içinde ileri yaşantılarında ucuz kahramanlıklara, şövalyelik merakına kapılabilirler.
Bazıları “Neden ben değil de diğerleri öldüler bu haksızlık değil mi?” diyebilir. Hatta bir hasta “Doğaya çok kızıyorum artık bir çiçek bile dikmeyeceğim” der hale gelmişti.
Ölümle yüz yüze gelmek:
Beklenmeyen bir zamanda ölme korkusu, bazı insanlarda hayatın tadını çıkaramama, treni kaçırıyor olma endişesi geliştirir. “Her şey boşmuş, bundan sonra hayatımı gönlüme göre yaşayarak geçireceğim” diye aykırı bir yaşantıya yönelip, ben merkezci şekilde aile ve çocuklarını ihmal edebilir.Kendilerini eğlenceye ve içkiye verebilirler.
Bazılarında ölümü yakından hissetmiş olmak ve yaşın duygusu ile dindarlaşma süreci başlar. Ölümün kaçınılmaz acı bir gerçek olduğunun algılaması ve insanoğlunun çaresiz, güçsüz kalması sığınacak liman arama duygularını harekete geçirir. Allah’a sığınmak; korkan bir çocuğun annesinin kucağına sığınması gibi, büyük rahatlık verir. Yalnız olmadığını hisseder, “Bana yardım edebilecek sınırsız bir güç var.” diye teselli bulur.
Diğer bir tepki de, geçmiş yaşantısını gözden geçirir. İdeal doğrularla yaptıklarını karşılaştırır. “Aynı hataları tekrarlamamalıyım” diyerek öz eleştiri, kendini sorgulama becerileri geliştirir.
Diğer gelişen bir duygu da “Deprem zedeler açlık, sefalet içindeyken ben nasıl sıcak çayımı içebiliyorum?” diyerek yardımlaşma, başkalarını düşünme duygularının gelişmesidir. 17 Ağustos depremi sonrasında, bu duygu gelişimin örneklerini yoğun bir şekilde gördük.
Depremden önce ruhsal tedavi gören bazı hastalarda depremle birlikte düzelmeler oldu. Kendilerine bunu nasıl aşabildikleri sorulduğunda; “Yaşanan acıyı gördükten sonra benim acımın önemsizliğini anladım.” Cevabını almıştık.
Bir işadamı depremden sonra işçilerinin ücretlerini daha çok arttırdığını söyledi. Gerekçe olarak da; “Her şey boş ve geçici insanlara iyilik yapmak kalıcı ve güzel, az kazanayım ama kendime iyi insan dedirteyim.” Şeklinde cevap verdiler.
Klinik gözlemlerimiz sonucu deprem sonrası aylarda toplumda deprem konusunda yaygın bir kaygı yaşandığı ve bunun şiddetlenme eğiliminde olduğu şeklinde bir kanaate varmıştık. Hatta depremden aylar sonra bile, boynunda düdük, başında kask, evinin her tarafına sular ve bisküviler doldurmuş olarak yaşayan insanlar vardı. Geceleri “üzerimde dokuz kat var” düşüncesi ile yatan insanlar uzunca bir süre zor uyuyabildiler.
Bazı kişilerde “Her şey Allah’tan” diyerek hasarlı binalarda kalabiliyorlardı. Böyle yanlış kadercilik kendisini köprüden atıp “Allah beni korur” demek gibi; din, akıl ve bilim dışı bir anlayıştır.
Korkuya karşı tepkiler nelerdir?
Kendisini tehdit altında hisseden veya tehlikeye maruz kalan insanda oluşan duygu korkudur. Korku; hayatı korumak için insanda olması gereken bir duygudur. Ancak bazen insana derin acı veren bir his haline dönüşür. Korku karşısında gösterilen başlıca tepkiler şunlardır:
İçinde bulunduğu durumdan kaçarak uzaklaşma. Böylece uzaklaşarak acıyı giderebileceğine inanma.
Baş edebilme gücünü kendisinde buluyorsa, korkunun üzerine gitme. Bu tür gerginliği giderme çabasıdır. Engelleri ortadan kaldırmak için saldırganlık, karşı atılım, kızgınlık, öfke ve düşmanlık duyguları da bu çabadan doğar.
Baş edebilme gücünü kendisinde bulamayanlar, yetersizlik söz konusu olduğunda, ortaya çıkan ruhsal acıyı gidermek için, varolan duruma duygusal katılımı azaltmaya çabalar. İnkar eder, unutmaya çalışır, eğlence ve alkole yönelir. Yenilgi kabul etmiştirler.
Uzlaşma : Korku veren duruma, yaklaşım biçimi değiştirilir. Kişinin “Ego gücü” yerindeyse bir çıkış yolunu bulup, korkudan kazanımla çıkmaya çalışır.
Kendisini Deprem tehdidi altında hisseden bir insan, korkunun kaynağını iyi anlarsa çıkış yolu bulacaktır.
Doğaya hakim miyiz?
Bilim ve teknoloji geçmiş yüzyıllara göre günümüzün insanını çok daha güçlü yaptı. Uzaya gittik, nükleer enerjiyi geliştirdik.. Ancak depremler karşısında çaresiz ve güçsüzüz. Bırakın doğaya hakim olmayı midemizi, kalbimizi, bağırsağımızı bile kontrol ediyor değiliz. Mesela sindirim işleminde yalnızca çiğneme insanın kontrolünde. Geriye kalan %99’luk kısmı oluşturan diğer faaliyetler bizim hiçbir müdahalemiz olmadan gerçekleşiyor. Doğaya hakim olamadığımıza göre doğal afete verdiğimiz anlamı gözden geçirmemiz gerekmektedir.
İnançlı insanın doğal afete verdiği anlam onu rahatlatacaktır. “Bu Dünya gezegeninin bir idare edeni var,her türlü tedbirlerimizi aldıktan sonra onu tanıyıp ona güvenmeli ve ona sığınmalıyız.” Bu düşünce kalıbı ile insanoğlunun deprem üzerinde kontrol duygusu gelişebiliyor. Kontrol duygusu geliştiğinde kaygı düzeyi düşer ve insan rahatlar.
“Deprem Tabiat olayıdır, ilahi ceza dendiği için insanların ruh sağlığı bozuldu.”
Deprem tabiat olayıdır, ancak yerin altındaki başıboş, kör, sağır, şuursuz, akılsız enerjinin ve fayların keyfi davranışından söz etmek mümkün değildir. Yerin altındaki müthiş enerji eğer kontrolsüz bir enerjiyse, yer kabuğu üzerinde tek bir rahat adım bile atamayız.
Psikiyatri merkezlerine depremden sonra binlerce insan geldi. O kişileri etkileyen düşünce ve duygu, suçluluk değil, yani ilahi cezaya çarptırıldım düşüncesi değil, ölüm korkusunu yaşamaktı. Ölüm korkusunu dengeleyen, kişinin hayatı ve ölümü veren aşkın bir güce inanıp sığınmasıdır. İnanan insanlar, deprem korkusu karşısında daha dayanıklı olabiliyorlar.
Çocuğun ruh sağlığına ne gibi etkiler yapıyor?
Depremden sonra yaşanan korku ve kaygı, çocukları çok etkilemektedir. Parmak emme, altını ıslatma, kabus görme, yalnız yatamama, büyüklerin yanından ayrılmama, tutunma isteği, sık sık boyna sarılmak çok görülen davranışlardır. Diğer tarafta, okul başarısı etkilenebilir. Öfke nöbetleri, içe kapanmalar sıkça rastlanır. Sebebi bulunamayan mide bulantıları, karın ağrıları, baş dönmeleri, uyku bozuklukları, neşesizlik, durgunluk, olaydan 1-2 ay sonra bile görülebilir.
Neler yapalım ?
Çocuğa, özellikle 9 yaşın üzerindeki çocuğa tehlikeyi anlama konusunda yardımcı olmak gerekir. “Bir acı yaşanıyor, bu acıyı yaşayıp katlanacağız” mesajı vermek gerekiyor. Büyükler sabırlı, kararlı, cesaretli, yardımsever, şefkatli olurlarsa; çocukların ruh sağlığında kalıcı bozulmalar olmayacaktır. Çocuklarla daha fazla zaman geçirmek gerekiyor. Onlara sarılıp, dokunup yalnız olmadıkları duygusunu vermeliyiz. Çocukların duygularını, düşüncelerini ifade etmelerine fırsat vermeliyiz. Oyun oynasınlar, resim çizsinler, gün boyu yorulsunlar serbest bırakalım. Hayatın normale döndüğü duygusu çocukları rahatlatacaktır. Bu büyük olayın, çocuklarımızın erken olgunlaşmasına neden olduğunu söylemek gerekir.
Büyükler neler yapmalı ?
İnsanlar psikolojik olarak eskisi gibi sağlıklı hale getirmek için bazı şeylere dikkat etmelidir.
Hayatın zor bir döneminden geçiliyor. Toparlanmak için bir zamana ihtiyaç vardır.
Bu olayı düşünen herkes sizin hissettiklerinizi hissetti, acıları paylaşmak acıları azaltacaktır. Fakat acıyla yatıp acıyla kalkmak insanın beyin enerjisini tüketecektir. Şu kuralı unutmayın, “Çaresi varsa çaresine bakılacaktır, üzülmeye değmez. Çaresi yoksa üzülseniz de sonuç değişmeyecek daha fazla üzülmeye değmez."
Yorgunluk, açlık ve uykusuzluğun bedeninize çok zarar verdiğini unutmayanız.
Alkol ve uyuşturucu ilaçlardan uzak durunuz. İlgili hekimin verdiği uyuşturucu olmayan ilaçlar çok işe yarayacaktır.
Depremden kazanımlı çıkmak mümkündür. Özgüvenini kaybetmeyen insanları böyle hayat olayları geliştirmektedir. Tıpkı serçenin kaçma yeteneğinin, atmacanın saldırıları ile geliştiği gibi.
Bir hayat olayı yaşadık; sosyolojik, psikolojik sonuçları olacaktır. Kabullenip, isyan etmeyerek, dersler çıkararak, aklımızı başımıza alarak daha iyi insan olma yönünde özeleştiri yeteneğimizi geliştirerek, bu dönemden toplum olarak karlı çıkmamız mümkündür.
Devletin de yapacağı şeyler çok önemlidir. İnsanların kaybedilen güven duygusunun kazanılmasına yardım edici destek gerekir. Devletin hazırlıklı ve örgütlü olması panik, kaos ve dedikoduları önleyecektir. Bakım, tedavi ve rehabilitasyon faaliyetlerinde, devletin şefkatli bir hekim gibi davranması, insanlarımızın güven duygusunu ve yaralarının sarılacağı inancını pekiştirecektir.
Okunma : 3386