Hocam, bir genç evlilikten ne beklemelidir? Evlilikle birlikte kendisinde neleri değiştirme fikrine alışmalıdır? İsterseniz buradan başlayalım.
Gençlerde evlilik yaşı biraz gecikti, uzuyor; evlilik önceye göre gecikiyor. Gençler arasında evlilikle ilgili çeşitli kaygılar var, endişeler var. Endişeler, gençleri evlilikten uzaklaştırmamalı, korkutmamak, bilinçli evlilik yapmaya itmeli. Bunun için de evlilikle ilgili "İdeal evlilik nasıl olur?" sorusu hakkında düşünmeli. İnsan, bir araba alırken en iyi arabayı almak için belli standartları araştırıyor. Evlilikte de karar verirken kadın için de erkek için de ideal evliliğin özellikleri nelerdir? Onunla ilgili çeşitli ölçüler var, standartlar var, ona dikkat edilmesi gerekiyor.
Birincisi kişi, evliliğe karar vermeden önce kendisini tanımalı. Kendisi evlilikten ne anlıyor? Evlilikten ne bekliyor? Evlilik bir erkek için veyahut bir kadın için değişiyor. Mesela erkek için evlilik, cinsel ihtiyaçların karşılandığı bir birliktelik mi? Yoksa evlilik, kadın-erkek karşılıklı duyguların, kalplerin alışveriş yaptığı birliktelik mi? Yani evlilik, çocuk yetiştirmenin dışında hayatta ne anlamlara geliyor? Kişinin bunu bilmesi gerekiyor.
Evlilik olgunluğu dediğimiz bir şey var. Araba kullanmak için ehliyet olgunluğu varsa evlilik olgunluğu da var. Evlilik olgunluğunun oluşması için kişinin evlilikle ilgili bencil duygularını gidermesi gerekiyor. Bencil kişiler evlilikte başarılı olamıyor. Evlilikte en çok sorun yaşayanlar bencillik yapan kişilerdir, alttan almayı bilmiyorlar ve ilişki yönetimini yapamıyorlar. Hep kendi şartlarına uyulmasını istiyorlar, karşı tarafın şartlarını ve ihtiyaçlarını anlamıyorlar, evlilikteki en temel yapı olan empatiyi başaramıyorlar.
Son zamanlarda bayanların da çalışmasıyla ailelerde "benim param, benim arabam, benim evim..." gibi kavramlar çokça duyuluyor. Bu benlik düşüncesinden sıyrılıp nasıl "biz" olacağız? Evlenecek çiftlerin "biz" duygusunu yakalamaları için bencilliklerinden uzaklaşmaları mı gerekir sizce?
Evlenmeden önce insani ilişkilerini tek kişilik götüren kişi, evlendikten sonra artık iki kişilik düşünmek zorunda. Yani iki gözle değil de dört gözle, dört kulakla hareket etmek zorunda. Bir insan "Hem evli olacağım hem de özgür olacağım." diyorsa bu, evliliğin doğasına aykırıdır. Kişi evlendiğinde özgürlüğünden fedakârlık yapması gerekiyor. Hatta bunun için H.,0 örneğini veriyoruz. Hidrojen ve oksijen doğada serbest, özgür hâlde bulunurken bir araya geldiklerinde özgürlükleri bitiyor ama su oluyorlar, farklı bir hayat kaynağı oluyorlar, yeni bir mutluluk alanı oluşturuyorlar, yeni bir denge oluşturuyorlar. Evlilikte de kişinin bunu düşünmesi gerekiyor.
"Evlendikten sonra hem kafama göre yaşayacağım hem de canımın istediğini yapacağım. Bu benim hayatım, kimse karışamaz!" diyorsanız hep karşı taraf fedakârlık yapar. Bizim geleneksel yapımızda erkek evlendikten sonra kadını tapulu malı gibi görmeye başlıyor, daha sonra " Artık istediğim gibi kullanırım." tarzında hareket ediyor ve istediği gibi takılabileceğini düşünüyor. Kadının özgürleşme çağında yaşıyoruz. 20. yüzyılın ikinci yarısı ve 21. yüzyıl, kadının özgürleşme hareketlerinin yaygınlaştığı bir çağ. Böyle bir durumda erkek, kadının isteklerini anlayamazsa çatışma yaşanıyor ve aile içi şiddet olayları ortaya çıkıyor.
Evlilikte kadının çalışma zorunluluğu varsa erkek ev işlerinde ve çocuğun bakımında tüm yükü kadına yüklemeyecek. Yani kadının iki kariyeri oluyor, hem çalışıyor hem annelik yapıyor. Erkek sadece çalışıyor, eve geldiğinde sadece babalık görevini yapıyor. Hâlbuki evde eşiyle hayatı birlikte paylaşması gerekiyor.
Evlilik, ortak bir yolculuğa çıkmak gibi. Yolculuğa çıkan kişi, okyanusun ortasında "Ben sıkıldım, bu yolculuğu bırakacağım." diyemez ya da evlilik, cerrahın ameliyat yapması gibi. Cerrah, ameliyatın ortasında "Ben sıkıldım, ameliyat yapmayı bırakacağım." diyemez. Yani evlilik olgunluğu olmayan kimse, evlendiğinde evliliği doğru yürütemiyor ve boşanmaların artması gibi sonuçlar ortaya çıkıyor.
“Araba kullanmak için ehliyet olgunluğu varsa evlilik olgunluğu da var.”
Hocam; çıplaklığın artması, özgürlük adı altında kadının kendini olabildiğince teşhir etmesi, medyanın özellikle de TV'nin kadını cinsel bir meta olarak sunması, kadını "annelik" yerine "heves" makamına oturtması erkekleri nasıl etkiliyor? Erkekler kadınlara artık nasıl bakıyor?
Kadının özgürleşme hareketi kadının sokağa çıkma hareketi olarak algılandı. Aslında kadının özgürleşme hareketi demek kadının annelikten vazgeçmesi, annelik görevlerini zayıflatması hareketi değil. Yani kadın hem iyi bir anne olabilir hem de çalışması gerekiyorsa iyi bir eş de olabilir, iyi bir iş kadını da olabilir. Bunları yapabilmesi önemli ama kadının özgürleşme hareketi kadının dişiliğini sergileme hareketi değildir.
Bir insan "Hem evli olacağım hem de özgür olacağım." diyorsa bu, evliliğin doğasına aykırıdır.
Erkek fizyolojisiyle kadın fizyolojisi farklı. Erkek fizyolojisi karşı cinsle erotizmi daha fazla düşünür. Kadın beyni ise erotizmi değil romantizmi daha çok düşünür. Yani kadın-erkek ilişkilerinde kadın romantizmi, duygu paylaşımını ön plana çıkarır. Erkek fizyolojisi ise cinsel paylaşımı ön plana çıkarma yönündedir. Yapılan deneyler var. Kadın ve erkeğin eline bir cihaz veriliyor, "Cinsellik aklınıza geldiğinde hemen düğmeye basın." deniyor. Gün sonunda psikoloji öğrencileri arasında bu deney sonuçları inceleniyor ve araştırmanın sonucuna göre erkeklerin aklına beş misli daha fazla cinsellik geliyor. Yani erkek beyni, cinselliği daha fazla algılayan bir beyin. Bu bilinemediği için kadın sosyal hayatın içine girdiği zaman, yolda bir arabayı çeviriyor, "Beni şuraya kadar bırakır mısın?" diyor. Bunu söylerken cinsel bir niyeti yok ama erkek, kadının serbest hareketlerine cinsel anlam yüklüyor. Böyle durumlarda cinsel şiddet olaylarının artması gibi bir durum ortaya çıkıyor. Kadının bu konuda bilinçli olmamasının rolü var.
“Kadın, sosyal hayatta dişiliğiyle değil kişiliğiyle var olmalıdır.”
Kadının özgürleşmesi hareketi ve kıyafeti konusunda kültürel değerlerde ciddi bir değişme yaşanıyor hatta sosyal ve siyasal boyutu da olan bir durum bu. Cinselliği sergilemesi kadının zaafıdır, bunu frenlemesi kadının olgunluğunu ve bilgeliğini gösterir. Yani kadın, sosyal hayatta dişiliğiyle değil kişiliğiyle var olmalıdır. Kadının bunu göstermesi için de cinselliği ikinci plana koyması gerekir. Erkeğin de cinselliğini kontrol edebilmesi önemli, yani kadının cinselliğini ikinci plana koymasını ve ondan fedakârlık yapmasını beklerken erkek de cinselliğini kontrol altına almalıdır. Bu, karşılıklıdır. Ancak bu şekilde sosyal hayattaki cinsel iletişim kazalarını ve cinsel özgürlük adı altında evliliğe zarar veren cinsel sorumsuzluğu önlemiş oluruz.
Evlenme niyetinde olan genç kızların adayların öncelikle diplomasına, maddi durumuna, evinin olup olmamasına baktıklarını görüyoruz. Peki, kadınlar erkeklere nasıl bakıyor artık hocam? Bu bakış tarzındaki değişimin sebepleri neler olabilir?
"Son Sığınak Aile" kitabımızda evlilik niyet sözleşmesi gibi bir sözleşme yapmıştık. Aslında o sözleşmenin sebebi farkındalık sözleşmesiydi. Yani evlilikle ilgili ne bekliyorsun? Eşinin yakınları hakkında ne düşünüyorsun? Eşinin iş hayatı, iyi günü, kötü günü hakkında ne düşünüyorsun? Ne yapacaksın? Bunlarla ilgili öz eleştiri yapıp farkındalık kazanma ve kendini tanıma önemli çünkü.
Daha önceki evliliklerde insanlar, temel ihtiyaçlarını karşılayan bir evlilikle yetiniyorlardı ama şimdi, söylediğiniz gibi insanlar, standartlarının yüksek olmasını, evinin, arabasının, iş hayatının, sosyal hayatının olmasını istiyor. Bu insani bir durum, bu istenebilir ama bunlar işin vitrin kısmı, görünen kısmı. Görünmeyen kısmı ise şöyledir: İnsanlar kısa vadeli ilişkilerde görünümleriyle karşılanır, uzun vadeli ilişkilerde ise karakterlerle ilişki sürer. Yani evlilik uzun bir yolculuk olduğu için görünen değil görünmeyen avantajlar ön plana çıkıyor, suret değil siret önem kazanıyor, huy/karakter/insani özellikler ön plana çıkıyor. Bunun için kadın, psikolojisini bilen erkek aramalı; erkek de kocasını para makinesi gibi görmeyen kadın bulmalı. Modern yaşam bunu sunuyor. Kadın, kocasını para makinesi gibi görüyor; erkek de karısını sadece cinsel obje olarak görüyor. Modernizmin getirdiği bu yaklaşım, uzun süreli evliliklerde risk oluşturuyor. Kadın, çocuk sahibi olduğu zaman yahut fiziksel bazı özelliklerini yitirdiği zaman erkek farklı arayışlara giriyor yahut erkek, ekonomik krize girdiği zaman kadın farklı arayışlara giriyor.
Evlilik, büyük fotoğrafı görerek girilen bir yolculuktur. Bu yolculukta fırtınalar da vardır güzel günler de vardır. Böyle durumda ilişkide iyi bir iş birliği kurmak gerekiyor, "Aşk, evliliğin sebebi mi sonucu mu?" sorusunun tartışılması gerekiyor.
“ Ben canım istediğini yapacağım! ” diyen evlenmesin…
Aşk, evliliğin sebebi değil sonucudur; iyi iş birliği kurmanın sonucudur. İyi bir iş birliği kuramıyorsanız iyi aşık olamıyorsunuz, aşk buharlaşıyor ama iyi bir iş birliği kurarsanız ömür boyu aşk ortaya çıkıyor. O yüzden iyi iş birliğinin kurulabilmesi için kişilik uyumunun olması, evlilik becerilerinin ve evlilik olgunluğunun geliştirilmesi gerekiyor.
“Evlilik programlarında evlenen biri kumarla evleniyor demektir.”
Mutlak özgürlük düşüncesi evlilik müessesesinin kurulmasını sizce nasıl etkiliyor? Yani kişi "Ben özgür olmak istiyorum!" diyerek evlenmeyi ve bir aileden sorumlu olmayı erteliyor. Bu bağlamda özgürlük ve evlilik aynı çatı altında bulunabilir mi? Evlilik neden esaret gibi algılanıyor?
Evliliğin doğasında eşine hesap verme duygusu vardır, iki taraf için de bu geçerlidir. Birlikteliğin gereğidir bu. Evlilik hayatında eşe ve çocuklara karşı sorumluluk vardır. Eğer kişi bu sorumluluğu taşımıyorsa "Bu benim hayatım, sen karışma!" diyorsa eşini köle gibi görüyor demektir. Bu, karşı cinsi köleleştirmektir. Kadın için de erkek için de geçerli bu. "Ben canımın istediğini yapacağım!" diyen evlenmesin. Böyle bir durumda zarar çocuğa oluyor, bu çocuklar topluma zararlı bireyler oluyor, parçalanmış aileler ortaya çıkıyor, iletişim çatışmalarının olduğu aileler ortaya çıkıyor, çocuk sağlıklı yetişmiyor. Evlilikte özgürlük ve sorumluluk dengesi önemlidir, evlilik rolü bunu gerektiriyor çünkü bu, farklı bir mutluluk alanı oluşturuyor.
"Evliliğe inanmıyorum!" diyen biri vardı, büyük konuştu, daha sonra evlendi ama eşinin psikolojik ihtiyaçlarını göz ardı ediyordu. Bana gelip "Neden evlenmeliyim?" diye sormuştu, ben de "Hayatının sonunu darülacezede geçirmek istemiyorsan evlen." demiştim. Tabii gülmüştü.
İnsanlarda özellikle de erkeklerde mesela para, güç varsa bu hep böyle gidecekmiş gibi geliyor. Ama hastalıklar var, musibetler var, olaylar var. Büyük fotoğrafa baktığımızda mutluluk, toplam mutluluktur, o anki mutluluk değildir. O anda "Özgürüm, mutluyum. Niye evleneyim ki?" diye düşünüyor insan ama hayatın sonuna geldiğiniz zaman toplam mutluluğa baktığınızda evliliğin olduğu bir hayat, evliliğin olmadığı ama özgür diye düşünülen hayata göre toplam mutluluk kalitesi olarak daha yüksek bir hayat. Bunun için de emek vermek gerekiyor, evliliğe yatırım yapmak gerekiyor. Evliliği esaret olarak görmeyeceksin. Evlilik kişinin daha kurallı yaşamasını sağlıyor sadece. O kuralın bir zorluğu var ama kurallı yaşamanın da güzel sonuçları var, mesela bir çocuğunun her yaşının güzelliğini ayrı tadıyorsun. Her mutluluğu bir anda yaşama fikri güzel bir fikir ama gerçekçi de değil mümkün de değil.
“Evlendikten sonra kişilerin anne-babayı uzaktan sevmeyi başarması lazım.”
Evlilik programı adı altında sunulan evlilik algısına nasıl bakıyorsunuz? Bunlar gençleri nasıl etkiliyor?
O tarz programlar evliliği ayağa düşürdü, ciddiyetten uzaklaştırdı, bir şov malzemesi yaptı. Mesela bize gelen bir hasta, bizden çıktıktan sonra evlilik programlarını izleyip oradan evlenmeye çalıştı. Yani evlilik programına başvuran birçok insanın ruh sağlığının iyi olmadığını görüyoruz. Hastaneden sonra kendini biraz iyi hissedip evlilik programlarıyla hayat kurmak için maceraya atılan yani ruh sağlığı yerinde olmayan insanların dolaştığı programlardır bunlar.
Evlilik programlarında evlenen biri kumarla evleniyor demektir. Bu programlar evliliği küçülttü, değersizleştirdi, evlilik kurumuna zarar verdi. O programlar sadece eğlence olarak izlenebilir, orada evlenenlerin uzun vadede başarılı oldukları istisnadır. Bir istatistik yapılsa bu programların başarılı olduğunu veya orada sağlıklı bir evlilik uygulaması yapıldığını söyleyemeyiz.
Hocam, artık tanışma ortamlarının da değiştiğini görüyoruz. Evlilik siteleri, sosyal ağlar, üniversite ortamı vb. kanallarla anne-baba ya da aile büyüklerinin yok sayılarak evlilik kararları alınması söz konusu. Çoğu zaman da böyle kararlar boşanmayla neticeleniyor. Anne-babanın evlilik kararındaki yeri neresi olmalıdır sizce?
18 yaşını bitirmiş bir genci düşünürsek üniversite çağına gelmiş, mesleğini edinmiş bir genç bu durumda kendi isteğiyle evlenebilir. Evlilik kararı verecek genç hangi yaş grubunda olursa olsun gençlik, akıldan çok hislerin baskın olduğu yaş dönemidir. Bu yüzden evlilik konusunda üçüncü bir görüşe, bir ileri görüşe ihtiyaç duyulur. O da anne-babadır burada. Çocuğu tanıyor, karşı tarafa eleştirel bakabiliyor çünkü. Hani bir söz vardır ya "Aşkın gözü kördür, kaynanalar olmasa!" diye... Yani karşı taraf eleştirel bakabildiği için onun fikirleri denetim mekanizmasıdır evlilikte, o kör noktaları görmemizi sağlayan mekanizmadır.
Evlenecek kişi, anne-babanın görüşünü alır ama son kararı yine kendisi vermelidir. Anne-baba böyle durumlarda buyurgan yaklaşırsa, "Ya benim dediğim olur ya da seni evlatlıktan reddederim!" derse burada annelik şef kati ve babalık şefkatinin kötüye kullanıldığını yorumlamak lazım. Bu yanlış kullanımdır. Sonuçta annenin ve babanın uyarıcı bir görevi vardır, anne-baba uyarı görevini yapmalı, burada onların rehberliğine ihtiyaç vardır. Ama anne-baba, uyarı vazifesini yaptıktan sonra gence belli bir süre tanımalıdır. Süre tanıdıktan sonra buna rağmen genç, evliliği istiyorsa burada anne-babanın yapacağı şey "İçim rahat değil, onaylamıyorum ama yine de karar senin, sorumluluk sana ait." demektir. Gencin içinde o duygu olursa evlendikten sonra ufak bir krizde "Ayrılıyorum!" diyemez. Anne-baba genci böyle bir karardan ötürü tamamen reddederse hataya itmiş olur. Bu dengeyi kurabilmek kolay değil tabii.
Genç açısından anne-babanın görüşünü almak çok önemli ama evlendikten sonra kişilerin anne-babayı uzaktan sevmeyi başarması lazım. Günümüzde yapış yapış aile ilişkileri sağlıklı yürümüyor. Şimdi apartman aileleri var biliyorsunuz, yine aynı binadalar ama ayrı evdeler. Çekirdek aile gözüküyoruz ama değiliz. "Çekirdek aile konfederasyonu" demiş Batılı bir sosyolog buna. Çekirdek aileler ama yine beraberler. Bu, Türklerin bulduğu bir çözüm. Batı sosyolojisi "Kişi evlendikten sonra anne-babadan kopmalı." diyordu hatta miras hukukunda anne-baba ölse bile çocuğa bir şey verilmiyordu. Çünkü Batı "Hayat bir mücadeledir!" sloganıyla bireyselleşme adı altında aile bağlarını, akrabalık bağlarını reddetti; çekirdek aileyi yüceltti geniş aile yerine. Bunu sosyolojik bir veri, bilimsel bir veri olarak sundu ve bunun üzerine Batı insanı yalnızlaştı. Akrabalık bağlarının yerini sivil toplum örgütleriyle doldurmaya çalışıyorlar.
“Boşanmayı düşünen bir insan evliliği yürütemiyor, ‘Ufak bir krizde ayrılırız!’ diyor.”
Bizde ise aile bağları o derece zayıflamadı fakat biz de kendi çözümümüzü bulduk, çekirdek aile konfederasyonu oluşturduk. Akraba ilişkileri de devam ediyor ama bu da ülkenin batısında özellikle- dağılma yönünde. Yine de anne-babaya olan saygının devam ettiği kültürel bir yapımız var, bunun korunması gerekir.
Anne ve babanın dominant olması yani her şeye müdahaleci ve karışır olması özellikle kadın erkek ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Aile ilişkilerinde kadın-erkek bir koalisyon kurmalı, anne-baba bir koalisyon kurmalı. Buradaki en büyük yanlışlık şu: Anneyle oğlan koalisyon kuruyor, gelin de annesiyle koalisyon kuruyor yani ilişki kurma bakımından koalisyonlar ilişkisi oluyor. Hâlbuki kadın ve erkek birlikte koalisyon kuracak, onlar da anne ve babayla koalisyon ilişkisi kuracak. Bu yapılmadığı zaman aileye en çok müdahale eden aile büyükleri oluyor. Bunu başarabilirlerse, karı-koca ortak dil kullanırlarsa, anne-baba onları mutlu görürse karışmıyorlar zaten.
Şu anda boşanmaların artış sebeplerinden biri de geniş ailenin zayıflaması. Daha önce kadınla erkek evlendiğinde, biri hata yaptığında hakem durumundaki aile büyükleri vardı, onlar devreye giriyorlardı, geniş ailelerde "Kızım öyle değil böyle yap, oğlum öyle değil böyle yap." diye rehberlik ediyorlardı, evlilik problemleri büyümeden çözülüyordu. Şimdi aile bağları zayıfladı, gençler hep yalnız kalıyor, problemleri olduğunda danışacakları bir rehberleri yok, bir kızın morali bozulduğunda telefon edip konuşabileceği kişiler yok.
Aile büyüklerinin yol göstericiliği önemli ama kararı karı-koca birlikte vermek, aile büyüklerinden sadece yardım almak gerek çünkü gençlik dönemi akıldan çok hislerin ön planda olduğu bir dönem. Biz duygu temelli bir toplumuz. Anadolu, Ortadoğu, Akdeniz coğrafyası, olayları duygusal olarak analiz ediyor; duygusal tepki veriyor. Bu nedenle duygu yönetimi yapamıyoruz, bunun sonucunda da aile çatışmaları ortaya çıkıyor.
“İnsanın doğası tek başına yaşamaya uygun değil. Biyolojik ritmimiz kadın-erkek birlikte yaşamaya göre yaratılmış.”
Hocam, evliliğin dinen de teşvik edildiğini görüyoruz, bu konuda hadis ve ayetler de var. Kişinin evlenerek kendine ve topluma sağladığı fayda nedir? Evlenmeyerek kendine ve topluma verdiği zararlar nelerdir? Kişinin "Ben evlenmiyorum!" kararı sadece kendini mi ilgilendirir yoksa toplumu da ilgilendirir mi?
Evlenmede, kadın-erkek ilişkilerinde eşleşme biyolojiktir ama evlilik kültüreldir, evliliğin oluşturulabilmesi için kültürel denkliklerin olması lazım. Duygu, düşünce, davranış alanlarında kültürel yakınlıklar ne kadar fazlaysa küfüv anlamındaki o denklik ne kadar yakınsa o kadar sağlıklı evlilikler ortaya çıkıyor.
Batı'da bir kadın taşıyıcı annelik yaparak çocuk sahibi oluyor, böylelikle bekâr anneler ortaya çıkıyor. Eğer bu yaygınlaşırsa toplumda baba rolü olmayacak. Yani hem evlilik sorununa girmeyeceğim hem çocuk sahibi olacağım hem de canımın istediği gibi yaşamış olacağım! Bu tarzdaki bir yaklaşım sosyolojik olarak çok tehlikeli bir durum.
İnsanın mutlu olmasında evliliğin sığmak değeri var. Yani günün bütün zahmetinden arınabileceğin, duygu paylaşımının olduğu, eşinle birlikte zaman geçirdiğin, kendini güvende hissettiğin bir yer... Evlilik eskiden sevgi yuvası olarak kabul ediliyordu. Aslında evlilik, sevgi yuvası değil güven yuvasıdır. İnsandaki temel duygu budur. Eğer bu duygu kişide sağlıklı bir şekilde varsa o, güven içerisinde daha mutlu oluyor, ortalama ömrü daha uzun oluyor. Birçok psikosomatik hastalık daha az ortaya çıkıyor iyi evlilik yürütenlerde.
İnsanın doğası tek başına yaşamaya uygun değil. Biyolojik ritmimiz kadın-erkek birlikte yaşamaya göre yaratılmış. Bu biyolojik doğamıza uymazsak bunun bir bedeli var. Evlenmeyen kişi, bireysel olarak hayatındaki toplam mutluluğundan birçok şeyi kaybeder ama meseleyi insanlık olarak ele aldığımızda bu durum insanlığı kaosa götürecek bir durumdur.
“Evlilik, sevgi yuvası değil güven yuvasıdır.”
Şimdi Batı'da evlilik dışı çocuklar, evlilik içi çocuklardan daha fazla. Toplam doğan çocuk sayısı Batı kültüründe o şekilde. Özellikle kuzey Avrupa, Fransa, Amerika gibi ülkelerde nikâhsız aileden doğan çocuk oram daha fazla. Annesi, babası belli ama sonuçta evlilik kurumu olmadan doğmuşlar ve aile bağları zayıf. İki tarafın da sevgilileri var, iki taraf da istediği gibi yaşıyor, böyle bir ortamda çocuğun çok fazla sağlık problemi ortaya çıkıyor. Bu durum eğer bu hızda artmaya devam ederse 100 sene sonra insanlık savaşlarla değil sosyolojik çürümeyle kendini kendini tüketecek. Nuh tufanında böyle bir çürüme varmış. Romanın yıkılışında da buna benzer bir çürüme var. Psiko-sosyal çürümenin olduğu, Nuh tufanından önce sakatların arttığı, evlilik kavramının ortadan kalktığı, insanların hayvansal bir yaşayış içerisinde olduğu bildiriliyor. Bu durum, insanlığı ikinci bir çürümeye, yozlaşmaya doğru götürebilir. Bunun için evlilik kurumunu ayakta tutmazsak insanlığın yok oluşu bir nükleer savaş ya da iç savaştan çok sosyo-psikolojik çürümeden olacak diyebiliriz.
Evlilik için yola çıkan iki gencin işin daha en başında boşanmayı hesaba katarak evlilik sözleşmesi yapmalarını ya da bu düşünceyle yola çıkmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Evlilikte boşanmayı düşünen bir insan evliliği yürütemiyor, "Ufak bir krizde ayrılırız!" diyor. Yani eşler "Sözlerimiz uymadı mı ayrılırız!" diyorlar. Sözleşmelerde de hep en kötü ihtimal ele alınır ama sözleşmenin işlemesi için iyi niyet şarttır. Ticari sözleşmelerde de öyledir. Sözleşmede kötü niyet varsa o sözleşme yürümez. Bunun için evlilikte iyi niyet sözleşmesi, niyet sözleşmesi hukuki sözleşmeden daha önemlidir. Yani kişilerin niyetlerini söylemeleri önemlidir. Kişilerin niyetlerini deklare ettikleri bir sözleşme olursa bu sözleşme iki taraf için güven verici bir etki yapar. O sözleşmeye çok itiraz etmemek gerekir, en azından bir farkındalık sağlar.
Ben öyle bir örnek biliyorum. Biliyorsunuz Karadeniz'de fındık mevsiminde fındık çok önemlidir. Giresunlu bir aile ile karşılaşmıştım. Evleniyorlar, erkek her sene fındık zamanı Giresun'a ailesinin yanma gidiyor, evlenmeden önce de gidiyormuş zaten. Evlendikten sonra da eşine "Artık gitmek zorundayız." diyor ve her sene fındık zamanı ailesinin yanına gidiyorlar. En sonunda kadın artık fındık toplamak için gitmek istemediğini söylüyor. Derken bu olay, boşanma safhasına kadar uzuyor. Bir gün terapiye gelmişlerdi, kadına evlenmeden önce kocasının her yıl fındık toplamak için memlekete gideceğini söyleyip söylemediğini sordum. Kadın "evet" dedi. "Peki, sen ne düşündün o zaman?" deyince de "Ben onu vazgeçiririm diye düşündüm." dedi. Peki, vazgeçmezse ne olacak? Bu konuda erkeğin açık konuşması iyi olmuş çünkü söylemeseydi belirsizlik olacaktı. Belirsizlik de çatışma sebebidir. Onun için belirsizlikleri gidermek açısından kişilerin böyle şeyleri açıklaması iyidir. Evlilik sözleşmesi, niyet boyutunun önemli olduğu bir sözleşme olmalı yoksa bir hukuk sözleşmesi ya da esaret sözleşmesi şeklinde olmamalı.
Hocam, biz bir döşekle evlenen nesillerin çocuklarıyız. Ama şimdi insanlar modernizmin de etkisiyle kuracakları evlerin eksiksiz olmasını arzu ediyorlar. Dolayısıyla bu durum için de yüksek meblağlar gerekiyor. Maddi yetersizlik de evlilik yaşını geciktiriyor, insanlar belli bir yaştan sonra da evlenmek istemiyor. Eşyaya verdiğimiz bu değer nereden kaynaklanıyor sizce?
Sekülerizmin yüceltildiği bir çağda yaşıyoruz. Yani insanlar eşyayı bir araç değil de bir amaç olarak görüyorlar. İnsanın ego idealinde en tepede, bir insanın hayatındaki soyut hedefler olması lazım. Nasıl bir insan olmak istiyorsun? Hayatının sonunda nasıl anılmak istiyorsun? Aslında öyle olması lazım ama şu anda hayat, "Varlıklı olayım, güçlü olayım, zengin olayım." gibi birçok statünün, zengin olmanın, ünlü olmanın öne çıktığı bir yaşam felsefesi sunuyor, sekülerizmi sunuyor. Sonsuzluğu, ölümden sonraki hayatı, bir yaratıcıya hesap verme duygusunu göz ardı eden seküler bir hayat hâkim şu an.
“Alışveriş mağazasında kocasıyla kavga eden, kocasını yerin dibine batıran tesettürlü kadınlar var.”
İnsanlık tarihinde sekülerizmin bu kadar yaygınlaştığı dönemler çok azdır. Böyle bir dönemde de insanların önem ve öncelikleri değişti. Parasal konulardaki önem ve öncelikler ortaya çıktı. Burada da ihtiyaçtan çok isteklere göre hareket ediliyor. İstekleri de moda ve medya etkiliyor. Böyle bir örnek biliyorum. Kadını biri pardösü almak istiyor. Kocası "Dolapta bir sürü var!" diyor. Kadın "Onların hiçbirisi giyilmez." diyor. Erkek bakıyor ki kadının yirmiye yakın pardösüsü var. Kadın "Onun yakası böyle, giyemem; bunun eteği böyle, giyemem; bunun rengi böyle, giyemem." deyince kocası "Baktım haklı, bunu giyse rüküş düşecek, mecburen aldık." diyor. Böyle bir sosyal baskı var toplumda. Bunun için kadının önceliği ile erkeğin önceliği çok farklı oluyor.
Üç tane tartışma konusu vardır ailede. Çocukların eğitimi, paranın harcanması ve aile büyükleriyle ilişkiler. Bunlar bir kaynak yönetimi gibi yönetilmelidir. Parada da öyledir. Alışveriş mağazasında kocasıyla kavga eden, kocasını yerin dibine batıran tesettürlü kadınlar var. Hayat felsefesi diyorsunuz, bakıyorsunuz, şeklen dünyevi değil ama ahlaken dünyevi. Böyle bir durumda kişilik, yaşam felsefesi ön plana çıkıyor. Toplumun baskısı da burada çok fazla belirleyici. Biliyorsunuz Suudi Arabistan’da kadınlar tam tesettürlü uçağa biniyorlar ama uçaktan tamamen farklı bir kıyafetle iniyorlar. Modernizmin bulaşıcı bir etkisi var. İçsel güzelliğin yüceltilmesi, insanların iyi ahlakın güzel sonuçlarını yaşaması lazım. Ama insanların kötü ahlakın kötü sonuçlarını da görmesi lazım ki bu olaylar ancak bu şekilde düzelir.
Peki, ailede bunun karşılığı ne? Ailede hayat felsefesi bu yöne olursa o zaman zorluklar aşılabiliyor, toplumun baskısına karşı bir direnç oluşturulabiliyor, medyanın baskısına karşı direnç oluşturulabiliyor ama bu iki tarafta da olacak. Erkek pahalı araba alıp da kadının kıyafet almasını esirgiyorsa bu adil olmaz. İki taraf için de adil olmak lazım. Erkek istediği gibi geziyorsa, karısını da esir ettiyse bundan dolayı kavga çıkıyor. Bunun arkasında yine bencillik var. Evlilik öncesinde bu konudaki beklentileri, temel ihtiyaçları karşılamak üzere olan beklentileri sorgulamak lazım.
Nişanlı ya da sözlü olup karasızlık yaşayan kimse, kararında emin olmak için kendisine hangi soruları sormalıdır? Bu karar sürecinde çevrenin rolü nedir hocam?
İnsan evlilikten önce gözünü dört açmalı, evlilikten sonra da yarım açmalı. Dinî nikâh yaptıysa artık evlidir o kişi, ondan sonra "Acaba?" demeyecek, yani "Evliliğim doğru mu, değil mi?" sorusunu sormak yerine şunu soracak: "Evliliği daha iyi nasıl ilerletebilirim?" Evliliği bir gemi gibi düşünecek, "Bu evlilik gemisini karaya vurmadan nasıl kurtarırım, fırtınadan nasıl kurtarırım?" diyecek. Eşler evliliği ego savaşına dönüştürürse evlilik gemisi batıyor.
“İnsan evlilikten önce gözünü dört açmalı, evlilikten sonra da yarım açmalı.”
Nişanlılık döneminde de kişi artık dini nikâh yaptıysa artık evliliğe karar vermiş demektir. Böyle bir durumda dışarıdan gelen eleştirilere, sözlere karşı artık acabalarla cevap vermemek gerekiyor. Artık büyük bir şey olmadıkça, büyük bir felaketler çıkmadıkça, temel güveni sarsan bir gerekçe çıkmadıkça bu söylentileri kale almamak gerekiyor. Evliliklerde en çok yapılan hata varsayımlarla karar verilmesidir. Bilgi ve veri ile karar verilmiyor. Halk arasında şöyle bir söz vardır: "Duyduğuna inanma, gördüğünün de yarısına inan." Evlilik konusunda da bu geçerli. Söylenen sözlere inanırsa insan hiçbir evliliği yürütemez. İspat edilemeyen bilgi ile hareket edilmez evlilikte. Zan ile vehim ile kuruntuyla hareket edilmesi başlangıçta birçok çatışmaya sebep oluyor evlilikte. Bu nedenle nişanlılık döneminde ılımlı bakış önemlidir. Kişi evlenmeden önce daha çok olumsuzluklara odaklansın ama evlendikten sonra daha çok olumlulara odaklansın. Bu şekilde olursa evlilik devam eder. Farklılıklara odaklaşılırsa çatışma çıkar, benzerliklere odaklaşılırsa eşler birbirlerini güçlendirerek mutlu olurlar. Evliliğe odaklı olacaksın daima.
Halk arasında şöyle bir söz vardır: "Kendini kışa hazırla ama yazı bekle." Kendini kışa hazırlayıp kışı beklersen devamlı savunma hâlinde olursun, mutlu olamazsın. Tedbirini alacaksın yani pozitif düşüneceksin yoksa öbür türlü zihin devamlı savunma hâlinde olur, bu şekilde de hayat tedbirli ve gergin olur.
“Şu anda Batı’nın evlilik ile ilgili tavsiyelerini ele almak batmış bir tüccarı örnek almak gibidir. Başarısız bir tüccarı niye örnek alalım?”
Günümüzde sosyal dayanışma, aile danışması, sosyoekonomik dayanışma zayıfladığı için Batı kaynaklı kitaplar boşanmaya teşvik ediyor. Okuyucularımız Batı kaynaklı tercüme kitaplara dikkat etsinler. O tarz kitaplarda ufak bir şeyde "Hayata bir defa geldin, zincirleri kır, duvarları yık!" gibi yaklaşımlar var. Evlenecekler, kendi kültürümüzdeki evliliğe uygun kitapları okumadan evliliğe başlamasınlar. Şu anda Batının evlilik ile ilgili tavsiyelerini ele almak batmış bir tüccarı örnek almak gibidir. Onların da doğruları var tabii ama seçici olalım, Batı evlilik konusunda başarısızdır. O zaman biz başarısız bir tüccarı niye örnek alalım? Biz kendi kültürümüzdeki değerler ile Batı'nın doğru ve güzel tespitlerini birleştirdim ve onu örnek alalım. Kendi değerlerimiz ve inanç sistemimiz ile modern yaşamın kazanmalarını birleştirelim. Kendi kültürümüzün, inanç sistemimizin, geleneklerimizin değerlerini tekrar kazanalım ve onları modern yaşamın kazanımları ile birleştirelim. Böyle bir durumda insan hem mutluluğu yaşayabilir hem de başarılı bir evlilik yürütebilir.
Elif Elif Dergisi
Okunma : 34507